MAHREMİYET VE TESETTÜR


?ui=2&view=att&th=125b62e7b0b52b7f&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_125b62e7b0b52b7f&zw



  İnsanı yaratan Allah, dünya ve ahiret selametimiz için koyduğu sınırlara uymamızı bizden talep ediyor.
  Bu çerçevede dinin meşru saymadığı, yani haram işlerden sakınmamızı emrediyor.
  Haram; yani güzel olmayan, yani çirkin olan, yani insanlık onuruyla bağdaşmayan her türlü tutum, davranış...
  Dininin belirlediği ölçülere riayet edip düşük sıfatlardan arınanları ise müjdeliyor.
  Bu müjdeden nasipdar olmak için özenle korunması gereken sınırlardan biri de mahremiyet.
   İffetli ve hayâ sahibi olarak yaşamanın anahtarı mahremiyet.
  Ve müslüman kadının mahremiyetinin tezahürü tesettürdür, yani örtünmedir...

  Yüce dinimiz, güzel ahlâkın insanın fıtrî bir özelliği olduğunu vurgular. Yani insan,
 yaradılışından iffetli, namuslu, hayâ sahibidir. Allah'ın verdiğine razıdır, başkalarında olana
göz dikmez. Kendisinde olanı, mahrem alanını da başkalarına göstermez.
  Dinimiz, “haram”, “mahrem”, “avret” gibi kelimelerle ifade edilen hususlara hassasiyetle
 eğilmiş ve bu kavramların anlattığı her ne varsa, onların uluorta sergilenmesini yasaklar.
Hususiliğinin korunmasını ve özenle muhafaza edilmesini emreder.
  İşte bu, en geniş manasıyla örtünme (tesettür) emridir ve “gizlenmek, saklanmak, korunmak,
 açıkta ve ortalık yerde bulunmamak” gibi anlamlara gelen bu emrin muhatabı kadın
-erkek bütün müslümanlardır.

Tesettürü Doğuran İlke Olarak Mahremiyet
  Müslüman, fıtratını yani yaradılış özelliklerini muhafaza ettiği için hayâ sahibidir ve sahip
olduğu bu özellik onu bazı şeyleri başkalarının görmesinden ve dikkatini çekmekten sakındırır.
  Söz gelimi, müslüman için yaşadığı ev, başkalarının serbestçe muttali olmaması gereken
“mahrem” bir ortamdır. Bu sebeple İslâm'da eve “haram” denmiş ve Efendimiz s.a.v.,
 başkalarının evine (mahremiyet bölgesine) izinsiz girmeyi ve başkalarının özel hallerine muttali
olmayı yasaklamıştır. Bunu fiilen kendi özel hayatında da titizlikle uygulayan Efendimiz s.a.v.,
 penceresine boydan boya çift kanatlı perde çektirmiş, kapısını da kalın ahşaptan yaptırmıştır.
  Bu mahremiyete uyma hassasiyetinin, doğal olarak İslâm medeniyetinin ev ve şehir mimarisine
de yansıdığını görürüz. İslâmî mimari, evlerin önünde bulunan ve “hayat” denilen bahçeyi insan
 boyunu aşan yüksek duvarlarla dışarıdan ayırmış, böylece yabancı bakışların bahçe içindeki günlük
 hayata sızması engellenmiştir.
 Yüce dinimizin öngördüğü bu mahremiyet, sadece evin içiyle dışı arasında cereyan eden bir
hassasiyetin ifadesi değildir. Aziz Kitabımız, aynı ev içinde yaşayanların bile birbirlerinin
mahremiyetine riayet etmeleri, hizmetçilerin ve çocukların, belli vakitlerde ebeveynin odasına
girerken izin istemeleri gerektiğini ifade buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Emriniz altında bulunanlar ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar,
 sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra, yanınıza girecekleri
vakit sizden izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Çocuklarınız ergenlik
 çağına ulaştıklarında, öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi (her geldiklerinde) izin istesinler...”
 (Nur, 58-59)






 




Hiç yorum yok: