islamda evlilik

islamda evlilik (640x450).jpg

İslam evliliğin uzun ömürlü olması için eş seçiminde gerekli titizliğin gösterilmesini ister. Bu konuda da özellikle "dindar" ve "ahlaklı oluş"a dikkat çeker. Bunun yanında "zenginlik, güzellik ve soy-sop" gibi insanların çoğunun peşinde koştukları değerlere ikinci sırada yer verilir. Hatta bunların yol açabileceği sıkıntılara işaret eder.


Evlenilecek Kadında Aşağıdaki Niteliklerin Bulunması Müstehap Sayılmıştır:


1) Dindar Olması:


Hadiste şöyle buyurulur: "Kadın dört şeyi için nikah edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanını seç ki elin bereket bulsun." (Buharî, Nikah, 15; Ebu Davud, Nikah, 2; Nesaî, Nikah, 13; ibn Mace, Nikah, 6; Darimi, Nikah, 4; Malik, Nikah, 21; A.b. Hanbel, III, 428.)


Başka bir rivayette "soy" dışındaki diğer üç nitelik belirtilmiştir. (Ahmed. b. Hanbel, III, 80; Müslim, Rada, 53; Tirmizî, Nikah, 4.) Genellikle bir kıza talip olan erkek bu özellikleri göz önünde bulundurur fakat bu arada dindarlık arka planda kalabilir. İşte Allah'ın Rasulü dindar olanını bulunca, onun kaçırılmaması gerektiğini belirtmiştir.


Kadınla, yalnız güzelliği veya zenginliği için evlenilmesinin yol açabileceği sakıncaları Allah elçisi şöyle belirtmiştir: "Kadınlarla yalnız güzellikleri için evlenmeyiniz, olur ki, güzellikleri ahlakça düşmelerine neden olur. Onlarla yanlız malları için de evlenmeyin, çünkü malları azgınlıklarına yol açabilir. Onları dindarlıklarından ötürü nikahlayın. Şüphesiz dindar olan, eski giysili bir cariye (dindar olmayan ötekilerinden) daha üstündür."(İbn Mace, Nikah, 6. Bu hadisin senedinde bulunan Abdullah bin Ziyad bin En'am zayıf bir ravidir. Hadisi İbn Hıbban, Sahîhinde başka bir senetle nakletmiştir. bk. İbn Mace, Sünen, l, 597.)


2) Kadının Doğurgan Olması:


Hadiste şöyle buyurulur: "Kocasını sevebilen doğurgan kadınla evlenin. Çünkü ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim." (Ebu Davud, Nikah, 3; İbn Mace, Nikah, 1. Bu hadis, senedinde bulunan İsa bin Meymun el-Medînî nedeniyle zayıf sayılmıştır. Ancak aynı anlamı destekleyen başka rivayet vardır. bk. İn Mace, Sünen, l, 592.) İlk olarak evlenecek olan kadının doğurgan olup olmayacağı, ailesindeki kadınların çoğunluğunun doğurgan olup olmamasına göre değerlendirilir.


3) Evlilikte Bakireyi Tercih Etmek:


Hadiste şöyle buyurulur: "Evlenmek için bakire kızları tercih ediniz. Çünkü onlar daha tatlı dilli, kocayı daha fazla tatmin edici ve daha aza kanaat edicidir." (İbn Mace, Nikah, 7. Hadis, senedindeki iki ravi nedeniyle tenkide uğramıştır, bk. ibn Mace, Sünen, l, 597.) Hz. Peygamber, Cabir bin Abdillah (r.a.)'ın dul bir kadınla evlendiğini öğrenince; "Keşke bakire ile evlenseydin. Sen onunla, o da seninle oynaşırdınız" (Buharî, Büyû', 34, Vekale, 8, Cihad, 113, Megazî, 18, Nikah, 10,121,122, Nafakat, 12, Deavat, 53; Müslim, Rada, 54-56, 58; Ebü Davud, Nikah, 3; Nesaî, Nikah, 10; ibn Mace, Nikah, 7.)buyurmuştur.


Bu deliller İslam'ın bakireliğe verdiği önemi gösterir. Diğer yandan İslam ergin kızların haya perdesi zorlanmasın diye onların örtünmesini istemekte, ırza saldırı durumunda erkeğe zina cezası yanında, diyetin üçte biri kadar tazminat cezası öngörmektedir. (bk. Ömer Nasuhî Bilmen, İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1968, III. 221, 222.)


Buna karşılık günümüzde çeşitli batı ülkelerinin bakireliğe önem vermediği, hatta belli yaştan sonra bakire kalan genç kızların alay konusu yapıldığı bilinmektedir. İslam'ın bu konuda aldığı önlemlerin daha sağlıklı ve aile yuvasını daha fazla koruyucu nitelikte olduğunda şüphe yoktur.


İslam'ın bakire üzerinde bu derece durması, dul kadınla evlenmek caiz değildir, anlamına gelmez. Çünkü Hz. Peygamber. Hz. Aişe dışındaki bütün eşlerini dul olarak nikahlamıştır. Nitekim Abdullah İbn Abbas (r.a.)'ın, Hz. Aişe'ye; "Nebî (s.a.s) senden başka bakire bir kadınla evlenmedi" dediği nakledilmiştir. (Buharî, Nikah, 9, Tefsîru Sure 24/8)


4) Dindarlığı Ve Kanaatkarlığı İle Tanınan Bir Ailede Yetişmiş Olması:


Bu durum, çocuğun da bu değerlere sahip olduğunun belirtisi sayılır.


5) Soylu Bir Aileye Dayanması:


Doğacak çocukların asaletli olması için bu noktaya da dikkat edilmelidir. Çünkü çocuk ana tarafından birisine çekebilir. Hz. Peygamberin "soyu için" buyurması bunu gösterir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi dindarlık ve ahlak bütün bu özelliklerden önceliklidir. Bu yüzden babası bilinmeyen ya da zinadan doğmuş veya kötü yola düşmüş kadınlarla evlenmek mekruhtur. Çünkü ayette şöyle buyurulur: "Zina eden erkek ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan kadınla evlenir, zina eden kadın da ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkekle evlenir." (en-Nur, 24/3.)


Ashab-ı Kiramdan Mersed b. Ebî Mersed el-Ganevî Mekke'ye esir naklediyordu. Orada fahişe bir kadınla arkadaş olmuştu. Allah'ın Rasülüne gelerek onunla evlenmek istediğini söyledi. Hz. Peygamber sustu. Bunun üzerine yukarıdaki ayet indi. Allah'ın elçisi, Mersed'i çağırdı, ayeti okudu ve "o kadınla evlenme" buyurdu. (Ebü Davud, Nikah, 4)


Başka bir hadiste; "Zina cezası (celde) uygulanan erkek, ancak kendi benzeri olan kadınla evlenebilir." (Ebü Davud, Nikah, 4; A. b. Hanbel, II, 324.) buyurulmuştur.


Ancak burada sözü edilen evlilikler daha çok kadının zinadan elde edeceği kazançtan yararlanmak gayesi ile evlenmeyi kapsamaktadır. Böyle bir durum söz konusu olmaksızın, çeşitli hile ve tuzaklarla kötü yola düşürülmüş ne mazlum kadınlar vardır ki, kurtuluş için çırpınmakta, fakat sesini topluma duyuramamaktadır. İşte böyle bir kadını bataklıktan kurtararak, ona aile yuvası sıcaklığını yaşatmak yukarıdaki ayetin kapsamı dışında kalsa gerektir. Çünkü ameller niyetlere göre değer kazanır.


6) Kadının Güzel Olması:


Evlenilecek kadının dindarlığı yanında güzel oluşu da tercih nedeni olmalıdır. Çünkü güzel kadın kocasının gönlünü daha fazla hoş eder ve gözünü haramdan korur. Bu yüzden evlenmeden önce kadına bakmak caiz görülmüştür. Hadiste şöyle buyurulur: "Hz. Peygamber'e;" Hangi kadın daha hayırlıdır" diye sordular. Şöyle buyurdu: "Kocası kendisine bakınca, ona neşe ve sevinç verir, emrederse itaat eder. Kendi malı ve özel yaşantısı konusunda, kocasının sevmediği şeyleri yapmaz." (Ahmed b. Hanbel II, 251, 432, 438; bk. Ebü Davud, Zekat, 38; İbn Mace, Nikah, 5.)


Ancak Şafiîler çok güzel kadınla evlenmeyi mekruh saymışlardır.

Diğer yandan Allah'ın Rasülünün, kötü çevrede yetişen güzel kadından (hadrau'd-dimen) sakındırdığı nakledilir. (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslamî ve Edilletuh, 2. baskı, Dımaşk 1405/1985, VII, 13. Darekutnî ve Deylemî'den naklen.)

7) Kadının Yakın Hısımlardan Değil, Yabancılardan Tercih Edilmesi: Bu yolla çocukların daha sağlıklı olması umulur. Diğer yandan amca, dayı, hala veya teyze kızı ile evlenmek caiz ise de, geçimsizlik ve boşanma durumu bu hısımların arasında sıla-ı rahmin kesilmesine yol açabilir. (ez-Zühayli, a.g.e., VII, 14)


8) Erkeğin İffetini Koruyabildiği Sürece Tek Evliliği Tercih Etmesi:


Çok evlilikte, eşler arasında adalet ve eşitliğin sağlanması çok güç olduğu için aile içi problemlerin ortaya çıkması kolaylaşır. Nitekim Kur'an'da bu noktaya şöyle dikkat çekilmiştir: "Ne kadar gayret gösterseniz de, eşleriniz arasında adalet ve eşit sağlamaya güç yetiremezsiniz. Bu yüzden hiç değilse birine tamamen meylidip, diğerini askıda bırakmayın." (en-Nisa, 4/129)Nitekim dört kadınla evlenmeye cevaz veren ayette, eşler arasında adaleti sağlayamama korkusu olan için, tek kadın ya da sahip olduğu cariye ile yetinmesi bildirilmiştir. (bk. en-Nisa, 4/3)


Diğer yandan Allah'ın Rasulü; "İki eşi olup da, bunlardan birisine meyleden kimse, kıyamet gününde bedeninin yarısı eğik olarak gelir." (Ebu Davud, Nikah, 38; Tirmizî, Nikah, 42; Darimî, Nikah, 24; bk. Nesaî, İşretu'n-Nisa', 2 İbn Mace, Nikah, 47; İbn Hanbel, II, 295, 347.)



birdir1eq1.gif

Boşuna gizlenmeye kalkma....Gözleniyorsun!..



Kaçırma gözlerini kendi gözlerinden! Bakışlarını umursamaz bir boşluk arıyorsan, boşuna… Aynaların hepsi gözlerine tutulmuş… Bakışların en güzeli senin gözlerine dikili. Görmelerin en özeli senin gözlerine göz koymuş, unutma…


Gözlerinin değdiği her yüz(ey)de, senden önce O’nun bakışı var. Senin kendi gözlerini görüşün, O’nun senin gözsüzlüğünü görüşünden çok sonra… Senin kendini görmen için bile var olman gerekirken, O seni görmek için var olmanı şart koşmadı. Seni yokluğunda gördü, senin yokluğunu gördü de görür eyledi, görünür eyledi.


O görmemiş olsaydı görmen gerektiğini, gördüm diye sevdiklerin karanlıkta kalırdı. O görmemiş olsaydı görünmediğini, göründüm diye sevindiklerin yabancı kalırdı.

Gözlerini O’nun bakışından kaçırdığını sanıyorsan, kirli bir aldanış bandajıyla kör ediyorsun kendini. Bakışını hesap sorulmaz sanıp da, hesapsızca bakıyorsan, kendi kendini hiç bulamayacağın talihsiz bir körebe oyunundasın…
Kaçamak bakışlarla avladığın güzellere, senden önce O bakıyor. Nasıl olur da, zaten O’nun var ettiği yüzlere, O’na rağmen, O’ndan habersiz bakıyor olabilirsin? Kendi güzelliklerini ve zindeliklerini sergileyerek var olduğunu sanan edep yoksunları, yokluklarına acındığı için var edildiklerini nasıl görmezden gelirler?

Güzel görünmelerine güvenip O’nun gördüğünü görmezden gelen “frikik verme” ustaları ve beden simsarları, kimseler görmezken de, herkesin gözü önündeyken de, herkesin gözünden yittiğinde de kendilerini göreni nasıl bilmezler?

Bir yere gizleneceğini sanma sakın! O’nun görmesini görmemek için baktığın her yüzde O’nun eşsiz görüşü var… O görmese nasıl güzel olurdu güzeller, nasıl güzel görürdü gözler, nasıl güzel görünürdü görünenler..
Haince kaydırdığın bakışlarının pervazında O’nun bakışı nöbet tutuyor. Hayır, hayır… Kırma aynaları boş yere; baktığın her yerde O’na görünen gözlerin önce sana hesap soruyor.
Baktıklarına bak yeniden… Kendi gözlerinin içine bak bir daha…

Görmek ümidiyle yolunu gözlediğin her şey, ancak sana görünür hale gelince değdi gözüne… Gözlerini sana göz göre göre veren, hem gözsüzlüğünü gördü, hem gözsüzlüğünü göremediğini gördü. Gözlerinin göreceklerini gözlerin görmeden önce gördü de gözlerinin önüne koydu. Yoksa, ne ışığa değerdi gözlerin ne de ışık görmene değer güzellere değerdi. Sadece gözlerin değil, ışık bile kör kalırdı; O görmeseydi gözlerin görmediğini.


Hâlâ her şeyi retina dediğin ışığa ve renge duyarlı tabaka sayesinde gördüğün iddiasında mısın?

Işığa duyarlı o yüzeyler sebep sadece… Bahane… O dilerse, gözsüz de görürsün güzelleri: Hiç rüya görmedin mi? O dilerse, ne kadar “açık göz” olsan da, göremezsin güzelliği: Gülleri tekmeleyenleri görmedin mi?
O istemedikçe, gözden hiç kaçmayacakları bile göremezsin!
Peki, kimselere görünmeden yapıp ettiklerinle başlattığın körebe oyununu kazanma ısrarın sürüyor mu hâlâ?
İyi bak gözlerinin içine…
Senin retinan kimsenin retinasına benzemiyor. Biriciksin gözlerinle. Herkesin gözüne değen ışık senin gözüne bambaşka bir açıyla değiyor. Başka görenler gibi değilsin, asla! Demek ki, senin gözünün içine kimsenin gözünün içine bakmadığı gibi bakmış. Sadece bakmış mı? Hâlâ bakmakta. Retinan her an o biricikliğiyle orada. Gözünün bile kör olduğu yerde. Sadece O’nun her an baktığı yerde. Farkında mısın, O şimdi gözlerinin içine yeni/den bakmakta? Sen gözlerini kapatsan da, O gözlerinden bakışını ayırmamakta…
Kimseye göstermeden yaptıklarının kimsesiz kaldıklarına emin misin?

Elindeki kudret sandığın kibir zırhını delecek bir bakışın kâinatta peşin sıra dolaşmadığına nasıl bu kadar güven duyabilirsin?

Seni kimse görmeyi bile aklına getirmezken, seni görmeyi ve göstermeyi uygun bulan Efendinin huzuruna yüzün yerde çıkmaya utanmayacak mısın?
Aklınla bulamadıklarını vahyin sana emanet ettikleriyle bulmaktan uzak durmaya daha ne kadar devam edeceksin?

Boşuna gizlenmeye kalkma… gözleniyorsun!

Gözlerin açık adresidir O’nun görmesinin…
“Gözler onu görmez; O gözleri görür….” [En'am, 103]
Sakın unutma...

selam ve dua ıle..

193363krpfxnjkkmgq7.gif

MUHAMMEDİ OLACAKSIN Kİ KIYAMET KOPMASIN

muhammedi olacaksın (640x427).jpg




FETHET YÜREKLERİ VE BEYİNLERİ


Hayat vereceksin inadına insanlığa hem de hiç bitmeyecek bir hayat.


Tıpkı ab-ı hayat suyu içmiş bir nesil gibi.


Tıpkı her gittiği yere Hz. Ömer'in adaletini götüren dedelerin gibi.


Kalmayacak ulaşmadığın bir gönül, girmediğin bir beyin.


Vazgeçmeyeceksin davandan ve ezelden ebede verdiğin sözden.


Daha ilk duyduğunda “evet sen ALLAH’ın Resul'üsün” diyen Hz. Ebubekir gibi…

Sadakatin olursa Hz. Ebubekir gibi olacak.



Herkesin olmadığı yerde olacaksın ve kimsenin görmediğini görüp duymadığını anlatacaksın.


Önce yüreğine sonra milyarlarca seni vuslat için bekleyen dünya ehline.


Ümidin bittiği yerde umut olacaksın biçarelere ve kimsesizlerin kimsesi adına çalışacaksın.


Hayır çalışmayacaksın öleceksin gerekirse ve uzanacaksın onların göğe açılmış ellerine.


Bıkmayacaksın, Dünya'da tek bile kalsan, her yanında bombalar patlasa canını almak için gelse tüm beşer yinede Ali gibi uzanacaksın Resul'ün emin dediği yatağa.

Güvenirsen Hz. Ali gibi güveneceksin.



Her gece yollara düşüp ev ev gezeceksin.


Seni gören sadece emin olacak ve hiçbir kapı gittiğinde kapanmayacak yüzüne.


Resul'ün bir sözü için Hz.Abdurrahman gibi feda edeceksin tüm malını, varını- yoğunu.


Harcayacaksın ve beklemeyeceksin hiçbir rütbe ALLAH'ın rızası dışında.


Harcarsan, Hz. Abdurrahman bin Avf gibi harcayacaksın, hiç bitmeyecekmişcesine.


Hakkı bulma ve onu kollamada inat sahibi olacaksın.


Hiç vazgeçmeyeceksin sonu ne olursa olsun.


Bana ne demeyeceksin, sana dokunmasa da fitnenin başını ezeceksin kardeşime dokunmasın diye.


Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.


Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!


Diyen Akif gibi


İnanırsan hakka Akif gibi inanacaksın.




Ve inadına yaşatacaksın insanlığı…


Amerikalısına, İsraillisine, İngiliz’ine, Rus’una ve dahi Dünyanın yaşayan, yaşayacak olan tüm haydutlarına.


Fethedeceksin hem yürekleri hem beyinleri,


Yılmayacaksın, beddua etmeyeceksin.


Taif'de ki Resul'ünün yaptığını yapacaksın.


Yaşatmayı…Hele ki Hakkı yaşatmayı, kendine şiar edineceksin.


Savaşın ortasında kalmış çocukları meydandan çıkarmak için savaşı durduran Peygamberin (s.a.v) gibi.


Vazgeçmeyeceksin yaşamaktan ve yaşatmaktan sağ eline güneşi, sol eline ayı verseler dahi.


Yaşatırsan onun gibi yaşatacaksın, yaşarsan onun gibi yaşayacaksın.

Muhammedi olacaksın ki kıyamet kopmasın.


La tahzen.. innAllahe meana.. /Üzülme.. Allah bizimle..

fettahyl0.gif

Vakti kaçırma...

vakti 
kaçırma (640x430).jpg



Vakte dikkat et...

Sabahın buğusunu değdir göğsüne, yapraklarında taze şebnemler ağırlayan bir gül gibi aydınlığa uyan.
Göz kapaklarını araladığında seni nice aldanışlara düşüren düşlerden uyandığın gibi gönlünü de aç ki kalbinin ufkuna nice muştu güneşleri doğsun.
 Ellerinde dualar kelebekler gibi uçuşsun.
Kimliksiz, isimsiz, önemsiz bir nutfenin ana rahmine tutunup insan olmaya yolculanması gibi, sen de var-yok arası varlığını, vefasız dudaklar arasında silinmeye ayarlı adını, bir mezar taşının insafına kalacak hatırını, Rabbinin rahmet kucağına bırak...
 Dünyanın güneş gibi başına dikilip sözüm ona sahiciliğini, kalıcılığını sımsıcak kalbine düşürdüğü öğle vakitlerinde, telaşlardan sıyrıl, oyunlardan uzaklaş..
 Ellerini kaldır tekbire, O’nu büyüklerken başka her şeyi küçük bil. Önemini O’na yönelmekte bil.
Şimdilik burada olduğunu, ama ‘şimdilik’ olduğunu hatırla...
Terkedeceğin gölgelerde, seni terkedecek gölgelerde oyalanma..
Bir tekbir ile dünyayı arkana at.
Elinin tersiyle geride bırak gündelik sevdaları... “Oynamıyorum!” de. Seni herkesle ve her şeyle buluşturacak Rabbinin sılasına yönel. Yol açık, yola çık...

Gölgen uzadığında yeryüzündeki varlığının da azaldığını hatırla.

Ne çok hatıran varsa, o kadar az ömrüm kalmış demektir...
Gölge gibidir yaşanmışlıklar; onlar ardın sıra uzanıp çoğalırken ömürden nasibinin azaldığını haber verirler.
Gölgelerin uzadığı ikindinin hüznüne, ihtiyarlığın habercisi gibi bak..
Şakaklarına kar yağan adamların toprağa yönelen yüzlerini giyin...
Bedenini taşıyamayan acuzelerin kalplerine devşirdiği tesellilerin ardına düş.
Hüsrana uğrayanların en sonunda yaşayacağı pişmanlığı düşür göğsüne..


