Sensin Kerim,Sensin Rahim...



Sensin Kerim,Sensin Rahim... Sensin Kerim,Sensin Rahim... İniltilerle karardı kalbimiz ,ruhumuzu kırlettik.. Ama Sen'den şifa bekliyoruz.. Çünkü Sen Gerçeksin.. Ümit Sendedir.. Bizi kötülerden koru,Emin olanlardan eyle... Kendimize Sana emanet ettik..Bizi arındır.. Hakkımızla en hayırlı duayı nasıp eyle.. "Siz dua edin,Ben kabul edeyim "diyen Rabbim ! Sana davet ,bize icabet yakışır.. Bizi unuttuklarının arasına katma.. Çünkü Sen övüncümüzsün ... Ve biz..Senin adını seviyoruz.. Senin adını seviyoruz ALLAH'ım ! EY yalnızların,kendi başına kalmışların arkadaşı, EY mutsuzluğa düşmüşlerin yardımcısı, EY yoksulların zenginliği, EY zayıfların gücü, EY fakirlerin hazinesi, Gariplerin sığınağı, EY tek güç ve kudret sahibi, EY ihsanıyla tanınan keremi sonsuz RABBİM ! RESULÜN hürmetine ,sıkıntılarımız gider... ALLAH'ım ! Efsaneye göre, Anka kuşu,kendi ateşiyle yanıyor,kül oluyor... Sonra küllerinden yeniden diriliyormuş... Tıpkı ,güz geldiğinde, Kuruyan ağaçların bahar'da yeşermesi gibi... Ya da, Karanlık çöken gökyüzünün, Seherde,ufukta ince bir cizgi halinde ki ışıkla aydınlatması gibi... EY karanlıktan aydınlığa çıkaran ! Kuruyan gönülleri yeşerden,ve AŞKI'yla yanan kül olan kullarını kavuşma günü , yeniden dirilten ALLAH'ım ! Bizi karanlıktan aydınlığa eriştir... Bizi ölümden,ebediyete ulaştır... Güller hep ellerimizde açsın,dikenleri batmasın... Mutluluk hep yanımızda olsun,EN SEVGİLİDEN ayırmasın... EY ALLAH'ım ! Bizi belalara düçar etme..Bizi belarlarla imtihan etme... Bizi Kendine Dost eyle Rabbim..! Tıpkı İbrahim'i dost edindiğin gibi... Bizi musibetlerden muhafaza eyle... Tıpkı Onu muhafaza eylendiğin gibi.. Ey Alemlerin Yaratıcısı ! Kasvetli,kararmış,katılaşmış,adeda taş gibi olmuş kalbimizi MUM GİBİ yumuşat.. Feryatımızı ,aH u vahımızı hoş eyle ki,Rahmetini celbetsin.. Bizi köle gibi kullanan bu serkeş nefisten bizi satın al..! O nefis bıcağı kemiğe dayandı,zulmü canımıza yetti.. Ya Rabbi !Sana ne arz edeyım ? Çünkü Sen açık ve gizli herşey bilensin ! Bizlere yardım et ! EY ALLAH'IM ! Hamdini sözümüze baş tacı,zikrini gönlümüze merdiven,Kitabını hayatımıza Rehber,Pasulüne tek önder ettik.. Bizleri çölerde mahfettirme,bizleri bize bırakma ! ALLAH'IM ! Kapına geldik Sana sığındık,Sana yalvardık,Senden başka gidecek bir kapımız yok,bizleri affeyle... Kalblerimizde hidayet nurunu söndürme Ya Rabbi..! Ya Rabb, bu dini bize doğru olarak öğrenmeyi ve rızan istikametinde bir hayat yaşamayı, son nefesimizde iman ve Kuran' la ölmeyi bizlere nasip eyle. Dinsiz, İmansız olarak canımızı alma, ya Rabb bizlere cennetini ve cemalini görmeyi nasip et, Cehenneme yakıt (odun) olmaktan bizleri muhafaza eyle, bütün müslüman kardeşlerimi cennettine nail eyle. Amin Yüreğime şifa ver ki, sadece kendim için çarpmasın, senin sevginin ruhuna açılsın. Dilime şifa ver ki, kimseyi kırmasın, teselli edici sözler konuşsun. Ayaklarıma şifa ver ki, tökezlemesinler, yeni yollarda da güvenirli adımlar atsınlar. Gözlerime şifa ver ki, dosdoğru önüne bakmasın, senin dünyanın çehrelerini kalbime taşısın. Kulaklarıma şifa ver ki, tıkalı kalmasınlar, fakirlerin ve çağresizlerin haykırışlarını duysunlar. Ellerime şifa ver ki, hayal kırıklığına uğrayan yumru değil, birbirleriyle yardımlaşarak uzanan eller olsunlar. Zihnime şifa ver ki, uyuşmasın, senin sözlerinin takibcisi olsun... Ya Rabbi! Bizi şeytanın ve nefsimizin şerrinden muhafaza eyle. Ya Rabbi! Bizi kendine kul, habibine ümmet eyle. Ya Rabbi! Bizi Rızanı Şerifi’ne muvaffak eyle. Ya Rabbi! Bizi şükretmeye muvaffak eyle. Ya Rabbi! Bizi dostlarınla dost, düşmanlarınla düşman eyle. Ya Rabbi! Bizi habibine komşu eyle. Ya Rabbi! Bizi haramlara düşmekten muhafaza eyle. Ya Rabbi! Bizi ve sülbümüzden gelecek neslimizi Kur’ an’a, Sünneti Rasûlüllah’a hâdim, sancaktar, bayraktar ve hizmetkâr eyle. AMİNNNNNNNNNNNN AMİN..AMİN

Bu evrende her sey, ama her sey sevgi düsünür, sevgi konusur



Çevremize baktigimiz zaman, her seyin sevgi üzerine yaratildigim, sevgi düsünüp sevgi konustugunu görürüz. Sevgi, varolusun sebebidir. Hersey sevgiden dogmus, sevgiyle varolmus, sevgiyle varligini sürdürmektedir.
Sevgi, sevenle sevilen arasinda meydana getirilen bir ittifaktir.
Sevgi, kalpte bulunan, sevgilinin arzu ve isteklerinin disinda kalan her seyi yakan bir atestir.
Sevgi, bütün benliginle sevilene yönelme olayidir.
Sevgi, kökü son derece saglam, dallari göklere yükselmis, meyveleri gönülde, dilde ve uzuvlarda görülen hos bir agaçtir. Disa akseden bu belirtiler, dumanin atese, meyvenin agaca isareti gibi kalp ve uzuvlarda etkisini göstererek sevgiye isaret eder.
Yüce Rabbimiz Bakara Suresinin 208. ayet-i kerimesinde, “Ey iman edenler! Hepiniz birden barisa girin. Seytanin adimlarini takip etmeyin, çünkü o, sizin için apaçik bir düsmandir.” buyurmaktadir.
Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vessellem.) ise; “Iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmis olamazsiniz.” “Sizden biriniz kendisi için sevip istedigini, kardesi için de sevip istemedikçe gerçek mü'min sayilmaz.” buyurarak, sevgi ve kardesligi ögütlemektedir.
Yunusumuz; “Gelin tanis olalim, sevelim sevilelim.” diyor, insanlik bu bilince eristigi gün; geceleri gündüzleri kadar aydinlik, gündüzleri de cennet bahçeleri kadar huzurlu olacaktir. Fizik aleminde yerçekimi kanunu ne ise, insanlik aleminde sevgi de öyledir. Sevgi birlestirir, kin ayirir. Fazilet bahçesinde, insani degerlerle olgunlasan sevgi güllerini, özenle toplayip, susamis gönüllere dostluk pinarlarindan kana kana sundugumuz gün, topyekün insanlarin bayrami olacaktir. Ahlak duygusunun çiçekler gibi açtigi, hosgörünün bayraklastigi, adaletin tug'lastigi ve yediden yetmise bütün insanlarin dostluk içerisinde kucaklastigi ortami hazirladigimiz gün, hepimizin bayrami olacaktir. Böylece hem özledigimiz sevgi dünyasi kurulacak, hem de bütün insanlik huzur bulacaktir.
Mevlana'nin ifade ettigi gibi sevgi; aciyi tatliya, topragi altina, hastaligi sifaya, zindani saraya, belayi nimete ve kahri rahmete dönüstürür. Demiri yumusatan, tasi eriten, ölüyü dirilten sevgidir.
Bu evrende her sey, ama her sey sevgi düsünür, sevgi konusur, sevgi va'deder. Bu itibarla, kainata bir sevgi yumagi gözüyle bakilabilir. Ayri ayri ses ve soluklar, tek ve çift bütün nagmeler öyle bir ritim içinde akip gider ki, bunu görmemek ve anlamamak mümkün degildir. Bütün bunlar gösteriyor ki kainatta hersey sevmek içindir ve hayat sevgiden ibarettir.
Kur'an'in tarif ettigi Müslüman, ask ve sevgi insanidir. Maide Suresinin 54. ayetinde “Allah onlari, onlar da Allah'i sever.” buyurulmakla, sevginin ve askin Müslümanda bulunmasi gerektigi, bunlar Müslümanda bulundugu takdirde Yüce Allah'in mutlaka karsilik verecegi belirtilmektedir. Biz bu özelligi tasiyan insana “mü'min-i kamil” diyoruz. Mü'min-i kamil, bir merhamet, sefkat ve sevgi sembolüdür. Kur'an-i Kerim mü'min-i kamili; “Iman edip salih ameller isleyenlere gelince; halkin en hayirlisi da onlardir. Onlarin Rableri katindaki mükafatlari, zemininden irmaklar akan, içinde devamli olarak kalacaklari Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hosnut olmus, onlar da Allah'tan hosnut olmuslardir...” diye tarif etmektedir.
Kisaca özetlemek gerekirse, insanin kendini bilmesi, kendi benligine kavusmasi, aslî benligi olan Rabbine ulasabilmesi için tek çikar yol vardir, o da sevmek ve sevilmekten geçmektedir. Insan, sevgiyle gerçek aska ve nihaî gaye olan Rabbine ulasir.
Sevmek vazife, sevilmek imtiyazdir.
sevgimle kalın

gülistan

Düşündüm ki, ben üç cihette misafirim.
Bu menzilcikte misafir olduğum gibi, İstanbul'da da misafirim, dünyada da misafirim.
Misafir, yolunudüşünmeli.
Nasıl ki bu odadan çıkacağım, birgün de İstanbul'dan da çıkacağım, diğer birgün de dünyadan çıkacağım.
Bediüzzaman

Nakli esas almak

Sual: Dinde nakli esas almak ne demektir?
CEVAPNakli esas almak, hakiki İslam âlimlerinin kitaplarından, kendi yorumunu katmadan nakletmek demektir. Şu ayetten şöyle anlıyorum, şu hadisten şöyle anlıyorum diye kaynak göstermesi geçersiz olur. Buna, nakli değil kendi aklını, kendi bilgisini esas almak denir. Yani âyet ve hadisten kendi anladığını yazmak nakil değildir. Müctehid olmayanların âyet-i kerimeye mana vermesi doğru olmaz. Bir hadis-i şerif meali:(Kur’an-ı kerimi kendi görüşüyle açıklayan, verdiği mâna doğru olsa bile mutlaka hata etmiştir.) [Nesai]Berika’da bildiriliyor ki:Bir kimse, kendi görüşüne göre Kur’an-ı kerime mânâ verse, verdiği mânâ doğru olsa da, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata etmiş olur. Verdiği mânâ yanlış ise kâfir olur.Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:(Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mektubat-ı Rabbani]İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:Kitaptan ve sünnetten bizim ve sizin anladıklarımızın hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymak lazımdır. Bizim anladıklarımız, Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymuyorsa, hiç kıymeti olmaz; çünkü her bidat sahibi ve doğru yoldan kayarak dalalete düşenler, sapık bilgilerini ve bozuk işlerini, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anladıklarını ve bu iki kaynaktan çıkardıklarını söylemektedirler. Bu sözleri çok yanlış ve haksızdır. (1/157)Dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu iddia etmedi. Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulup, bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatların azaldı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu vasfa malik bir âlim ortada kalmadı. (Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar, Hadika) Cünüpken ölmek
Sual: (Cünüpken ölen kâfir olarak ölür) deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAPHayır, öyle bir şey yoktur. Eshab-ı kiramdan Hanzala hazretleri, gusletmeye vakit bulamadığı için, Uhud savaşında cünüp olarak şehid olmuş, melekler yıkamıştı. Bunun için (Gasil-ül-melaike) ismi ile şereflenmişti. Meleklerin yıkadığı, guslettirdiği zat demektir. Karınca yağı
Sual: Karınca yumurtasının yağını, tüy dökmekte kullanmak caiz midir?
CEVAPEvet, caizdir.

Fitre vermenin önemi

Sual: Kimlerin fıtra vermesi gerekir?
CEVAPİhtiyacı olan eşyadan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisabı kadar malı, parası bulunan Müslümanın fıtra vermesi vacib olur. Nisaba malik değilse fıtra vermesi vacib olmaz; fakat vermesi iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:(Ramazan orucu, gökle yer arasında durur. Sadaka-i fıtr verilince yükselir.) [Ebu Hafs](Sadaka-i fıtr, oruçlunun, uygunsuz sözlerinden hâsıl olan günahları temizler.) [Beyheki](Sadaka-i fıtr, zenginlerinize bir tezkiyedir. Fakirleriniz de verirse, Allahü teâlâ onlara daha çoğunu verir.) [Ebu Davud] (Tezkiye, temize çıkarma, temizleme demektir.)Diğer üç mezhepte, bir günlük yiyeceği olanın fıtra vermesi farzdır. Hadis-i şerifte, (Sadaka-i fıtrı, küçük büyük, zengin fakir herkesin vermesi gerekir) buyuruldu. (Ebu Davud)Dinen zengin olmayan herkes, fıtra, zekât alabilir. İhtiyacı olan eşya ve borçlarından fazla olarak, zekât nisabı kadar malı, parası bulunan Müslümanın, fıtra vermesi vacib olur. Fıtra, zekât alması, haram olur. Fıtra nisabına katılacak malın ticaret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da gerekmez Sadaka-i fıtr, Ramazan-ı şerifte verilir. Ramazandan önce ve bayramdan sonra da vermek caizse de bayram namazından önce verilmiş olması daha çok sevabdır. Şafii’de Ramazandan önce verilmez. Bayramdan sonraya da bırakılmaz. Hastalık gibi herhangi bir özürden dolayı oruç tutamayan kimsenin de, zenginse fıtra vermesi gerekir.Ana babaya, dedeye, büyük anneye, evlada, toruna, hanıma ve kâfire fitre verilmez. Fakir olmak şartıyla geline, damada, kayınvalideye, kayınpedere, kayınbiradere, üvey çocuğa fitre verilir. Hala, amca, dayı, teyze gibi akrabaya fitre vermek daha çok sevab olur. İmameyn’e göre, borçlu ve fakir kimseye, hanımı fitre verebilir. (Mevkufat)Sadaka-i fıtrın miktarı her yıl değişmez. Fıtra miktarları ve TL olarak bugünkü değerleri yaklaşık olarak aşağıda bildirilmiştir. Ya bu ürünlerin kendisini veya tutarları kadar altın vermek gerekir.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla




Ey insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz diye (Peygamber’i gönderdik.)
Fetih suresi 9

Sevmeyi öğreten sevgililer sevgilisine

Temiz yaşadı. Temiz insandı. Rabb’ine tertemiz gitti. İçi temiz, üstü temizdi. Uzuna yakın orta boyluydu. Yüzü çok güzeldi. Mekke’de 13 yıl, Medine’de 10 yıl boyunca karanlıkları aydınlığına çevirmeye çabaladı.Yaşı 63′e vardığında yorgundu. Yılların yorgunluğu yüzünde değil belki ama vücudunda hissediliyordu.Bazen dalıyordu. Belki Uhud’da kaybettiği amcasını hatırlıyordu. Kulakları kesilen, vücudu parça parça edilen Hamza’sını. Belki de hicrette attan düşürülüp dört aylık çocuğunu kaybeden ve Medine’de uzun süren hastalıklı yaşamından sonra kaybettiği kızı Zeyneb’ini hatırlıyordu. Bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey vardı, o da dostunu, Rabb’ini çok özlemişti.
Şerefli başını Medine’de, sevdiği eşi Hz. Aişe’nin dizinde Rabb’ine teslim ettiğinde hayal bile edilemeyecek büyük işler başarmıştı. Mevláná’nın dediği gibi: “Tasalanma! O kaybolmadı. Bütün bir álemdir O’nda kaybolan.”* * *Mütevazıydı. Kuran O’nun tevazuuna şahittir. Bir seferinde, “Beni İsa gibi uçurmayın. Ben Mekke’de kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” diyecektir. Şu ayeti tefsir eder gibi: “De ki! Ben sadece sizin gibi bir beşerim; sadece bana ilahınızın tek olduğu vahyolundu. (Fussilet, 6)Şakacıydı. İhtiyar bir kadın, cennete gidip gitmeyeceğini sorduğunda şöyle cevap verecekti: “Hayır, cennette ihtiyar kadınlar bulunmaz!” Kadının yüzünün üzüntüyle gerildiğini gördüğünde ise tatlı tatlı gülümseyecek ve “Orada yeniden gençleşeceksin. Bu halinle değil, genç halinle cennette olacaksın” buyurarak en zirvedekilerin nasıl sımsıcak olmaları gerektiğini öğretecektir.* * *Muhteşem bir sevgiyle sevildi. Şairler O’nu anlattılar. Mısraların en zarif yerinde ona gözyaşları akıttılar. Büyük şair Senai, bu sevgisini şu dizelerle haykıracaktır:“Rüzgára sordum! Neden Süleyman’a hizmet ediyorsun. Bana cevap verdi: O’nun mühründe Ahmed’in adı yok mu?”Ya Yunus. Bizim olan, bizden olan Yunus, O’nun yattığı toprağa hasretini bakın nasıl haykırıyor:“Medine’de Muhammed’i görmek isterdim ağlaya ağlaya.”Başka bir şair, O’nunla bütünleşmenin arzusunu;“Medine’nin Sultanı. Sen fakirlerin dostusun.Beni de elleri boş olarak gönderemezsin” sözüyle dile getirirken, Medine ziyaretinin günahların affına bir yol olacağına imanını dillendirmek ister.Çağdaş bir gönül insanının şu sözleri az mı güzel:“Sana áşık oldu İsa, gıpta etti sana Musa.”* * *Hz. Muhammed’i(SAV) ne kadar tanıyoruz. O’nu tanımaya gayret ettik mi hiç önyargılardan sıyrılarak. Adını vereceğim Batılı filozof, tarihçi, edebiyatçı veya aydınlardaki hoşgörülü bakışı bazen kendi aydınlarımızda göremediğimizden burkulmuyor değiliz.Prusyalı devlet adamı, modern Alman devletinin kurucusu Prens Otto Von Bismarck (1815-1898) O’nu anlatırken, “Seninle aynı asırda bulunamadığım için üzgünüm ey Muhammed! İnsanlık senin gibi bir şahsiyeti bir daha göremeyecektir” diyecektir. Thomas Carlyle (1795-1881), J.Devanport, Jean Paul Roux, Fransız Alphonse Marie, Louis Le Martine, Prof Edovard Montel, Dr. Steingas, Dr. Eratsen; Katolik ilahiyatçı Prof. Haus Kung, 1927 Hukuk Kongresi Başkanı Shebol, Fransız felsefeci Louis Lavalle ve daha niceleri…Ama belki en çarpıcı olanları; yattığı hastaneden dostuna gönderdiği mektubunda, “Bana Kuran-ı, Kant’ın ve Hengel’in kitaplarını getir” diyen Dostoyevski veya Hz. Peygamber’in hadislerini derleyen ve O’na imanını haykıran Rus yazar Tolstoy’dur. Hepsi Hz. Muhammed’e(SAV) hayranlıklarını ilan etmişlerdir.sevgiyle bakmamı öğreten Peygamberime sonsuz salat ve selam olsun

