hayırlı bayramlar...TÜM SEVDİKLERİNİZLE huzurlu bayramlar...






















"Bayramlar, insanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygının perçinlendiği günlerdir.



Bayramlar, insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları, barıştıkları, kardeşçe kucaklaştıkları günlerdir. Bayramlar,milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulanıp sergilendiği, bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir.



Hep bir arada, sevgi dolu ve



huzurlu ve mutlu bayramlar dilerim"





























(( UYAN ))



?ui=2&view=att&th=1252afbae06ef59c&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1252afbae06ef59c&zw

Ey insan, uyan! Sen sadece dünya hayati için yaratilmadin.
Bilakis, ahiret hayati için yaratildin.
Ey, kendisine behemal lazim gelen husulardan gafil olan kisi!
Bütün himmet ve gayretini nefsani arzularini ve zevklerine hasrettin, para ve dünyalik biriktirmeye sarfettin, uzuvlarini oyunla mesgul ettin.
Eger birisi kalksada sana ahireti ve ölümü hatirlatsa ona cevaben hemen söyle dersin:
- Geçim SIKINTISI içindeyim. Dünyevi islerimi yoluna koymadim ve boynunu egerek, daha buna benzer birçok sözler söylersin.

Oysa, ölüm bahçesi ve ölüm korkutucusu sana mutlaka gelmistir.
Bu, saçlarina düsen aklardir. Ne var ki, sen onlari kesiyor, kopariyor, yahut siyaha boyuyorsun.
Acaba ecelin gelince ne yapacaksin?.
Yaninda avaneleride bulundugu halde ölüm melegi geldigi zaman acaba onu ne ile savacaksin?.
Rizkin kesildigi ve ömrün bittigi an hangi çareye basvuracaksin?
Bu heveslerden vezgeç.
Dünya hayati çalismak üzere kurulmustur. Eger orada çalisirsan karsiligini alirsin. Çalismazsan sana ücret verilmez.
Dünya hayati, çalisma yeridir. Orasi tam bir mesakkathanedir, mesakkat evidir.
Ahiret ise rahathanedir, rahat evidir.
Mü’min, dünyada SIKINTI çeker.

Fakat, hiç süphe yok ki, o, bu SIKINTILAR içinde de SIKINTILARDAN sonrada huzur bulur, sükun bulur, rahata kavusur.
Sana gelince, sen hemen rahata talip olur, tövbeyi ve günahlardan dönmeyi geriye birakiyor, gün begün, ay be ay, yil be yil, ileri atiyorsun.

Bu arada ömrün bitiyor, ecelin yaklasiyor. Nasihatlari kabul etmedigin, gafletten uyanmadigin ve hakikatleri tasdik etmedigin için yakinda nadim olacaksin, pismanlik duyacaksin!...
Vay sana! Hayat diregin kirildi.
Ey aldanmis kisi! Hayat duvarin çöküyor.
içinde bulundugun bu dünya evi (hayati) harap olacak, mahvolacak, baska bir eve, baska bir hayata dönüsecek.
Sen, ahiret hayatini ara, ahiret evini ara. Ayagini oraya at.
Oraya atacagin ayak nedir?.

O ayak, salih amellerdir, güzel amel ve hareketlerdir. Malik bulundugun seyleri ahirete gönder. Ta ki, oraya varinca hazir bulasin.
Ey dünya hayatina magrur olan kisi,
Ey “ hiç” lerle mesgul olan kisi,
Ey esas ordu’yu birakipta geri hizmettekilerle mesgul olan ve onlarla savas yapmaya kalkisan kisi!...
Yazik sana! Ahiret dünya ile bir arada toplanmaz.
Zira dünya, ahiretin hizmeticisi olmaya razi olmaz.
Dünyayi kalbinden çikar.
iste o zaman, kalbine ahiretin nasil geldigini ve kalbini nasil doldurdugunu görürsün.
Bu seviye ye ulastigin an ise, Aziz ve Celil olan ’in yakinligi sana seslenecektir.
O zaman, kalbinden ahiret duygusunu at. ’i iste. Iste bu noktada, Kalbin sihhati ve özün safiyeti kemale erer.

 
 

ASRA YEMİN OLSUN Kİ !!!!


?ui=2&view=att&th=1252af9f0dda5ae3&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1252af9f0dda5ae3&zw
 
ASRA YEMİN OLSUN Kİ !!!!

Haykırıyorum: O halde susturun (!)

Asra yemin olsun ki,
en çok kendime zulmettim!

“Stratejik bulmadılar Düşüncelerimi.
Çağın tuğrasını çektiler, mil niyetine “

- Hangi pranga öfkemizi içimizden söküp atabilir ki?

Aklım başımdan istifa edeli çok oldu. Kaç zamandır ruhuma kinimi üflüyorum.
Karabasanlar kesiyor soluğumu. Içimin boşluklarından İntihara teşebbüs ediyor travmalı tüm duygular.

Katlime ferman, yine “ben” oluyorum.

Üç kuruşluk susuşlarla mevte kadar bozdum misâkımı. Rant sağlama peşinde değilim. Siyasete kurban edecek bir davanın Mensubu hiç değilim.
Yalnızca düş peşindeyim.
Hadi sen de düş peşime …

Bu ipte kaç cambaz oynama kavgasında böyle?!
Yargısız infazlarda nöbet tutuyorum.
Hangi yaramdan sarılıyorsam tekrar Kanıyorum.

Asra yemin olsun ki,
En çok kendime kinim! ..

Kend (t) ime Kustu / rüldü / m
Hüsranların yamacında gezineli dünyaya sataşır oldum.

Bir çığlığa susuyorum. Avaz avaz ayaz oluyorum. Üçüncü çoğul kişiler ünlemlerimi elimden almış olsalar da: Haykiriyorum.

Şimdiki zamanı yaşayanlar telaşa kapılmasınlar! “DİNİ GEÇMİŞ ZAMAN” bir uyarladılar “uzlaşan” tüm fiilleri.

Asra Kasem olsun ki,
Isyanım kendimedir!

Bütün çilemi alt alta toplasam kaç yürek eder? Kaç kahırlık yanmışımdır geçen bunca yılda ben? Bu hesap, kitaba uymaz. Dağıt ve tekrar topla, sağlamasını yap sonra (!)

Isyanım Kavgamın şanındandır. İsyanım gönlümün susmaya razı olamayışındandır. Sus (ma) ve isyankar olma gönlüm (!)

Asra yemin olsun ki,
Aldanış üstüne aldanışlardayım!

Güneşin avuçlarında yakalıyorum yüreğimi. Kendimi arayışlarım uzun metrajda. Bakiyem dibe vurmada.

Ruhsatım yok vakte şükür biçmeye. Aldanış ki, Yakama yapışan Yazgı. Aldanmışlık ki, Ardışık mahvoluşlar seansı. Tüm aldanışlarımın bileşkesi Yamalı bir mağlubiyet!

Aşınan zamanların vurgunuyum ben. Gazap üstüne azap giydirilmiş hükmüme.

Gittikçe ufalıyorum ..
Hudutları aşan zihnim sınır dışı ediliyor.
Düşlerimden yırtın libasımı.
Düşüncelerimi dar ağacında ağarlayın.
Fikir sancıdır, ağır bedel ister biliyorum ..
Düşünüyorum: hadi öyleyse Vurun.
Çekin ipimi!
Azrail’e Baş eğersem, aklımla Arami bozarım.

Asra yemin olsun ki,
Haddi aşan hatalardayım.

Niyetsiz bir tevbe kaç günahı silebilirse, o kadarım. Sınır tanımaz bir acziyetin sınırındayım. Aldanışlar uçurumundayım, heyhattt! …

Ayari BOZUK BİR ÖMÜR, KAÇ Ölüme DENK GELİR?

Asra yemin olsun ki,
İnsanlık ziyanda. . .

Iki yol arasında gel-gitlerdeyiz. Ne tam iman, ne tam inkar .. Ölüm Değmemiş yaşamımıza, hakikatin gölgesindeyiz. Sabri ve hakkı merkez edinemeyenleriz. Bir tarağın kırılmış ve AYRILMIŞ dişleriyiz ..

-FE Eyne TEZHEBUN? –

Bu gidiş nereye?

İnşallah SELAMETe.
İnşallah HİDAYETe.
Sırat-I MÜSTAKİMe ..

Ya Rab!
SEN bizlere MERHAMETİNDEN LUTFEYLE!

Lal edilmiş çığlıklarımızın arifesinde haykırmalardayım.
Şükür ki kapsama alanını aşacak yankılarım.
Hadi kesin sesimi!
Susturun içimdeki susmayan beni.

Eyvallah özgürlüğün tene değişine!
Eyvallah!
 

Adın'ki, eksilmeyen tek kelime


?ui=2&view=att&th=1252af854a498b79&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1252af854a498b79&zw
 
Adın'ki, eksilmeyen tek kelime

Her andığımda bana eksikliğimi hatırlatan; dile kolay, kalbe ağır adını anıyorum. Adın ki, durmadan çoğalır içimde. Adın ki, bir emanet dilimde. .

Her tercih bir vazgeçişse eğer; benim tercihim Sen oluyorsun. Dilim en çok adını anınca, kalbim yalnız Sen'i hatırlayınca hayat buluyor. Adın, anlam katıyor adıma. Adın ki, büyük.
Adın ki, yüce. Adın ki, en güzel...

İki tesbih boncuğu arasında bir kalp kaç kez çarpar, sayamıyorum. 'İkrar'ın sükûtu oluyor suskunluğum. Az ve öz olan bir anlayışla ve kıbleye doğru bir bakışla, Sen'i anıyorum. Andıkça
çoğalıyor anlamların. Adın ki, sonsuzluk... Adın ki, ahd ve vefa...

Nasıl oluyor da, Sen gelince aklıma, omzumdaki ağırlık azalıp ruhumda
bir şölen başlıyor? gözlerim neden böyle doluyor? Sorduğun suale,
'belâ' dediğim günden bu yana, ismine sığan meâle kulak veriyorum. Hayattan uzaklaşıp, gerçeğe yaklaşırken, va'dedilen günü bekliyor,
ömrün gelip geçiciliğine tebessümler gönderiyorum.

'Kimi sevsem, sensin.' Bilirim ki; kainata dağılmış bütün sevmekler isimlerine karşı verilmiş bir muhabbettir.
Vaha sandıklarım çöl oluyor, kıyılarıma vurup giden insanlar anlamıyor beni. Kuyularda kalıyorum, yardım eden olmuyor. Bir adın kalıyor her şeyden geriye. Ben kuyuya düşsem, Sen kovanı sarkıtırsın, bilirim. Menzili vefa olan bir bağı var dostluğunun. Yazın buharlaşmayan, kışın donmayan, sonbaharda yapraklarını dökmeyen bir dostluk... Dostluğundan cesaretle istiyorum senden: Ne olur, Sana en güzel göründüğüm an, al beni yanına. Aşk susturduğu oranda büyür,
büyüdüğü oranda sustururmuş. Susuyor, Seni dinliyorum. Adın için yaşıyorum. Adın ki, bir emanet dilimde. Adın ki, eksilmeyen tek kelime...ALLAH ( CELLE CELALUHU )...ALLAHU EKBER...!!!

SELAM VE DUA ILE..
 
 

sebepler sükut ettiği zaman


?ui=2&view=att&th=1252afcd475ef18e&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1252afcd475ef18e&zw


sebepler sükut ettiği zaman

Büyüklük hiçliğin içinde gizlidir. Hiç’lik ise vicdanın genişliği kadardır. Ve insan vicdanının genişliği kadar insandır aslında.

Bize en yakın olanlara ne kadar uzağız, ta içimizde olanlara ne kadar yabancıyız. Oysa bu kadar zor olmamalıydı vicdanımızın sesini dinlemek, yanlışa hayır demek, doğruyu gök kubbenin maviliğine haykırmak, hakikati ademoğlunun yüreğine yansıtmak, yansıtabilmek bu kadar zor olmamalıydı.

İradeyi iradesiz olanın eline verdiğimiz günden bu yana, tersinden sökün etmeye başladı hadiseler. Acıdır ki ilk çareler hep son çare olarak aklımıza gelir oldu. Gözlerimizin yaşı yüreğimizi ıslatmaya yetmedi ve kim bilir, taşlarla bütünleşmeye yüz tutmuş yürekleri yumuşatamayışımızın nedeni de belki de buydu. Ne de olsa sebeplerin dünyasıydı yaşadığımız… Ve öyle demiyor muydu bir yiğit bilge: Kalbe hitap etmek için kalpten konuşmak gerek…

Görünenle yetinip görünmeyeni ihmal etmek nelere, ne kadar acı verdi ve nelere bedel oldu… Kim bilir?.. Oysa görüneni şekillendiren, görünmeyenin kendisiydi. Ve insanı görünenle sınırlayıp, görünmeyene kapalı tutan, kabukla meşgul edip özü unutturan hiç’liğin dışındaki büyüklük değil miydi?

İbrahim (a.s.)’ı ateşlere gönderirken Nemrut, varlık, duruşunu belli ediyordu. Kimisi odun, kimisi su taşıyordu ve yollar çiziliyordu milenyumlara. İbrahimî olmanın, olabilmenin adı yazılıyordu gök kubbeye. Hasbünallah… Milenyumun nemrudîleri atarken ademoğlunun ruhunu, sönerken söndüren ateşlere, bir fark kalıyordu iki nemruttan geriye: Biri bedeni (görüneni), diğeri ruhu (görünmeyeni) mancınığa koyuyordu. Varlık duruşunu belli ediyordu ama su taşıyanlar buhar olup uçuyor ve odunlar insanlığın beslendiği meydanlara yığılıyordu. Ama kan ve irinin ortasından içinde şifa olan sütü akıtan HAYY, buhar olup uçan suyu hicranlı bir şafak vaktinde yağmur gibi yağdıracaktı. Ve işte hesapta olmayan da buydu…

Bedenin kendisi görünendi, bedene hayat olan ruh ise görünmeyendi ve ruhun aslı ne ise bedenin faslı o oluyordu. Çağın problemiydi işte bu; eşyanın hakikatini anlayamama ve algılayamama. Bedenin ihtiyaçlarını karşılayıp ruhun ihtiyaçlarını yok sayanlar, hayatı bir gözlerini kapatarak mı yaşıyorlardı veya varlığa tek gözle mi bakıyorlardı acaba...

İşte çağın cahiliyesi 1.400 sene öncekinin cahiliyesinden daha bir tecrübeli, daha bir sinsi, daha bir zeki... Onlar bedeni kızgın çöl kumlarına gömerken, devrin tahsil görmüş cahiliyesi o bedene hayat olan ruha çevirmiş oklarını, onun sınırsızlığını bedenin sınırlarına hapsedip bedenin tahakkümü altına almaya çalışıyor. Bedene dokunmuyor ama toprağın altında, toprağa uzanmış ve bedene hayat veren kökleri kesiyor, onları kurutmaya çalışıyor... Heyhat ki hesapta olmayan, hesaba katılmayan bir şeyler vardı...

Sebeplerin dünyasında yaşasak da sebeplerin de sükut ettiği zamanlar vardır. Ve sebepler sükut ettiği zaman yürekten konuşacak erlere ihtiyaç vardır. Zarfın değeri mazrufundadır. Mazrufumuz olan yüreğimizde sebepler sükut ettiği zaman konuşacak derman, konuşturacak ferman ACABA VAR MIDIR?..
   selam ve dua ıle..





ALLAH'A TESLİM OLABİLMEK

?ui=2&view=att&th=125262a185434b8c&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_125262a185434b8c&zw

İyiliğin gelmesini, kötülüğün gitmesini isteme..

Eğer kısmetinde sana gelecek bir nimet varsa, istesen de gelir, istemesende….
Bela da aynı…
Eğer sana gelecek bir bela varsa, kaçsan da gelir, dursan da… İstersen o belanın kalkması için duaya sarıl..
İstersen sabret.
İstersen Allah için kendini bir yere attır; elbette gelecek olan gelir…

Sana lazım olan bunların hepsinde Hakka teslim olmaktır. Hepsini ona teslim et. Eğer nimet gelirse şükretmeğe başla!.. Bela da gelirse sabretmeğe çalış. Belayı hoş gör…

Onu da bir nevi nimet bil.
Gizlemeğe çalış!
Gücün yettiği kadar gidermeğe gayret et. Hele onu her yerde anlatmaktan sakın. Allah’ın sana verdiği manevi halin kuvveti ile ve gittiğin yolun icabı olarak bunları yapmak mecburiyetindesin.

Öyle bir yoldasın ki, Hak’ka taatla ve her şeyi hoş görmekle emrolunmuşsun. Ancak böyle refik-i Ala’ya çıkabilirsin. Bu hale gelince senden evvelkilerin yerine makamına varırsın.

Senden evvel padişaha gidenleri ve yaklaşanları orada bulursun. Onun yanında her iyilik yolunu, rahatı, kerameti ve nimeti görürsün; kavuşursun.

Belayı bırak gelsin, seni ziyaret etsin… Yolunu aç. Kapama. Önünde durma. Sana gelmesinden ve seni yoklamasından korkma. Nasıl olsa, onun ateşi cehennemin ateşinden daha şiddetli değildir.

Yaratılmışın hayırlısı, yerin yüklendiği, semanın gölgelendirdiği, varlığın gözdesi Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) den şöyle bir Hadis,i şerif rivayet edilmiştir.

- “ Kıyamet günü cehennemin üzerinden geçildiği zaman, cehennem bağıracak, çabuk geç! Ey mümin nurun alevimi söndürdü.”

O cehennemin ateşini söndüren nur, ancak dünyada kazandığın ve beraber götürdüğün iman nurudur. O nur, hem isyan eden, hem de itaat edende vardır. Ama isyan eden ondan faydalanamaz…
İşte dünyadaki bela ateşini de söndüren bu nurdur. Sen de eğer sabreder Hak’ka uyarsan mükafatını görürsün. Belanın sana gelmesi seni heyecana düşürmesin. Yaklaşması seni çekindirmesin.

Çünkü bela seni öldürmek için gelmez, seni tecrübe etmek için gelir, imanın sıhhatini ölçmek için gelir. Hak’ka olan bağlılığını kuvvetlendirmek ister. Senden memnun olur. Seni Hak’ka müjdeler… Allah-ü Taala buyurdu:

- “Biz sizi imtihan ederiz. Ta ki, içinizdeki mücahitleri anlayalım… Ve işlerinizden haberdar olalım. “

Hakka karşı imanın doğru olması ve O’nun işlerine boyun eğmek muvafakat göstermen yine O’nun sana bir lütfu ve merhametidir. Bunu böyle bil ve sonuna kadar sabra devam et. Hak’ka uyar bir müslüman ol. Artık bu halle bezendikten sonra, senden ve başkasından Allah’ın emirlerini yapmaktan başka bir şey bekleme. Ve yasaklarından kaçmaktan başka bir şey umma.

Her hangi bir yerde dini emirlere dair bir şey olursa derhal ona koş. Onları doğru işitmeğe çalış. Yerine getirmeğe gayret et. Derhal harekete geç, miskin miskin oturma. Kadere teslim olup kalma… Zuhurata uyup durma. Allah’ın emirlerini yerine getirmek için bütün gücünü kuvvetini sarf et. Aciz kalırsan Allah’tan yardım iste. O’na tazarru et, yalvar.

selam ve dua ıle.
 

Hayırda Seçme ve Hizmette Sınır Olmaz


?ui=2&view=att&th=125260381d6a498a&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_125260381d6a498a&zw
 
 
 
 
 