Akşam vakti erişince, ufuklara kan ağlatan vedaları taşı yüreğine...

varlık güneşin battığında seni sen eyleyecek yıldızlar besle namazın göğünde..
Sensiz batacak güneşleri düşün.
Senin umarsızca batırdığın güneşlerin her biri, bir gün sensiz ve umarsız batacak güneşi ateşliyor gizlice..
Bunu bil ve bil ki namazını son namazınmış gibi kıl..
Yatsı vakti, suskunun üzerine çekilen yeni bir susku gibi geceyi kalbinin üstüne yayar.
İçinin fısıltısına yanaştırır kulaklarını.
Yüreğin boş sevdalardan boşanır.
Göz kapağının tenine değdiği titrek çizgiye doğru çekilir varlığın.
Sükûnetin nabzını doldurur gece.
Varlığın kıpırtısı biter.
Eşyanın kanı çekilir. Şehir yüzünü senden çevirir.
Işığın seni uzaklara dürten cezbesi söner.
Yatsı dudağını dudağına kilitler. İçinin kıpırtılarına dön yatsı vakti.
Ölümün toprağı suskular çekmeden nefesine, şimdi alıp verdiğin her nefeste Rabbinin hatırını saydığını bil öylece yönel O’na... Dünyaya veda vaktidir yatsı vakti.
Gün gelecek, yaşaman fazladan görülecek, ölümüne hiç kimse şaşırmayacak.
Senin için ömrün gecesi başlayacak.
Zaman siyah bir tül gibi üzerine örtülecek...
Varlığının kalp atımları zayıflayacak.
Heveslerin dünyadan yüz çevirecek. Öyle bilerek var secdeye...
Benliğini sıfırla...
Kaygılarının kışını erit secdenin sıcağında..


Senai Demirci...


dualardabulualmnk2.gif

Sana döndür yüzümü, beyaza boya bahtımı...

sana döndür yüzümü (640x427).jpg

Yüreğim neden böyle kırılgan oldu Ya Rab!

Ben ki, senin iznin kaabilinde tüm tasalara göğüs gererdim.
Peygamber hatırası bir tebessümle karşılık verirdim
Elini kaldırıp üstüme yürüyene bile
sabrederdim.
Ve sen Ya Rab!

Yine senin lütfun ile sahip olduğum bu ahlaka şükretmem için hep izin verdin.

Korumam için hep yardım ettin.
Gün olmadı ki, bu davranışlarımın karşılığında
Katından bir ödül bulmayayım
Gün olmadı ki, dilimden düşmediğin anlarda
Tebessüme dönüşmesin bahşettiklerin

Ne zaman ki senin sohbetinden sıyrıldı yüreğim,

İşte o günden beri biçareyim!
Ne zaman ki kalbimdeki yerini başka heveslere pazarladım,
İşte o andan beri avareyim!
Senden uzaklık ateşmiş Ya Rab!
Yanıyorum, merhamet et!

Gül kokulu bahçeler düşlemedim.

İçinde türlü nimetlerin olduğu cennetler hayal etmedim.
Sana sığındığımda tek duam vardı dilimde
Rabbim sana layık olmam için bana yardım et.
Seni her zerremde hissetmeyi diledim hep

Dert ortağım sendin.

Dostum sendin.
Kendi kendimle konuşmalarımda ve hesaplaşmalarımda
Tasdik edicim sendin.
Sorularıma yanıtlar bulurken baktığım her yerde,
Kaynağının sen olduğunu bildiren sendin.
Lakin senden uzaklara düşürdüm yüreğimi

Şimdi ümitlerimi ellerimle baltalıyor,

Nefret rütbeleri giydiriyorum benliğime.
Ne zaman ki, dalganın kıyıdan çekilişi gibi
Çekildi yüreğim nihai hedefinden,
Bil ki canlı olan ne varsa yok oldu bedenimden
Tüm kiri görünür oldu gözüme benliğimin.
Senden uzaklık perişanlıkmış Ya Rab!
Ölüyorum, merhamet et!

Şimdi Yunusça yalvarıyorum.

O ki, senin kulundu,
Varamadı aşık Yunus dergahına eğri odun ile
Bense tüm dalları eğri bir ağacım.
Affet beni Ya Rab!
Yine yüreğime kurdum tahtını..
Sana döndür yüzümü, beyaza boya bahtımı...

Rabbim! Bedenimi de ruhumu da öyle bir kapla ki varlığınla,

SENDEN BAŞKA BİR ŞEY KALMASIN!
Döndür Ya RAB
Döndür Bizi
Yönümüzü sana döndür
Resul(Sallu Aleyhi vessellem) aşkı için
Yönümüzü Sana döndür
aşk ile döndür
Ya RAB
cemalin ile döndür Ya RAB
 selam ve dua ıle..
allahkabuletsin.gif

EY BENİM AŞKIMIN MİRACI...GÖNLÜMÜN İLACI SEVGİLİ...

ey 
benim aşkımın (640x363).jpg


Ey gül yüzünde gülücükler eksik olmayan sevgili


Ya Rasülallah! Bugün seninle dertleşmek istiyorum, şu aciz ümmetini, şu günahkâr ümmetini dinlermisin? Bugün sana gözyaşlarıyla derdimi, içimi dökmek istiyorum. Kırık dökük de olsa, eksik ve yanlış da olsa, şu günahkâr ümmetinin yüreğinden gelen sözleri dinlermisin?

Sen ki, şehidlerin sultanı, amcan Hz. Hamza'yı şehid eden vahşiyi bile dinledin ve O insan bir vahşi iken seninle dertleştikten sonra, kalbinde güller açarak bir yiğit, bir yıldız ve bir cennet varisi oldu. Hz. Vahşi oldu, senin ümmetin oldu ya Rasülallah…



İşte bende, şu vahşileşen insanların arasından bir an sıyrılarak, Hz vahşi gibi, Hz. Enes Bin malik gibi, Hz. Mus'ab Bin Ümeyr gibi ve Hz. Ebu Hureyre gibi dertleşmek istiyorum sevgili efendim. Ama O'nlar gibi olmamanın ve olamamanın ezikliğini hissederek yine de sana seslenmek ve seninle dertleşmek istiyorum, çağlar ötesi bir zamandan efendim…


Ey gül yüzünde gülücükler eksik olmayan sevgili efendim! Sana ilk önce şu itirafımı yapmak istiyorum. Aklıma geldikçe yüreğimi ezen, beni gözyaşlarına boğan, şu itirafımı yapmak istiyorum…




Ya Rasülallah, hani ümmetine seslenirken üzerine çıkıp mübarek ağzından inciler döktüğün hurma kütüğü vardı ya, hani ümmetine yine bir gün seslendiğinde bu hurma kütüğünün üstüne çıkmayıp Ashabı'nın yaptığı minberin üstüne çıkınca, etrafa hıçkıra hıçkıra bir ağlama sesi yayılmıştı ya, ağlamanın hiçbir insandan gelmediği anlaşılınca hurma kütüğünün yanına gidip onun ağladığını, senden ayrı kalınca hıçkırıklara boğulduğunu görünce onu mübarek ellerinle teselli etmiştin ya hani efendim. İşte ben, işte ben senden ayrı kaldığım o kadar zamana rağmen bir hurma kütüğü kadar ağlamıyorum, ağlayamıyorum gözümün nuru, gönlümün sultanı

efendim.



Şu ümmetin bir kütük kadar olamıyor ve ayrılığına yanıp kavrulmuyor sultanım. Ne olur, ne olur efendim gel beni de teselli et, bir hurma kütüğü gibi ağlamasam da, bir mağaranın önünde bekleyen KITMİR gibi sadık olamasam da ve senden ayrılacağını anlayan bir deve kadar içim yanmıyorsa da, ne olur Ya Rasülallah ben seni görmeden sevdim, çağlar ötesi zamandan "KARDEŞLERİM" hitabına "buyur canımın canı, buyur anamı-babamı ve her şeyimi yoluna feda ettiğim canım efendim" diyerek sana iman ettim gönlümün sultanı.