kalbiniz ölüyse,nereniz diri sayılabilir ki ?

insan ,hem bedeniyle hem ruhuyla insandır..fakat,bedeni anlamlandıran ruhtur..insan,bedeniyle değil,kalbi hayatıyla insandır..
"kuskusuz ki,ALLAH sizin suretinize değil,ancak kalblerinize bakar"hadisi,bize ALLAH'ın nazargahının insanın kalbi olduğunu bildiriyor..bu sebeple insan yürek muhasebesini günlük ölçekte mutlaka yapmalı...her sey yürekte başlar ve biter..
kalbinizle yani yüreğinizle sevdiğiniz bir insanın dış tezahürü sizin için önemli olmaz...yüreğinizle nefret duyguları taşıtığınız bir kimse ise,sizin için önemini yitirmiş bir kişidir...kalbini kırdığınız bir insana ne yaparsanız yapın,hemen tamir edemezsiniz..sevginin ana merkezi kalbtır..
kalbimizden kin,öfke,kibir kıskançlık gibi şerli duyguları izale etmeliyiz..aksi halde kalbin katılaşması tehlikesiyle karsı-karsıya geliveririz...katı kalb acımaz,sevemez,bağışlayamaz,ilgi göstermez,anlayamaz....
anlayamaz çünkü,ALLAH kalbin anlama yeteneğinden bahşeder.."onların,kalbleri vardır ama anlamazlar.."(araf sur.179)bir seyi yüreğinizde yaşatmanız çok önemlidir..
sevmediğinizi yüreğinizi koyamazsınız..yüreğinizdekiler sevdikleriniz,değer verdikleriniz,...
o halde herkeş yüreğinde YARATICISINA ne kadar yer ayırdığına bir baksın !ALLAH'a ne kadar ilgi duyduğunu işte burada belli olacak..evet dostlar.kalbimizin gıdası iyiliktir,affetmektır..
kalbimizi gıdasız bırakmayalım.yoksa ölür...kalbimizin ölümü,tüm bedenimizin ölümüdür..
evet,yaşayıp yaşamadığınız test edin..kalbiniz durmuş olabilir..kalbiniz ölüyse,nereniz diri sayılabilir ki ?
selam ve dua..

GIYBET DİNLEYEN NE YAPMALI...?

Engel olmazsak, bizimle konuşurken gıybet yapanla suç ortağıyız. Çünkü gıybetin devam edebilmesi, bizim en azından dinliyor görüntüsü verebilmemize bağlıdır. Başkalarının gıybetine bilinçli kulak misafiri olan da gıybetin suç ortağıdır. Bu söz sadece bizimle konuşanın yaptığı gıybeti değil; çevremizde, radyoda veya televizyonda yapılırken dinlediğimiz gıybetleri de kapsamaktadır. İlk yapmamız gereken, “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken ona yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar” (22) hadis-i şerifini hatırlamak olmalıdır. O anda kendimizi gıybeti yapılan kişinin yerine koymalı, bizden gıyabımızda bu şekilde söz edildiğinde rahatsız olup olmayacağımızı sormalıyız. Onuru zedelenen kişinin üzülmesi gerekiyorsa üzülmeli, hakkını savunması gerekiyorsa savunmalıyız. Önce kalbimizde derin bir rahatsızlık oluşmalı, gıybeti dinlemeye tahammül edemez hâle gelmeliyiz. Gıybeti yapılan kişi kişisel dostumuzsa, mutlaka sözel olarak müdahale etmeli, onurunu savunmalı ve gıybeti suçlamalıyız. Susturmanın bize zararı büyük olacaksa, ‘rahatsızlığımızı hissettirmek şartıyla’ oradan hemen uzaklaşmalıyız. Radyo veya televizyonda yapılıyorsa, hemen kapatmalıyız. Bunları yapamıyorsak, dinlememeye çalışmalıyız. Dahası, gıybeti dinlediğimiz için Allah’tan af dilemeli, Gıybeti yapılan kişiye dua etmeli, Duyduklarımızın etkisinde kalarak suizan etmemeye özen göstermeliyiz. Uyarıp düzeltemediğimiz gıybetçiden, elimizden geldiğince uzaklaşmalıyız
--

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla



Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı (tamamen sarf etmenizi) istemez.Muhammed suresi 36

Geldim Rabbim...