Az çok demeden elden gelen hayrı yapmalıdır. Allah Teala (c.c) kulundan razı olursa, kulun ameline göre değil, kendi rahmetine göre ikram eder. O’nun kulundan azıcık razı olması her şeyin üzerindedir.
Allah Teala’nın rızası ibadet ve güzel amellerde, gazabı günahlarda, dostları insanların arasında gizlidir. Hangi iyi amelimizin affımıza vesile olacağını bilemeyiz. Aynı şekilde hangi günahımızın bizi azaba götüreceğini de kestiremeyiz. Yine, hangi gönlü kırarsak Allah’ın gazabına uğrayacağımızı da bilemeyiz. En emniyetlisi, hiçbir hayrı küçümsemek; hiçbir kötülüğü basite almamak ve haksız yere hiçbir insanı incitmemektir. “Sen bir hayır yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” sözü, kime yapılırsa yapılsın hiçbir hayrın zayi olmayacağını anlatmak için söylenmiştir.
Cennetin her bir kapısı ayrı bir hayır ehlin için tahsis edilmiştir. Cennetin bütün o kapılardan çağrılmak isteyen kimse, o kapılara has iyiliklere talip olmalıdır. Ne mutlu o kimseye ki, güzel ahlakı ve cömertliği ile dünyada gönüllerdeki sevgi cennetine girmiştir ve bunun hediyesi olarak ahirette de ebedi saadet yurdu olan gerçek cennete davet edilmiştir. İşte müjde: Rasulullah Efendimiz (s.a.v) bir gün sahabilerine “Kim Allah yolunda en kıymetli mallarından infak ederse, cennetin kapılarından davet edilir. Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz ehlinden olan bir kimse, namaz kapısından çağrılır. Cihat ehlinden olan bir kimse, cihad kapısından çağırılır. Sadaka ehlinden olan bir kimse, sadaka kapısından çağırılır. Oruç ehlinden olan kimse, ‘Reyyan’ kapısından çağrılır” der. Hz. Ebu Bekir (r.a) “Ya Rasulallah, söylediklerinizin hepsini yapan bir kimsenin durumu nedir? Bütün bu kapılardan çağrılacak kimse var mıdır?” diye sorar. Rasulullah (s.a.v) “Evet, vardır. Öyle ümit ediyorum ki onlardan birisi de sen olursun” buyurur.
Hayrın sonu hayra çıkar
Güzel niyetle yapılan her hayrın neticesi iyi olur. Bu konuyu Alemlerin Efendisi’nin anlattığı şu olaydan anlıyoruz: İsrailoğulları zamanında bir adam “Ben bu gece malımdan bir sadaka vereceğim” der ve sadakasını alıp evinden çıkar. Sadakayı (bilmeden) kötü yola düşmüş bir kadının eline koyar. Sabah olunca durum fark edilir; insanlar o kötü kadına sadaka verildiği hakkında konuşmaya başlar. Adam ise o kadına verdiği sadakadan dolayı Allah’a hamd eder. Sonra tekrar “Muhakkak bir sadaka vereceğim” diyerek evinden çıkar. Bu defa sadakayı bir zenginin eline koyar. Sabah olunca durum anlaşılır, insanlar “Bu gece bir zengine sadaka verilmiş” diyerek konuşmaya başlar.
Adam, “Allahım! Bu zengine verdiğim sadakadan dolayı sana hamd olsun!” der ve yine “Bu gece de bir sadaka vereceğim” diyerek evinden çıkar. Bu defa sadakayı bir hırsızın eline koyar. Sabah olunca durum anlaşılır ve insanlar “Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!” diyerek konuşmaya başlar. Adam yine hem o kadına hem zengine hem de hırsıza verdiği sadakadan dolayı Allah’a hamd eder. Bu olayın ardından adama rüyasında bir melek gelerek “Senin vermiş olduğun sadaka Allah katında kabul edildi. O kötü kadına verdiğin sadakanın bereketine, umulur ki o, iffetli bir kadın olur. Şu sadaka verdiğin zengin de, bundan ibret alır da, Allah’ın kendisine verdiği nimetlerden başkalarına infak eder. Kendisine verdiğin sadakanın bereketine şu hırsız da, belki hırsızlıktan elini çeker” der.
Rasulullah Efendimiz (s.a.v) bu şahsın örnek halini anlatarak, onun samimi niyet ve ihlasını takdir etmiştir. Demek ki iyi niyetle verilen bir sadaka, zahiren yerini bulmasa da sahibine sevap getirir. Ahlakı kötü insanlara Allah rızası için yapılan iyilik ve ikramlar, onun ıslahına vesile olabilir. Hayır yaparken her zaman şahıs seçmek doğru değildir. Kapımıza gelen kimsenin şekline aldanmayalım. Öyle insanlar vardır ki, halk kendisine hiçbir kıymet vermezken o, Allah Teala’nın veli kullarından birisidir. Onun için büyüklerimiz “Her geceni Kadir, her geleni Hızır bil!” demişlerdir.
Zerre zayi olmaz
Bir gün Hz. Aişe validemize (r.anha) bir dilenci gelir; bir şeyler ister. Annemiz üzerini yoklar, elbisesinin cebinde sadece bir adet kuru üzüm bulur. Onu dilenciye uzatır. Dilenci verilenin bir üzüm tanesi olduğunu fark edince almaktan çekinir gibi davranır. Kendine göre, annemizin bu kadar küçük bir şeyi sadaka vermesini hoş bulmaz. Etrafındakiler de durumu biraz yadırgar. Aişe validemiz (r.anha), elindeki üzüm tanesini uzatıp “Al onu; eğer kabul edilirse onun içinde yüce Allah’ın sayıp ahirette amel terazisine koyacağı nice zerreler var” der. Aişe annemiz (r.anha) bu sözüyle, Zilzal suresindeki, “Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yaparsa onu görür” ayetine işaret etmiştir.
Allah rızası için yapılan bir işe küçük veya az denmez. Hayır yaparken kullardan utanmak ve hayırdan geri kalmak yanlıştır. İhlas, amelde kullara değil, yüce Mevla’ya bakmaktır. Yüce Mevla’nın rızası hayırlar içinde gizlidir. Az çok demeden elden gelen hayrı yapmalıdır. Allah Teala (c.c) kulundan razı olursa, kulun ameline göre değil, kendi rahmetine göre ikram eder. O’nun kulundan azıcık razı olması her şeyin üzerindedir. Yüce Rabbimiz cennete ve cemale giden yolda cümlemizi muvaffak etsin.

“Ey kulum! beni niçin doyurmadın?”
Allah Teala kıyamet gününde “Ey kulum! Senden yiyecek istedim, beni niçin doyurmadın?” der. Kul, “Ya Rabbi! Sen alemlerin Rabbi olduğun halde ben seni nasıl doyururum?” diye sorar. Allah Teala “Hatırlasana, falan kulum senden yiyecek istedi, sen onu doyurmadın. Bilmiyor musun, eğer onu doyursaydın, (yaptığın hayrı) benim katımda bulacaktın. (Onun ihtiyacını görüp sevindirmekle beni memnun etmiş olacaktın)” diye cevap verir. Ve tekrar, “Ey Ademoğlu! Senden su istedim bana su vermedin” der. Kul, “Ya Rabbi! Sen alemlerin Rabb’i olduğun halde ben sana nasıl su verebilirim?” diye sorar. Allah Teala “Hatırlasana, filan kulum senden su istedi, sen vermedin. Eğer ona su verseydin bunu benim indimde bulurdun” der.
Hadis-i Şerif
M. Saki EROL /Semerkand



O AN





Göç dalgası
Sri Lanka... Ülkede Tamil Gerillaları�yla hükümet birlikleri arasında çatışmaların yeniden başlaması sonucu yine bir göç dalgası oluştu. Bu kadın da evini, köyünü terkedip Mandapam Göçmen Kampı�na sığınanlardan biri. Can güvenliği huzurunun tebessümü ve gözlerindeki endişe tortusuyla bir mülteci kampına henüz varmış insanın ışığa yazılan duygularını yansıtıyor.