Sana layık ümmet olmasam da, sana KITMİR gibi sadık kalmasam da, sana bir örümcek kadar hasretinle yanmasam da ve seni gördüğünde heyecandan ufacık kalbi yerinden çıkacakmış gibi atan bir güvercinin yüreği kadar yüreğim tertemiz olmasa da, gel ne olur, rüya da olsa bile gel, gel de şu günah çukuruna batmış hafız ümmetini teselli et…


w6w20050926044457fb3ebccg0.gif

şeytandan mektup..

?ui=2&view=att&th=1272ee807357268b&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272ee807357268b&zw

Seni dün günlük islerini yaparken gördüm.


Namaz kilmadan, dua etmeden bir günü daha geçirdin.


Hatta yemek yerken ve yatarken bile dua etmek için vakit ayirmadin.


Çok nankörsün! Seninle gurur duyuyorum.


Benimle oldugun için çok mutlu oldugumu söyleyemem.


Hatirliyormusun? Senelerdir beraberiz ama seni hala sevmiyorum.


Dogruyu söylemek gerekirse:


Senden Allah'tan nefret ettigim için nefret ediyorum.


Allah beni cennetten attigi için bende seni kullaniyorum.


Seni de Allah'in bana yaptiklarini ödetene kadar kullanacagim,


ondan sonra sende defolup gidebilirsin. Biliyormusun aptal.


Allah seni seviyor, ama sen hayatin boyunca benim yanimdaydin.


Bunun içinde seni ödüllendirecegim. Hayatinin berbat olmasini


saglayacagim.


Biz ikimiz beraber kaldikça bu Allah'i çok üzecek.


Zaman senin hayatini kimin yönlendirdigini O'na gösterecek.


Ve bu senin sayende olacak.


Geçirdigimiz güzel günleri hatirla,


insanlari nasil hor görüyorduk, onlara küfür ediyorduk,


çilgin partilere gidiyorduk, hirsizlik yapiyorduk,


nasil iki yüzlü davraniyorduk, sigara kullaniyorduk,


cami'ye gitmiyorduk, dedikodu yapiyorduk.....


Bunlarin hepsini kaybetmek istemezsin degil mi?


Hadi gel aptal! Sonsuza dek beraber yanalim!


Senin için çok seyler düsünüyorum.


Bu mektupu sana ne kadar deger verdigimi söylemek ve hayatinin


büyük bir parçasini kullanmama izin verdigine tesekkür etmek için


yaziyorum. Aptal, bazen sana çok gülüyorum.


Öyle salakliklar yapiyorsunki,


benim bile migdemi bulandiriyorsun.


Sen böyle devam et.


Yeni nesile yalanciligi, aldatmayi, kumari ve cami yerine


diskolara gitmeyi ögret.


Sen bunlari onlarin yaninda yap ki onlarda seni örnek alsinlar.


Zaman sonra onlarda aynisini yapacaklardir.


Çocuklar böyle iste.


Neyse, simdi gitmeliyim ama birkaç saniye sonra tekrar seni


görmeye gelecegim. Azicik aklin olsaydi tövbe etmek için biryerlere


giderdin ve yasayacak oldugun bir kaç seneyi de Allah'la beraber


geçirirdin. Bir kimseyi uyarmak karakterimde yoktur aslinda,


ama seni taniyorum. Sen zaten benim yanimdan ayrilmazsin.


Senin yasinda olan bir insanin hala günah islemeye devam etmesi


saçeditik olsada. Sakin beni yalnis anlama, senden hala nefret


ediyorum, ve bu böyle devam edecek. Beni gerçekten seviyorsan


tabiki bu yaziyi kimseyle paylasmazdin.


Ölüm bizi bulusturana kadar.....


SEYTAN


NOT: Eger beni gerçekten seviyorsan bu mektupu kimseyle paylasmazsin

NEFSİNİZİ ALLAHTAN SATIN ALMAYA BAKIN


?ui=2&view=att&th=1272ec1ab6f20030&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272ec1ab6f20030&zw


Cenabı Hak, en büyük vazife olan tebliğ hususunda, "Önce en yakın akrabalarını uyar. " (Şuarâ, 26/214) buyurarak, Allah Resûlü'nün, işe akrabalarından başlamasını emretmiştir.


Bu ayet indirildiğinde Peygamber Efendimiz ailesinin bütün fertlerini, akraba ve yakın komşularını Ebû Kubeys tepesinde toplamış ve "Ey Abdulmuttalip oğulları! Ey Fih oğulları! Ey Lüeyy oğulları! Ben şimdi şu dağın öbür yamacında düşman süvarilerinin bulunduğunu ve size saldırmak üzere olduklarını söylesem bana inanır mısınız?" diye sormuştu. Onlar, "evet inanırız" deyince Efendimiz sözlerine şöyle devam etmişti: "Ben şiddetli bir azaptan önce size gönderilmiş bir uyarıcıyım." Bunun üzerine, Ebû Leheb öfkeden yerinde duramaz hâle gelmiş, �hâşâ ve kellâ� "Ağzın kurusun. Sırf bunun için mi bizi buraya çağırdın?" demişti. "Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Kurudu da." mealindeki ayet-i kerimeyi ihtiva eden "Tebbet" Sûresi'nin indirilmesiyle tesellî olan Efendimiz, Ebû Leheb gibi kimselerin mani olmaya çalışmalarına rağmen Allah'ın emrini yerine getirmiş, her fırsatta aile ve akrabasına da tebliğ ve irşatta bulunmuştu. Bir defasında, kavim ve kabilesine seslenerek şöyle buyurmuştu:


"Ey Kâ'b b. Mürre oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ben, âhirette sizin adınıza bir şey yapamam!


Ey Abdimenâf oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira âhirette sizin adınıza bir şey yapmak elimden gelmez!


Ey Abdülmuttalip oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira âhirette sizin adınıza da birşey yapamam!"


Efendimiz kendisine en uzak kabile ve oymaktan başlayıp en yakınlarına gelmiş ve "Ey Allah Resûlü'nün halası Safiyye, sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak, zira âhirette senin adına da bir şey yapamam!" buyurmuştu.


O Safiyye (radıyallahu anhâ) ki, Hazreti Hamza'nın kız kardeşiydi. O Safiyye ki, Allah Resûlü'nün "Havarim" dediği Zübeyr'in anasıydı. O Safiyye ki, zâlim Haccac'a karşı Ka'be'yi müdafaa ederken, asılmak suretiyle şehid olan Abdullah b. Zübeyr'in babaannesiydi. Ve bütün bunlardan öte, o Safiyye ki, Allah Resûlü'nün öz halasıydı. Buna rağmen İki Cihan Serveri, ona da "Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak, zira âhirette senin adına da bir şey yapamam!" demişti.


Efendimiz, sözlerini o kadarla da bitirmemişti, son olarak kendi kızı ve ciğerpâresi Hazreti Fatıma'ya (radıyallahu anhâ), "Ey Muhammed'ın kızı Fatıma! Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira âhirette senin adına da bir şey yapamam." demişti.