Ey Rabbim !!Seni düsünüyorum simdi…Günahımdan çok rahmetini..Ve geldim iste..Neyim var , neyim yok ise aldım,geldim..Olanca günahımla,isyanımla…Olmayan sükrüm ve duamla geldim..Geldim iste..Geldim Rabbim..Öyle yorgun düşmüş hâlde geliş ki bu geliş..Öyle yorgunum ki ALLAHım..Affetsen.. Kurtuluversem bu yükten..Dinleniversem…Dileniyorum işte kapında..Rahmetininin dilencilerini eli boş çevirmeyeceğinin bilinciyle dileniyorum..Geldim işte sonunda..
Alırsın değil mi huzur kapısından..Kapılar önünde koymasın değil mi ; öyle perişan..? Çaresizim şimdi… Öylesine çaresiz..Öylesine lâl..Dışarısı soğuk şimdi…Dışarısı ayaz..… Huzurunun o sıcak iklimine muhtacım .. Şimdi yok yeri yurdu bu bedevinin,sokak çocukları kadar..çöllerde kabul etmez artık ,günahlarımdan..!Lâ mekânlarda kaldım ALLAH’ım! ..Zaman tükendi artık...Tükendim ALLAh’ım..Tek bir nefes aldırmaz oldu artık gafil yanım..Muhtacım ALLAH’ım… Öylesine muhtaç..Ah… Öyle açım ki hem de,rahmetinin tek bir damlasına..Ey kalbimin sahibi..Ey rahmeti ab-ı hayat iksiri..Rahmetsizlikten kavrulan gönlüme nurlarını yağdırmaz mısın… ?Ey dertlerin biricik dermanı olan..Ey ezeli ve ebedi dostu,kullarının…Geldim işte..Buradayım… Kabul etmez misin ? ‘’Kulum’’ demez misin?...Almaz mısın yoksa huzuruna ‘kul’’ olduğunu unutup kulluktan bihaber bu acizi..Affetmez misin ALLAHım … Bunca günahıma bakıp da ret mi edersin..?!
Şimdi ne olur Ey Rabbim,izin ver..İzin ver huzuruna günahsız durayım..Yetmez değil midir, bunca zamandır omuzlandığım günah yükümü..?!Günahımı alıp,bu yükten kurtarmaz mısın?Bunca zamandır işlediğim günahlardandır, sana varamayışım..Sana gelişimi engelleyen tüm prangaları söküver ALLAh’ım..
‘kULum’’ dediklerin arasına katıver bizleri de..
Sana layık kul olmakla şereflendir ALLAH’ım..Abd olmakla huzuru bulalım..Sıkıntılarımızdan kurtulalım abdiyetle..Bağışla ALLAh’ım..Cürmümüz çok…Ama..Ama,rahmetin daha çok..Rahmetinden ümitvarım… Sen ki rahmetinin %99’unu kıyamette mü’min kullarına saklayansın…Geri kalan bir rahmetinle ,dünyada kaldır bu yükümüzü de huzurunda boynumuzu bükme ALLAH’ım..Bilirim … Bilirim affedersin ALLAhım..
‘Senin rahmetin okyanus, günahım ise okyanustaki adada bulunan ağaçtaki garip kuşun ağzında ;bir nohut tanesi ..’’O okyanustan bir damla düşür çorak gönlüme de ,kuraklaşmış tüm yanlarım o ab-ı hayatla yeşersin..Eksik etme kalbimden rahmetinin damlalarını..İzin ver nasuh tevbe kapılarından geçeyim de, dilime değen her bir harf gönlümde yeni dua çiçekleri filizlendirsin..Baharın ölmüş toprağa hayat verdiği gibi , ben de yeni bir hayat bulayım ..Ölüleşmiş kalbimdan gelen kötü kokular ruhuma değmeden ,rahmetinin hoş kokuları ile dolayım..
amin

Ve Kur'an-i Kerim bir yol haritası,bir kılavuz kitap verdi..

Yüce Rabbimiz ,kullarına olan sevgisi sebebiyle,onlara sonsuz bir hayat hazırladı..Cenneti yarattı,ve bu güzellik ülkesini sayısız nimetlere donattı…Bu nimetlerin benzerini tatmalarını ve Rablerini tanıyıp ibadet etmelerini için onları dünyaya gönderdi..
Ayrıca kendilerini sonsuzluk diyarına götürecek Rehberler gönderdi..Ve Kur’an-i Kerim bir yol haritası,bir kılavuz kitap verdi..Eşsiz bir hidayet ve saadet Rehberi olan Kur’an-i Kerim,pek çok Ayet-i Kerimesinde insanın yaratılışındaki hikmetleri,Kainattaki harikulade nizamı ve Kur’an-i Kerim’in bir beyan mücizesi olduğunu düşünmeye davet eder…
İnsanoğlu ,Kainatı tanımak,ve ondaki ilahi sır ve hikmetlere vakıf olmak ve tefekküre hakkıyla yok bulmak için Kur’an’in irşadına muhtaçtır…Kainat hadiseleri üzerinde tefekkür eden insan şuuru..“Bu dünya nedir..? Niçin yaratıldım..? saadet yolu hangisidir...? Nasıl yaşamalıyım..?ve nasıl bu fani aleme veda etme hazırlığı içinde olmalıyım..? “ gibi sorularını cevapını arar…
“YERİ DÖŞEYEN,ONDA OTURAKLI DAĞLAR VE IRMAKLAR YARATAN VE ORADA BÜTÜN MEYVELERDEN ÇİFTLER,ÇİFTLER YARATAN O’DUR..GECEYİ DE GÜNDÜZÜN ÜZERİNE O, ÖRTÜYOR..ŞÜPHESİZ BÜTÜN BUNLARA DÜŞÜNEN BİR TOPLUM İÇİN İBRETLER VARDIR.. (ER-RA’D,3 )
Evet,Kur’an,insanoğlunun son ilahi kılavuzu..Hazreti Muhammed izinden gidilecek son ilahi Rehber..
Kur’an bir Rahmet sağanağıdır..Her yönüyle Allah’ın geniş Rahmetini anlatır..Tüm insanlığın üzerine yağan bir Rahmedir..Fakat sadece Kendine iman edenlerin istifade edebildiği Kur’an,Onu okuyan ve yaşayan için Rahmettir..
“EY İNSANLAR,RABBİNİZDEN SİZE BİR ÖĞÜT,GÖNÜLLERDEKİ HASTALIKLARA BİR ŞİFA,MÜ’MİNLER İÇİN DE BİR HİDAYET VE RAHMET OLAN KUR’AN GELMİŞTİR..(YUNUS,10/57 )
Kur’an’daki Ayetleri hepsinin hedefi insandır..Doğrudan insana hitap eder..İnsan bu hitabın önünden sağa-sola kaçarsa kendine yazık etmiş olur..Yüzünü karşı okunan Ayetler yüzüne çeviren ,Ayetlere hafıf alan helak olmuştur..Kur’an ile yaşamamızı dileğiyle Allaha emanet olun


Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem buyurdular ki:
"Oruç insanı Cehennemden koruyan bir kalkandır. Tıpkı sizi savaşta ölümden koruyan kalkan gibi"
(Nesâi, Savm: 167)
---
Manevî tehlikelere, günahlara, kötülüklere karşı duracak en güçlü manevî silah oruçtur. Çünkü iftar saatine kadar oruç kalkanını kullanan, oruç siperinin arkasında duran insan, nefis ve şeytandan gelen günah oklarına karşı hazırlıklı bulunur, kalbini yaralamasına meydan vermez.
Çünkü günah insanın arzu ve isteklerine uymasından dolayı işlenir. Nefsanî duygular, açlık ve susuzluk gibi şeylerle kırılınca insan kendisine hakim olur, dolayısıyla günahlardan uzak durur.
Günahlardan uzak durunca da, âhirette onun neticesi olan Cehennem azabından korunmuş olur.

gülistan

Dünyanın yüz bahçesi, fani olmak haysiyetiyle; ahiretin baki olan bir ağacına mukabil gelemez.
Bediüzzaman

DURSUN ALİ ERZİNCANLI

EY İMAN EDENLER!




Hucurat süresi bir hayat çerçevesi çiziyor..Örnek bir cemiyet modeli sunuyor..Birlik ve beraberliği zedeleyecek davranışlardan Sakındırıyor..Kardeşçe yaşamanın erdemine çağırıyor..Birlikteliğin Muazzam gücüne sahip çıkmaya davet ediyor..Hucurat süresi 11-13 Ayetlerinde Yüce Rabbimiz söyle Sesleniyor bizlere…“Ey iman edenler! Bir topluluk diğerine alaya almasın,belki deonlar kendilerinden daha hayırlıdırlar.Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar.belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar.Kendi kendinize ayıplamayın,birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın,İnandıktan sonra fısk adı ile çağırmak( yoldan çıkmış olmak)Ne kötü bir şeydir.kim tövbe etmezse,işte onlar zalimlerdir.Ey iman edenler!!Zannın çoğundan sakının.çünkü o zannın bir kısmı günahtır.Birbirinizin suçunu araştırmayın,kimse kimseyi çekiştirmesin.Herhangi biriniz ,ölü kardeşiniz etini yemekten hoşlanır mi?İşte bundan iğrendiniz,o halde Allah’tan korkun..Şüphesiz O,(c.c.) tevbeyi çok kabul eden,çok bağışlayandır.”Evet,birbirimizi alay etmeyelim.Çünkü alay etmek,mü’min olduğu dereceden aşağı görmektir.Allah’ın yarattığı uygun bulmamaktır..çok büyük suç ve günahtır..Kendi kendinize de ayıplamayın..Ahirette ondan dahi sorulacaksınız..Yani kendi nefsinizi nasıl davranacağınızdan,size emanet edilen Özün hakkını gözetmek durumdasınız..Haksız yere kendinize ayıplamayın..Birbirinize kötü lakaplarla çağırmayın..Çünkü bu,cahiladetlerindedir..İnsan onuruna zedeleyen bayağı bir davranıştır..Zannın çoğundan sakının.Herhangi bir şeyi anlayıp dinlemeden Peşin hüküm vermeyin.Hiç kimse hakkında yargısız infazdan bulunmayın.Büyük günahtır.Oysa müslümana hüsn-i zan yaraşır.iyimserlik yakışır..Ve birbirinizin gizli kusurlarını araştırmayın.Tecessüs ne büyük günahtır bir bilseniz..Merhamet çağlayanı Peygamberimiz (s.a.v.) kapısını dinlemeye yeltenirken karşılaştığı insana nasıl da azarladı..“Bunu yaptığını bilseydim,şu elimdeki tarakla gözlerini oyardım! “dedi..(Müslim)Çünkü tecessüs, Allah’ın açığa çıkarmadığını kurcalamaktır..Allah’la kul arasındaki sır,size ayan olmadıkça onu peşine düşmeyin.Evet Hucurat süresinde Rabbimiz bunları tenbih ediyor..Bu hatalardan birini veya bir kaçını işlemişsek,hemen tövbe etmemizi buyuruyor..Ölü kardeşinin etini yemek kadar iğrenç sayılan davranışlardan uzak durmamızı buyuruyor.Bunlardan tövbe etmeyenin üstüne fasiklik alameti bulunacağını,Belki onun zalimlerden sayılacağını haber veriyor..Hucurat süresi ,müminler arasındaki karşılıklı sevgi-saygı hissinin geliştirmesine işaret olunuyor..İnsanlara gıyabında saygılı davranmanın faziletini öğretiyor..Evet,sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)müminlerin bir binanın tuğlarını Gibi tek vücut olmaları gerektiğine işaret ediyor..O mukaddes yapıyı ikmal eden bir tuğla da ben olayım inancıyla,Sözlerini ve davranışlarını test edebilmek ne mutlu..