Åžapka geleneği
İngiltere... Zenginlerin ve aristokratların boy gösterdiği Ascot At Yarışları�ndan bir enstantane. Bir çift yürüyen merdivenle tribünlere çıkıyor. AP Ajansı�ndan Alastair Grant, bu yarışların en önde gelen özelliklerinden birini gösteriyor. Çok pahalı ve abartılı şapka giyme geleneğini.




Maç ayağı
Brezilya, Rio De Janeiro... Bir grup, ayaklarını balkondan sarkıtmış. Ülkelerinin milli takımıyla Japonya arasında oynanan maçı seyrediyor.




Su çarpması
Amerika Birleşik Devletleri Alabama Eyaleti�ndeki Mobile kenti. 9 yaşındaki Antony Phillips serinlemek ve eğlenmek için kentteki su parkına gitmiş. Tazyikli su hortumundan fışkıran su yüzüne çarptığında çekilen fotoğraf tam da soğuk suyun yarattığı hoşnutsuzluk şoku anını göstermiş.

Sözde kutlama
Doğu Timor�da düzen ve hakimiyetin ortadan kalkmasından sonra başlayan kargaşanın ardından Başbakan istifa edeceğini açıkladı. Bu açıklamanın ardından başkent Dili�de kutlama gösterileri yapıldı. Kutlamalarda kargaşa sırasındaki çatışmalarda ölenlerin ruhları da beyaza boyanmış göstericilerle temsil edildi. Başarılı bir temsil olduğu söylenebilirdi. Zira �o� anda objektife yansıyan kutlama yapmaktaydı ama kutlayamamaktaydı.




Çamura yatma işi
Amerika Birleşik Devletleri�nin eyaleti Alaska�daki Anchorage Sahili Doğa Parkı�nda çamur eğlencesi. Bir grup genç, çamurlu bayırdan kayıyor. Genç kızların neşesiyle renginden ötürü üzerindeki kaydıkları zemin arasında tezatlık var. Sadece görüntüde değil aslında bu tezat gerçekte de sözkonusu. Yetkililer bu çamurlu alanın hiç beklenmedik bir anda insanı yutabileceği konusunda insanları uyarıyor. Bu uyarıyla çamurun gri rengindeki sinsilik ortaya çıkıyor.




Tam isabet!
Amerika Birleşik Devletleri�nin Nevada Eyaleti�ndeki ünlü Reno Rodeoları�ndan bir enstantane. �O� anın karakterlerinden şapkalı olan genç, boğayı boynuzundan yakalayıp yere yatıracaktı. Ama roller değişti. Genç boğanın bildiği yere indirme yöntemi de buydu. Sanki gözlerinde ve yüzünde hınzırca bir tam isabet gülümsemesi vardı.





Kaleye doğru
Almanya, Bad Kissingen. Yan taraftaki sahada Equador Milli Futbol Takımı antrenman yaparken bu küçük kız da kendi halinde oynuyor. �O� anda futbol yandaki idmanı bırakmış bütün güzellikleriyle bu şirin bedenle ve masum ruhla oynuyormuş gibi görünüyor.




Anlık tasarım
Kla**** simgesel ağ ören türlerden biri olan Çizgili Bahçe Örümceği, tuzağının merkezinde avını bekliyor. Ama �o� anda biliminsanları tarafından örümceğe ağı sunma görevi veriliyor. Journal Science adlı bilim dergisinde yayımlanan bir bilimsel makeleye göre, bu tür dairesel ağ ören örümceklerin genlerini inceleyen bilimadamları bu tasarımın milyonlarca yıl içinde geliştirilmediğini, bir kerede ortaya çıktığını belirledi.




Gökyüzünde av
Amerika�da Washington Eyaleti�ndeki Traycon�da Bay Jason Romero balık avlıyor. Ama bu harika fotoğrafın hikayesi aslında başka. O sırada orada hava çok durgun.Gökyüzü o elverişli havanın şerefine süslenmiş. Göl yüzeyi de bütün içtenliğiyle bu görsel şenliğe katılıp yansıtınca Bay Romero farkında olmadan gökyüzünden balık tutmaya başlamış.



ASKER NAMAZI!

?ui=2&view=att&th=1252133d60377361&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1252133d60377361&zw
 
Bir asker, namaz kılan (en zor şartlarda bile terk etmeyen) diğer askere 
sordu: 
Arkadaş
kaçıncı asırda yaşıyoruz ? Niçin kendini zahmete sokup her 
gün 5 defa namaz kılıyorsun. 
Namaz kılan asker, tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi: 
-Şu insan niçin yanından geçerken ; toplanıyor, 
selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun. ''yat'' dese yatıyor, 'kalk' dese kalkıyorsun? 
O da senin gibi iki ayağı, iki eli ve bir başı olan bir insan 
değil mi?' 

Diğer asker cevap verdi: 
-'Evet! O da benim gibi biri nsan ama rütbesi var, omuzun da yıldızı 
var'. 
Namaz kılan askerin cevabı müthişti: 

'-Ey arkadaş! Sen omuzun da bir tane yıldızı var diye senin gibi bir insana 
itaat ediyorsun da!!! ben, yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini 
tespih tanesi gibi kudret eliyle çeviren bir zata niçin itaat etmeyeyim? 
Niçin namaz kılıp emrini yerine getirmeyeyim???


--

"İstiğfara müncer olan derk-i kusur"


?ui=2&view=att&th=1252120a0470d148&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1252120a0470d148&zw
“İstiğfara müncer olan derk-i kusur, gurura incirar eden rü’yet-i hüsn-ü amele müreccahtır.”
 'Nur’un İlk Kapısı’nda yer alıyor bu satırlar…
 Yani istiğfara götüren kusurunu anlama, gururu netice veren ameli güzel görmeye tercih edilir.