O Fatıma (radıyallahu anhâ) ki, gözüne ve hayâline hiçbir günah girmeden, Hazreti Ali (kerremallahu vechehû) ile evlenmişti. Zâten yaşı 25 olmadan da vefat edip gitmişti. Arkadan gelen bütün evliyâ, asfiyâ onun nurlu neslinin semeresiydi... O ki, sağanak sağanak vahiy yağan Nebî evinde yetişmişti. O ki, Allah Resûlü, onun hakkında "Fatıma benden bir parçadır." buyurmuştu... Ve yine o ki, cennet kadınlarının efendisi olduğu bildirilmişti. Ama Allah Resûlü ona da, evet bu Fatıma'ya da, "Kendini Allah'tan satın almaya bak! Nefsinin ipoteğini çözdürmeye çalış!" demişti.

?ui=2&view=att&th=1272ec32284ab8fa&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272ec32284ab8fa&zw

EFENDİMİZİN EN BÜYÜK MUCUZESİ

?ui=2&view=att&th=1272ec00e7a35807&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272ec00e7a35807&zw


Allah Resulünün en büyük mucizesi Allah'tan getirdiği mukaddes kitap...Yani Kur'an-ı Kerim...
Ey İlahi kanun, ey dirlik, düzen;

Asırlardır devam etti mucizen!..

Evet, Kur'an-ı Kerim asırlardır devam eden en büyük mucize...

Hazreti İsa ölüye:


- Kalk, Alah'ın izniyle! Dedi ve ölü kalktı...

Bu kainatın efendisinin mukaddes parmaklarından sular fışkırması kadar acayip değildir...

Hazret-i Musa'nın asası ejder oldu ve yere birtakım ipler atıp onları yılanlaştıran sihirbazların bütün marifetlerini yuttu. Ve denize şoseler açtı...

Daha neler neler oldu...


Fakat Allah'ın sevgilisi, topyekün zaman ve mekanın ve bütün mahlukatın Peygamberi Cenab-ı Muhammed (s.a.v.) de , bir işaretiyle kameri ikiye böldü. Parmaklarından binlerce sahabinin abdest almasına mahsus suyu fışkırttı. Hasretiyle bir ağaç kütüğünü inletti. Çılgın bir deveyi bir bakışta ayaklarının dibine sindirdi. Elinin değdiği her noktaya yeni bir hayat verdi... Ve bütün bu mucizeler semasındaki yıldızların merkezine, Allah'tan gelen güneş mucizeyi yerleştirdi...

İşte bu güneş: Kur'an'dı...


Ve Kur'an, ölüyü dirilten Hazret-i İsa, denizi yaran Hazret-i Musa, ateşi gülistana çeviren Hazret-i İbrahim peygamberlerin mucizelerinin yanında en büyüyüğü ve en müthişi...

O öyle bir mucize ki, nazil olurken, Resul-i kibriya yı raşelerle doldurdu, alnını yıdız yıldız ter damlalarıyla noktaladı ve dizine dizi değeni yıldırım gibi çarptı... Ve ondaki belağatı görenlerin aklı kamaştı...


Gelişi de ayrı bir eda, ayrı bir güzellik içinde...


Bazen dünyanın en güzel insanının (Dihye gibi) yüzüyle, bazende çıngırak seslerini andıran tarrakalarla geldi ve daima melek getirdi...

Alemlerin Rabbi olan Allah'ın kelamı...

Bu ilahi kelamı dinleyenler, Hazret-i Ömer gibi ona hemen kapılıp teslim oldular; yahut içinden çıkamadılar bir acayiplik denizine düştüler. Öyle ki, "Sihir" dediler de; "insan kelamı" diyemediler...


Nasıl desinler ki, Kur'an bütün insanoğluna meydan okuyordu:


"De ki: Andolsun, ins-ü cin şu Kur'an'ın benzerini (meydana ) getirmek üzere bir araya toplansa, yekdiğerine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler." (İsra Suresi / 88)
?ui=2&view=att&th=1272ec11ceac1a5f&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272ec11ceac1a5f&zw

AH DİLİM OLSAN DA KONUŞSAN


?ui=2&view=att&th=1272ebe6c7ee9521&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272ebe6c7ee9521&zw

Bir garip his yüreğimde, korkudan mı çaresizlikten mi, acıdan mı bilmem, kanıyorum..
Bugün kimsem yok derdimi söylemeye, gözyaşımı silmeye, ellerini arıyorum..
Her yerde o, her adımda onun ismi, ben nasıl unutayım ey unutmayı yaratan…
Ve yarın olacak gün doğunca, ben dünlerden kurtulamadım ki ey Rahman..
Ne diyeyim bana sorulanlara, nasıl diyeyim derdimi, ne diyeyim..
Ah dilim olsan da konuşsan, anlatsan içimin içini, beni yiyip bitirenleri…
Ah.. Ah..
Anlatsan yaralarımı, anlatsan çaresizliğimi, anlatsan dile asla dökemeyeceklerimi, yüzümü kızartan, içimi sızlatan hislerimi..

Ey beni benden iyi bilen, zaman zaman ağlatan, zaman zaman sevindiren yardımcım, bugün dilimdeki düğümü çöz, çöz de derdimi sunayım dergahında, yaralarıma ilaç isteyeyim edeple, Senden Seni isteyeyim..

Karardı çehrem, bozuldu lehçem, kalbim kırıldı, boynum büküldü,
Senin rızanı isteyemedim, dünyevi engellere takıldım, ağladım, yandım…
Bugün elimden bir şey gelmiyor, bir kuru duadan gayrı, kime ne pişmanlıklarımdan, mutsuzluğumdan, kim anlar..
Kim dinler bu kırık dökük ifadeleri Senden başka..
Sabur Sensin Ya Rabbi, bana bile katlanan Sensin..
Duaya benzemeyen yakarışlarıma anlam veren, gözyaşlarımı avuçlayan, rahmetine katan, kalbimi ısıtan, yaralarımın tabibi Sensin..

Yolundan gidenleri sevmem Sana gelmeme vesile olur mu bilemiyorum; ama Senin için Sana gelenleri çok seviyorum, belki bu hissiyatla nefsimin oyuncağı oldum, utanç duyacağım ameller işledim, ama biliyorsun ki bu günahımdan koktuğumdan çok rahmetinin beni de saracağından ümidim var, çok kuru bir ümit bu biliyorum; ama bir gün diyorum belki her şey değişir, ben de O’nun için yaşayanlardan olurum, O’nun yolunda her şeyimi feda ederim..


Ah Rabbim ah…

Şikayet edeceğim kimse yok Sana, kimse incitmedi beni, kırmadı kanadımı, herkese hakkım helaldir de şu nefsime dinletemedim bir Sözünü, hatrından çıkaramadı, unutamadı bir türlü o Senin sevdiğini..
Ah Rabbim onu ıslah et, beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimle baş başa bırakma..
Kendi elimle kendimi yakmama izin verme, yakacaksan Sen yak aşkının ateşinde, kor et yüreğimi Senin için yansın, kül olsun, ama ne olur boş sevdalarla tüketme Adınla huzur bulan yüreğimi, Sana çarptı mı hayat bulan kalbimi, son durağa kadar Seni söyleyip Sana atacak kalbimi..

Doğru bugün derdimi diyecek bir tek kul yoktur; fakat Senin her şeye gücün yeter, beni Senden başkasına muhtaç etme, kalbimi dininde sabitle, onun başkasına yanmasına, yolundan ayrılmasına, yanılmasına müsaade etme..