Gözün haramdan koruyan kadın ve erkek








Göz gönlü doğrudan etkilediği için önemlidir.Yüce Allah'a kulluğun dostluğun merkezi gönüldür.Bunu için gözün her işi gönlü de ilgilendirir.Gözü korumak gönlü afetten korumaktır.Gönül ve kalp aynı şeydir.İnsana verilen kalp Yüce Allah'ın nazar ettiği manevi bir cevherdir.Kalp Allah ile irtibat yerimizdir.Kalp günahla kirli kapalı ve hasta olan kimse gerçekten Müslüman'lığın tadını alamaz.Kalbin manevi hayatı,tadı ve aşkı için gözün haramlardan korunması gereklidir. Göz,Yüce Yaratıcı'nın insanoğluna verdiği en güzel hediyelerdendir.Göz,kulak,dil,gönül...Evet bunlar birer emanettir ve her mükellef insan bunlarla yaptıklarından sorumludur. Gözün haramdan korunması farzdır.Bu emir hem erkekler için hem de kadınlar için geçerlidir.Yabancı bir kimse ile karşılaşma,konuşma muhattap olma durumunda bakışların kontrol altında tutulması gerekir.Bir mümin hiçbir mazeret yokken karşısındaki kimsenin bakılması haram olan yerlerine bakamaz ve bakışını ihtiyaç dışı uzatamaz.Gözün haramdan koruyan kadın ve erkek diğer azalarını haramdan rahat korur.Gözü harama bulşamayan kimsenin,kolay kolay dili,eli ve bedeni harama bulaşmaz.Bunun için ayetlerde bütün erkek ve kadınlara şu emir verilmiştir:"Mümin erkeklere söyle gözlerini haramdan çevirsinler"(Nur 30).Mümin kadınlara söyle onlar da gözlerini haramdan çevirsinler.(Nur 31) Dinimizde yabancı ifadesiyle kastedilen kendisiyle evlenme yasağı olmayan kimseledir.Bunu için dinimiz aralarında sürekli evlenme yasağı bulunmayan bir erkek ve kadının birbirine bakmasını belirli ölüçülerde bağlamıştır.Yabancı kadınlarla karşılaşmada ilk bakışın sorumluluğu yoktur.Çünkü bundan kaçınmakta güçlük vardır.Bir de karşındaki kimsenin tanıdık mı yabancı anlamak için bakmak gerekebilir ve bir bakış yeterlidir.Bunda şehvet kastı olmamalı.O tabii bir bakıştır.Ancak bir kadın örtü içinde bile olsa bir zaruret yokken ona kasıtlı ve ısrarlı bakışlar yasaklanmıştır.Allah'ın Resulü(S.A.V) bu konuda ölçüyü şöyle belirlemiştir."Ey Ali!Dışarıda yabancı bir kadın gördüğünde birinci bakışa ikincisini ekleme .İlk bakışın günahı yokken fakat hiç gerekmediği halde tekrarlanan ikinci bakışın sana vebali vardır." Rabbim gözümüzü günahtan sakınmamızı nasip etsin hepimize..amin


kız çocuğu bir minettir..



Kız, çocuğu olunca üzülmek, hele hele anneyi suçlamak çok yanlıştır.Kur'an-ı kerimde mealen, (Allah dilediğine kız, dilediğine erkek çocuk bahşeder. Kimine hem erkek, hem kız çocuğu verir, dilediğini de kısır bırakır. Her şeyi hakkı ile bilen ve her şeye gücü yeten ancak Allah tır) buyuruldu. (Şura 49, 50)
Peygamber efendimiz, (Kız çocuklarını hor görmeyin) buyurdu. Hor görmek dini bilmemekten ileri gelir. Hayırlı evlat istemelidir. Hayırlı olmadıktan sonra, kız veya erkek olmuş ne fark eder?
Dinimizde, kadının ve kız çocuklarının fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:(Kızlarınızı altın ve gümüş ile süsleyin! Elbiseleri güzel olsun! İtibar kazanmaları için en güzel hediyelerle ihsanda bulunun!) [Hakim]
(Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü teâlânın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.) [Taberani]
(İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni Mace]
(İki kızı veya iki kız kardeşi olup da, maişetlerini güzelce sağlayanla Cennette beraber oluruz.) [Tirmizi]
(Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Allahü teâlâ, rahmetle nazar ettiğine de azap etmez.) [Harâiti]
(Çarşıdan turfanda meyve alıp evine getiren, sadaka sevabı alır. Getirdiği meyveyi, erkek çocuklarından önce kız çocuklarına versin! Kadınları, kızları sevindiren, Allah korkusundan ağlayanlar gibi sevap kazanır. Allah korkusundan ağlayanın bedeni de Cehenneme haram olur.) [İbni Adiy]
(Üç kızına, ihtiyaçtan kurtulana kadar iyi bakan, yedirip giydiren, elbette Cenneti kazanır.) [Ebu Davud]
(Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allahü teâlâ Cennete koyar.) Eshab-ı kiramdan biri, (İki tane olursa da aynı mıdır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz (Evet, iki tane olursa da aynıdır) buyurdu. Başka birisi, (Ya bir tane olursa?) diye sual etti. Cevabında buyurdu ki: (Bir tane de olsa gene aynıdır.) [Hakim, Harâiti]
Görüldüğü gibi, kız ve kadınlara değer vermeyenler, müslümanlığı bilmeyen kimselerdir. Müslüman, dinini iyi öğrenip kadına layık olduğu değeri vermelidir!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.) [İ.Asakir]
Allaha emanet olun

Şehit Babam ve Şehit Ailem




Bilal Nizar Reyyan,şehit edilen ailesinin cenaze merasiminde.