Kişi gece sabahlara kadar namaz kılar, gündüzleri bol bol hayır hasenat yapar.
Hizmetten hizmete koşar, insanlara faydalı olmaya çalışır.

Şuurlu bir Müslüman için yapılabilecek başka ne olabilir ki?

Ancak bütün bunları Allah’tan bilmeli, O’nun ve verdiği güç, kuvvet, akıl, fikir ve imkânlarla yaptığı için Allah’a şükretmeli, “Hayırlı işlerde muvaffak kıldığı için Rabbim Sana sonsuz şükürler olsun” demelidir.

Karun’un sadece anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk taşıyamayacağı kadar hazineleri vardı. Tevrat’ı çok iyi bilecek derecede ilmi de vardı. Ama ne serveti, ve ne de ilmi onu kurtaramamıştı. Çünkü ilmine, iktidarına güvenip kendini beğenmiş, bütün bunları Allah’tan değil, kendinden bilmişti. “Ben bunları ilmim ve iktidarımla kazandım” demiş ve bu onun helâkına sebep olmuştu.

“Gurura incirar eden rü’yet-i hüsn-ü amel,” yani gurura sevk eden amelini güzel görme işte bu!

Bir de kulun işlediği bir kısım hata ve kusurlar var. Kul bunların idrakinde. Hata ve kusurlarını itiraf edip istiğfar ediyor, pişmanlık duyup bir daha aynı hatalara düşmemeye gayret ediyor.

Bu da “İstiğfara müncer olan derk-i kusur,” yani “istiğfara götüren kusuru anlama”ya örnek.

Demek istiğfara götüren kusurunu anlama, gurura sevk eden amelini güzel görmekten daha üstün.

Resûlullah (asm) buyuruyorlar ki: “Nefsim Kudret Elinde bulunan Zat-ı Zülcelâl’e yemin ederim ki, günah işlemediğiniz takdirde ondan daha büyük olan ucb’e [kendinizi beğenmeye] düşeceğinizden korkarım" 2

Bu ifadelerin Müslim’de yer alan Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği, “Nefsim, Kudret Elinde olan Zât’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi toptan helâk eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi" 3 hadis-i şerifinin arkasında yer alması da ilginç değil mi?

Demek kişinin iyi amellerine bakıp da kendini beğenmeye kalkması büyük bir tehlike, helâke götüren unsurlardan.

Şaban DÖĞEN


Dipnotlar:


1. Nurun İlk Kapısı, s. 138.

2. et-Terğib ve’t-Terhib, 4: 20.

3. Müslim, Tevbe: 9 (Hadis no: 2748).

Ey Ölüm! Sana Hayranlığım Tükenmeyecek

?ui=2&view=att&th=125131535273c3c4&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_125131535273c3c4&zw

Ey Ölüm! Sana Hayranlığım Tükenmeyecek

…Bir ebem kuşağıdır ölüm,

Yalnız geçilir altından devcesine…

Ölüm, Yaradana çıkan yollarda iki Cihan Efendisini arayıştır, buluştur. Kavuşmanın ılıman heybeti, oradaki gerçek hayata iklim olacaktır. Geride kalanların gönderdiği kalb sıcaklığında Fâtihalar, tebessüm yüklü gerçek saadeti taşır dururlar:

Bu, oğlumun Fâtihası, bu kızımın.

Bunlar da can ciğer dostlarımın Elham Sûreleri…

Gelecektim efendim. İşte geldim. İyiliklerimle, sevincimle, bitip tükenmez hasretimle.

Geldim efendim. Dünyada senin için sevinmiş, senin için gülmüş, senin için karanlıklar hacminde usul yanan mum gibi sessizce tükenmiştim. Ne kendim utandım, ne dostlarımı utandırdım, ne seni Efendim.

İşte geldim, işte geldim…

Yüreğim yalansız, bedenim haramsız ve yanımda Fâtihalarla…

Seccade kadar mülküm, seccade kadar masam ve seccade kadar toprağımla öylesine zengindim ki… Hepsini kucak dolusu şükürlerle değiştim…

Geldim Efendim

Döndüm Efendim

Ay, hilalken şahittir.

Erikler çiçek açarken, civciv avucumu ararken şahittir.

Bayram sabahlarında üç ayağını bağlayıp da toprağa yatırdığım güzelim kurbanlıkların gözlerime bakan gözleri şahittir.

Çektiğim ilk tespihin ilk tanesi, içtiğim son zemzemin son damlası, gördüğüm ilk elif şahittir. Üzerine basmadığım karıncalar, öptüğüm toprak, kokladığım ilk fesleğen şahittir. Yediğim ilk kardaki serinlik, selam verdiğim ilk komşum, yazdığım ilk yazı, çizdiğim ilk çizgi şahittir. Âmentü şahittir, ancak Yaradana kul olmaya çalıştım, Efendime hizmetkar…

Geldim Efendim

Döndüm Efendim

Bir ebemkuşağıdır ölüm

En haşmetli gerçek, en müzeyyen hakikat

Ve ancak dünyayı tanıyabilenlerin tadabileceği son “armağan lezzet.”

Şu dünyada herkese yer ayıran “âdik adalet”!