Senden başka ilah yoktur, Sen merhametlilerin en merhametlisisin..
Selat ve selam Kainatın Efendisi Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi veselleme, Hamd Sanadır ey Alemlerin Rabbi, ey her şeye nigehban, ey Rahman, ey Rahim, ey benim de Rabbim.. Amin..

?ui=2&view=att&th=1272ebf4b4d5da87&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272ebf4b4d5da87&zw

ırklar Bir Renkliliktir!

?ui=2&view=att&th=127244b94e41003c&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_127244b94e41003c&zw
?ui=2&view=att&th=1272454256db3b24&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272454256db3b24&zw
Irklar Bir Renkliliktir!

Irklar, insanlık kilimindeki farklı renkler ve desenlerdir.

Yüce Allah, sanatında daima renkliliği esas almıştır. Mesela, renkler yedidir, sesleri gösteren notalar yedidir, tatlar farklı farklıdır?
İnsanlık âleminde farklı ırkların olması da ilahi kader proğramından gelen bir güzelliktir.
Kilimdeki farklı motif ve desenler o kilime farklı bir güzellik katar.
Gök kuşağı tek renk olsaydı, şimdiki kadar güzel olmazdı.
Farklı ırklar ve milletler de dünyamıza farklı güzellikler kazandırmıştır.
Ülkemizde farklı ırkların varlığı, muazzam bir kültür zenginliğini netice vermiştir. Ülkemizin doğusunda batısında, kuzeyinde güneyinde farklı yemekler, farklı müzikler, farklı mimari durumlar' bizleri "büyük millet" yapmaktadır.

Allah'ın Boyası


'Sen Allah'ın boyasına bak!
Daha güzel boya kimin olabilir?? (Bakara, 138)

Yunus Emre, Kur'an'dan aldığı dersle 'Yaratılanı severiz, Yaratan'dan ötürü' der. Ama herkes Yunus Emre kadar olgun olmayabilir. Şöyle bir olay anlatılır:
Bir grup insan hac vazifesini eda ederken, beyaz ırka mensup bir Müslüman, zenci birini görünce biraz yüzünü ekşitir. Zenci, yanındaki arkadaşına yönelir ve şöyle der:
'Bana yüzünü ekşiterek bakan şu Müslüman kardeşime, sor bakalım, boyayı mı beğenmemiş, yoksa boyayanı mı'?
Kur'an-ı Kerim'de "Allah'ın boyası" ifadesi geçer. En güzel boyanın "Allah'ın boyası" olduğu ifade edilir. (Bakara, 138)
Ayetin işari bir manası insanlık âleminde kendini göstermektedir. İnsanlar esas azalarda bir olmakla beraber, ses, sima, renk gibi durumlarda farklı farklıdırlar. Kur'an şöyle bildirir:
"Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır." (Rum, 22)
?ui=2&view=att&th=1272454256db3b24&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272454256db3b24&zw

EY NEFSİM! HALİS OL Kİ, HALAS BULASIN!..

?ui=2&view=att&th=127242102bcd1e8f&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_127242102bcd1e8f&zw
?ui=2&view=att&th=12724221537a8efb&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_12724221537a8efb&zw
Ey nefsim, kendi gerçeğinle yüzleşmeye hazır mısın? Hesaptan önce hesap vermeye ne dersin? Halkın sevgisini ararken, ALLAH’ın nefretinden emin misin?


Kendine karşı sadakatini kaybetme...

Elest bezmindeki ahd-ü misakını unutma...
Ey kendi başına buyruk nefsim!
Sevdaların, korkuların, kaygıların?! Evet biraz açar mısın? Kalp ritmini zorlayan heyecanlarından bahsetsene! Hangi limana demir attın?
Göze gireyim derken, gözden düştüğünün farkında değilsin... Övünmek ve saygınlık kazanmak için bu ne hırs? Kendini beğenen nefsim şöyle demen gerekmiyor mu?
“RABBİM BENİ BANA BEĞENDİRME.”
Bilmediklerine “ben bilirim” demekten vazgeçmeyecek misin? Hala “bilmiyorum” demeyi bir nakısa olarak mı göreceksin?

NEFSİM! Kitab’a karşı neden soğuksun? Namaza neden ağırsın? Kardeşlerine niçin mesafelisin? Aktüaliteye meraklı, Ahiret’e duyarsızsın...Hangi kulvarda geziniyorsun? Başını almış nereye gidiyorsun?


Ne zaman samimi olacaksın... Riya ile kendine zulmetme...Toplum içinde kıldığın namaz ile yalnız iken kıldığın namaz arasındaki farkı nasıl izah edeceksin?

Nefsim! Rabb’imin “Feveylun” dediğini duymuş olman lazım... Namazında kendine yazık etme... riya bulaşan namaz başına bela olmasın...
Okuduğun Kur-an sana zulmetmesin... Nice Kur-an okuyanlar var ki, Kur-an onlara lanet eder. Bunu biliyorsun.

Ey kendine zulmeden nefsim!

Günah işlemekte ne kadar cesursun.. .Ateşe dayanma gücünü nerden alıyorsun?
Nefsim ebedi ve ezeli düşmanına, şeytana açık veriyorsun... Düşmanını küçümsüyorsun...

Nefsim!

Niçin susuyorsun? Çünkü suçlusun... Haydi itiraf et... Dönsene... Gel tevbeye...
Ey nefsim hala kendini temize çıkarmaya devam edecek misin? Oysa Hz. Yusuf Nebi şöyle diyordu: “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum.”
Yusuf’un yapmadığı tezkiyeyi yapıyorsun.
Bak dinle Kur-an ne diyor:
“Nefislerinize tezkiye etmeyiniz.” (Necm- 32)

Ey nefsim!

Kendini güvende mi hissediyorsun? Oysa Hz. Muhammed (s.a.v), kızı Fatıma’ya güvence vermemişti...
“Kızım Fatıma nefsini ateşten koru, kıyamet günü senin için elimden bir şey gelmez.”
Yoksa kimsenin bilmediği güvencelerin mi var?
Hz. Muhammed’in kızına vermediği garantiyi sana veren mi var? Nefsim topraktan geldiğini unutmuş gibisin... Azrail ile randevunu erteledin mi yoksa?
Ey yaşam hırsı ile sersem hırsım!
Hz. Muhammed’den geriye kalan neydi?

Nefsim!

Mutmain misin? Samimi misin?
Haydi rabbine dön! Sen dönmek istemesende dönüş O’nadır... Sen Rabb’inden? Rabb’in senden razı mı?
Uyarıya muhtaç nefsim, kendini müstağni görme... Yoksa samimiyetsizliğini gizlemek için mi samimiyet edebiyatı yapıyorsun.?
  SELAM VE DUA ILE..

?ui=2&view=att&th=1272422777f827af&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1272422777f827af&zw

EZAN-I MUHAMMEDİYE SESİ...