Hayret… Zindandakine de “Merhaba” diyor, zindancıya da. Doktora da, hastasına da Çırağa da gülüyor, ustasına da…Bu vatan için şehit olan cana da diyor şehit olmaya çalışanlara da…

Bir ebemkuşağıdır ölüm

O kadar uzak ve o kadar yakın, hem o kadar büyük

Bütün güller onun dizi dibinde. Ağaçlar, ülkeler, yeryüzü ve kâinat dizi dibinde. Biz onun dizi dibindeyiz. Uyurken, uyanıkken, yolculukta, sevinirken, üzülürken, kızarken hep yanımızda ve yakınımızda.

ÖLÜM HİÇ UNUTMAYAN EN BÜYÜK VEFÂ…

Yorgunluğun tükenişinde o var O, hırsa fren, bitmişliğe sigorta. Ebedî yarınların aralık duran davetkar kapısı. Karanlıktan aydınlığa ve aydınlıktan aydınlıklara uzanan yegâne yön. Ve en erkek işaret… Ey ölüm, sana hayranlığım tükenmeyecek…


Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne). BAKARA Suresi Ayet - 156

Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.

VARLIKTA YOK OLMAK


?ui=2&view=att&th=1250def33dc48cfd&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1250def33dc48cfd&zw


Gayeler var olmak olsaydı gerçekten bu kolay olurdu.
 Ama gaye var olmak değil de Varlıkta tek Varlıkta yok olmak olduğundan zor oluyor.
 Yoksa kullukta yokluğu yakalamak zor değil. İstemek yeterli, isteyip yaşamaya çalışmak, gayret ve istikamet yolcuyu yoluna götürür.
Beka içinde bekaya varmak asıl Varlıkta yok olmakla mümkün olacaktır.
İşte beşeriyet zindanındaki zincirlerimizi kıramadığımızdandır ki hep kolay yolu seçeriz.
Beden ülkemizin padişahlığını, doğmamış doğrulmamış, yaratılmamış, her şey yok olsa bile hep var olacak tek Varlık tek hakikat yüceler yücesinin ruhundan bir zerresi olan bizdeki emanetini,RUHUMUZU padişah yapar, bu dünya hayatını da ahiretimizin tarlası yaparsak, işte o zaman emanetimizi şu anda içinde bulunduğu ızdırabtan kurtarırsak, asıl gayeye Varlıkta yok olmanın zevkine ermeye başlamış oluruz.
Ruhani arzu ve istekler kelimelerin bir an verdiği lezzetle elde edilemiyor. Dil söylerken kalbindeki sende haykırmalısın, haykırmalısın ki, o emanetin asıl Sahibi de sendeki parçasının sesini duysun, duysun ki icabet etsin, etsin ki Varlıkta yok olmanın yolculuğu başlasın, başlasın ki durakları geçebilesin, geç ki sevgili sevgiliye giden yolun zahmetlerine, çilesine aldırış etmeden göğüs gersin, gersin ki hasretiyle yanıp tutuştuğu, aşkının özleminden tenin kavruluşunun sona ereceğini bilsin, bilsin ki bu dünyada bu bedenlerdeki hapishaneden kurtuluşunun günü geliyor, sırlar sırrına, sırrul esrara Ana vatana gidiyor, giderken de geliyorum, geliyorum hadsiz günahlarımla, cürmümle zavallılığımla, tam bir hiçliğimle, bir buharın zerrelerindeki yokluğumla, tam bir acziyetle ve sana, aşk dergâhının Sultanına, kayıtsız şartsız teslimiyetle geliyorum.
Geliyorum, ey Sevgililer Sevgilisi, geliyorum.
İşte bu sessiz sevgi çığlıklarıyla yola çıkmış yolcuda varlık düşüncesi, var olma duygusu olur mu?
Bir de şöyle düşünsek bu yolculuğun sonunda bize bir varlık payesi verilse bu bizim neyimize yarar ki payeler verilir, verende dilediği zaman alamaz mı?
İşte bu babtan baktığımızda var olma (benlik) duygusuna ihtiyacımız olmadığıdır. Bizim kulluk adına tek duygumuzun O’na (cc) en güzel şekilde nasıl kulluk edersek Rabbimizi hoşnut edebiliriz duygusunu taşımak olmalıdır.
Şayet Sevgiliyi hoşnut edebilecek derecede kulluk edebilirsek bu derecenin karşılığı da Yaradan tarafından mutlak ödüllendirilir. Kendi sırlarından bazılarına vakıf olmana izin verir. Kula düşen kulluk O’nun sırrına vakıf olmaksa o halde O’na her şeyiyle teslim olmasıdır.
O’nun(c.c) sırrına vakıf olman demek artık sen bu zahiri dünyada yaşamıyorsun O (cc) sende, sende O’nda yaşıyorsun demektir. İşte sana lazım olan Varlık elbisesi budur. Ancak bu Varlık elbisesini yalnızca O sende sen O’nda olabildiğin sürece taşıya bilirsin.
Unutmaman gereken bu Varlık elbisesinin peşinde nice taliblilerin de olduğudur. Bu rakiblerinle mücadele edebilmen için Rabbimizin sevgi dairesinin içinde kalabilmenle mümkündür. Her an ve her daim kendini şeytanın vesveselerinden, oyunlarından ve hilelerinden sakınmaya çalışmandır. Şeytan ı lâin’in hilelerinden sakınabilmen içinde her zaman Rabbine sığınman gerektiğini bilmendir.
Rabbim beni en güzel koruyan vekildir ve ben her şeyimle onunum. Benim tek zenginliğim acziyetimdir. İşte bu zenginliğimi de Rabbime sunmuş ve O’na teslim olmuşum. Rabbim neylerse sadece güzel eğler demelisin.

RABBİM! SİZİ KENDİNE YAR, KENDİNİDE SİZE YAREN EĞLESİN
Amin