?ui=2&view=att&th=1271a4be7228f402&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1271a4be7228f402&zw
Evde her zamanki olağan işleri ile meşgul olan Yüsra, zilin çalmasıyla kapıya yöneldi. Gelen en yakın arkadaşı Hatice idi. Yüsra, arkadaşı Hatice’yi çok sever ve düşüncelerine de saygı gösterirdi. Çünkü delili olmadan hiçbir şeyi kabul etmez, hayatına Kur’ani bir şekilde devam etmeye çalışan azimli ve örnek gösterebileceği bir insan olarak her zaman takdir ederdi. En fazla anlaştığı, dertleştiği, sırdaşı olmuştu onun.
Neşe içerisinde buyur etti arkadaşını içeriye.Daha oturmadan koyu muhabbete dalmışlardı bile.Çok sık görüşseler de her bir araya gelmelerin de sanki uzun zamandır görüşmemişler gibi muhabbet ederler; güncel konular, Müslümanların üzerinde durdukları meseleler hakkında etraflıca fikir alış verişinde bulunurlardı.Yine her zaman ki gibi hararetle konuşmaya devam ettiler. Bu hal ezan sesine kadar sürdü.
Yüsra’nın evi caminin tam karşısındaydı. Açık olan camdan ahenk içerisinde içeri geliyordu ezan sesi. İkisi de susmuş, içeriyi dolduran ezan sesini dinlemeye koyulmuşlardı. Ezanın son bulmasıyla Yüsra söze atıldı;
- Ne güzel okuyor değil mi Hatice? İnsanın içini sızlatan, yüreğini titreten çok hoş bir nida.
- Evet gerçekten de çok güzel.
- Ezan seslerinin birbirine karışması da ayrı bir ahenk oluşturuyor sanki. Ama ne hazindir ki bazıları rahatsız oluyorlarmış bu ahenkten. Ve kesilmesi içinde dilekçeler verilmiş, neticede de merkezi sistemle okunup geçiliyormuş.
- Olsun arkadaşım bir kere de olsa okunsun ama namaz kılan çok olsun önemli olan da o değil mi?
- Ben de senin gibi düşünüyordum. Hiç dikkatimi çekmiyordu bu hal. Ezanı hiç bu şekilde düşünmemiştim. Bu şekilde düşünmeme oğlum sebep oldu. İstanbul’un yüksekçe bir yerindeyiz. Vakitte öğle vakti. Alabildiğine uzanan İstanbul’un her bir köşesinden yükseliyor Ezan sesleri. Sağ taraftan Allahu ekber, sol taraftan Hayya alel felah, diğer minareden de lailahe illallah sesleri birbirine karışıyor. Ne muhteşem bir ahenk. Ne muhteşem Yarabbi...
Gözlerimi kapatıp bu ahenge dalmıştım ki, oğlumun;
“Anne bizim memlekette ilçede ezan böyle okunmuyor değil mi?”
Sesiyle irkildim. Evet orada merkezi sistemle okunuyor ezan... En tepeye çıktığınız da üzerinize geliverecek gibi duran dağların eteklerinde onlarca minare gökyüzüne doğru yükselmiş ama oradan ezan sesi karışmıyor birbirine. Bir kere alel acele okunup bitiyor. Her camide aynı anda.
Yani bir birine karışmıyor Yaradanı yüceltmeler. Bir birine karışmıyor bu ilahi çağrı. O halde ezan neydi peki?
Ezan bir çağrı değil sadece...
Ezan Rabbi yüceltmek,
En büyük olduğunu haykırmak göklere doğru.
Bulutları parçalarcasına bir nida.
Ezan bir eylem, red, isyan aslında
Bizi davet eden diğer olgulara.
Yeri geldiğinde bir şamar.
Rab ile randevusunu unutan kula.
Gökleri ve yeri şahit tutmak aslında
Allah’ın tek ve yüce olduğuna.
Gökyüzünde bunların birbirine karıştığı bir ortamla, bir defa da aynı anda okunması elbette ki aynı olamaz. Aynı tadı veremez insana. Aynı duyguları hissettiremez. Aynı şekilde içini titretemez herhalde.
Orada umumi şikayet üzere bu sistem uygulanıyormuş. Üzücü hem de çok üzücü. Yarısında fazlası Müslüman olan bu ülkenin Anadolu’nun bağrı olarak görülen bu beldesinde Ezan dan rahatsız olmuş birileri. Ve şikayetle kesmişler bu sesi. Ya orada yaşayan alnı secdeye varan insanlar. Hiç mi beklemezler Rabbin çağrısını? Ve bu çağrının ahenkle semaya yükselmesini ? Ve bu çağrının kesilmesi hiç mi içlerini acıtmaz ? Hiç mi yürekleri yanmaz?
- Evet haklısın Yüsra ben hiç bu şekilde düşünmemiştim.
- Her şeyi aldılar elimizden yavaş yavaş. Hissettirmeden için için. Bize ait olan her şeyi. Değerlerimizi, hayatımıza serpiştirdiğimiz İslami hükümleri.
Ekonomik şartlar la yardımlaşma duygumuzu aldılar bizden. Bencil et yığınları haline geldik farkında olmadan. Kendinden başkasını düşünmeyen maddiyatçı para hırsı bürümüş hissiz, duygusuz birileri haline geldik hayat şartlarının ardına sığınarak.
Tarikatler, mezhebler, partiler ve düşünce ayrılıkları adı altında birlik ve beraberliğimizi aldılar elimizden hissettirmeden.
Tesettürümüzü aldılar sonra. Moda ve güzel gözükme uğruna tesettürden çıkan, sadece saç telini örten bir örtü haline getirdiler. İslami mücadelemizde yok oldu zaten belli korkularımızdan.Her şeyimizi aldılar elimizden. Bir tek Namaz ve ona çağıran Ezan kaldı elimizde.
Onu da kısıtlamaya çalışan zihniyete ne demeli. Almalarına izin vermemeli. Çocuklarımız, Ezanların göğü parçaladığı bir ortamda büyümeli.
Ezan seslerinin bir birine karıştığı bir ortamda büyümeli çocuklarımız. Allah’ı birleyen ve yücelten seslerin birbirine karıştığı bir ortama alışmalılar. Bu sesler zincirine aşina olmalı o minicik kulakları. Dikkatlerini çekmeli her ayrı minareden yükselen ama bulutların arasında birleşen bu haykırışlar. Dikkatini çekmeli ve yüreğini sızlatmalı bu nida.
Tek tip Ezan dan rahatsız olmalı sonra. Alel acele okunup bitiveren Ezan tipi rahatsız etmeli onu da. Sormalı, sorgulamalı nedenini.
Hatice derin düşüncelere dalmıştı. Ne diyeceğini ne yapacağını bilemez haldeyken arkadaşı devam etti.
- Ezanına sahip çıkmalı ümmet.Alnı secdeye varan herkes sahip çıkmalı.Tıpkı Bilal-i Habeşinin ilk okuduğunda ki hazzı duymalı.
Bu haz ile Rabbin huzuruna durmalı. Ellerinden alınmasına, kısıtlanmasına izin vermemeli diğer olgularımızı aldıkları gibi. Ezan sesi yerine çan seslerini duymak istemiyorsa reddetmeli ve karşı çıkmalı bu keyfi uygulamaya.
Hatice buğulanan gözlerini silerken bir taraftan da abdest almak için hazırlanıyordu. Arkadaşı çok haklıydı. Karşı çıkamadığı için ellerinden alınan güzellikleri kaybederken, o Ezanın susmaması için her ülkede özellikle de büyük bir çoğunluğu müslüman olan ülkede ezan seslerinin bir birine karışarak ahenkle semada buluşması için dualar etti içi titreyerek.
Namaz sonrası sohbetleri yine sürdü. Ta ki İkindi vakti her camiden birbirine karışarak yükselen ve sonra semada buluşan ezanı işitene dek.