Bilal Nizar ReyyanSevgili annem, Ümmü Bilal; Allah yolunda şehadete aşık, sabırlı ve mücahide anneciğim.. İlk önce kendi oğlunu Allah yolunda şehadete sunmuşken nasıl şehadete aşık olmasın? Şehadet eylemine gitmeden oğlunu son gecesinde kucağında uyuttu ve şehadete uğurladı. Şehit kardeşim İbrahim ve yoldaşı Abdullah Şaban (Allah ikisine de rahmet eylesin) Siyonist yerleşkelerine ilk baskın düzenleyenlerdi. 2 Ekim 2001'de Elei Sinai yerleşkesine baskın düzenlediklerinde İbrahim henüz 17 yaşını tamamlamamıştı. Allah azze ve celle'nin izniyle yoldaşıyla birlikte 4 Siyonist askeri öldürdüler ve yaklaşık 20 tanesini de yaraladılar. Düşmana ağır zayiat verdirdiler. O gün Allah'ın düşmanı Şaron, "Bu gece İsrail Devleti için oldukça zor bir gece" demişti.Annem (Allah rahmet eylesin) ve babamın diğer eşleri (Allah hepsine rahmet eylesin) hayatlarının son gününe kadar taziyede bulunmak, sabır tavsiye etmek ve acılarını hafifletmek üzere şehitlerin evlerine giderlerdi. En son gittikleri taziye evi, şehid eşi şehide Fatıma Salah'ın (Allah rahmet eylesin) eviydi. İstisnasız hepsi Allah yolunda şehit olmayı istiyor ve bunun için Allah'a dua ediyorlardı. Allah'a karşı samimi idiler ve Allah da onların bu duasını kabul etti. Ey kalbimin sevgilisi! Gece yarısı nöbet tutanlar senin o harika yemeklerini ve pastalarını özleyecekler.Babamın ikinci eşi, Ummu Abdurrahman teyzem… (Allah rahmet eylesin)… Sen ve babamın diğer eşleri namazlarınızı camide düzenli kılmaya ne kadar özen gösterirdiniz. Ramazan'ın son on gününde gece namazını ve itikafı terk etmezdiniz.Gazap Günleri Savaşı'ndaki bir olayı hatırlıyorum. Babam (Allah rahmet eylesin), ilk yardım malzemeleri almıştı ve yaralı mücahidlere müdahale etmesi için Ummu Abdurrahman'a vermişti. Ummu Abdurrahman, hemşirelik alanında üniversite diplomasına sahipti ve Gazze'nin en seçkin eğitim merkezlerinden birinde bir süre hemşirelik dersi vermişti. Babam ona gerekli malzemeleri getirmişti. O da hemen görev için hazırlandı. Bu görev onu çok sevindirmişti ve yaptığı işle gurur duyuyordu.Babamın üçüncü eşi Ummu Alâ… İnce ve tertemiz kalpli sevgili teyzem… Babamın eşlerinin hepsi temiz kalplilerdi. Ummu Alâ (Allah rahmet eylesin) çok cömert biriydi ve herkese karşı şefkatliydi. Başkalarının dertleriyle dertlenir ve onlara teselli verirdi. İnsanların üzüntü ve sıkıntıları için ağlardı. Müslümanların darlığını gidermesi için Allah'a dua ederdi.Mübarek nöbet gecelerinden birinde Allah ona babamla birlikte nöbet tutmayı nasip etmişti. Gazze İslam Üniversitesi Usulu'd-Din Fakültesi Tefsir Bölümü'nde master yapıyordu. Master diplomasını alamadı ama Allah onu yolunda şehadet diplomasıyla şereflendirdi. O, dünya diplomalarının hepsinden daha büyük bir diplomadır. Tertemiz kanlarla yazılmış bir diplomadır.Babamın dördüncü eşi Ummu Usame bin Zeyd… Kur'an hafızıydı. Usulu'd-Din Fakültesi'nden mezun olmuş, Gazze İslam Üniversitesi Usulu'd-Din Fakültesi Hadis Bölümü'nde master öğrencisiydi. İlkokul öğrencilerinin İslami Terbiye dersine giriyordu. Babamın diğer eşleri gibi o da çok cömertti. Hayır yapmayı ve cihadı severdi. Allah hepsine rahmet eylesin ve hepsine Firdevs-i Âlâ'yı nasip etsin. Bizi de en kısa zamanda onlara kavuştursun.Sevgili kardeşlerime gelince… Hatırladıkça onların gülme sesleri kulaklarımda çınlıyor. Buna karşılık çocukluklarına ve masumiyetlerine acımadan Siyonistlerin hain ellerinin onların vücutlarını nasıl parçaladığını hatırlayınca yüreğim paralanıyor ve kan ağlıyor. "İsrail" yok olana kadar da öfkemiz dinmeyecek. En kısa sürede bunun gerçekleşmesini Allah azze ve celle'den diliyorum. Tek tesellimiz, onların hak yolunda, Allah yolunda yürümüş olmalarıdır.Babamla birlikte onbir kardeşim şehit oldu. En büyükleri onaltı yaşındaki Ğassan idi. Ğassan, mücahitlerin Beyt Hanun'da kuşatılmaları sırasında bir gözünü kaybetmişti. Kuşatmayı yarmak için düzenlenen gösteriye katılmıştı ve Allah'ın izniyle kuşatmayı yardılar. Gözünün birini kaybettiğini öğrendiğinde hastanede söylediği ilk söz, "Allah'a hamdolsun, diğer gözümle de düşmanı avlayabilirim" olmuştu.Saldırı anında Ğassan odasında uyuyordu. Çok az kimsenin bildiği yüklerden rahatlamak için sırtüstü uzanmış yatıyordu. Fakat babamın söylediği gibi oldu. Babam derdi ki: "İnsanın uyuyup da uyandığında kendini cennette görmesi ne güzel." Onların Firdevs cennetindeki şehitlerden olmasını umarız ve Allah'a kimseyi tezkiye etmeyiz.Sevgili kardeşim Abdülkadir… Herkesin sevdiği o yaramaz çocuk… Siyonist düşmanın her bombardımanında ve hava saldırısında annemin kucağına sığınır ve "Şehit olursam annemin kucağında şehit olayım" derdi. İstediği oldu ve annemin kucağında defnedildi. Allah her ikisine de çokça rahmet eylesin.Kızkardeşim Ayet… O da Abdülkadir'in yaşındaydı ve ilkokul altıncı sınıfa gidiyordu. Oldukça saf ve temiz bir çocuktu. Hayat doluydu. Fakat alçak düşman onun hayatını aldı. Cilbâbıyla ve başörtüsüyle ölmeyi istiyordu, istediği oldu. Allah rahmet eylesin.Henüz ilkokul dörde giden sevgili kızkardeşim Meryem… Sınıfının seçkin ve başarılı öğrencisi Meryem… Savaşın bitip okuluna döneceği günü bekliyor ve parlak bir gelecek hayal ediyordu. Fakat hain Yahudiler onun yaşam hakkını ve dünyanın diğer çocukları gibi okulunu tamamlama hakkını elinden aldılar.Kızkardeşim Zeynep… Henüz dünya hakkında çok şey bilmeyen masum çocuk… Savaş onun oyununa devam etmesine engel olamamıştı. Belki de oynarken korku ve dehşetten uzaklaşıp rahatlıyordu. O tanıdığım en temiz kalpli insandı.Kardeşim Abdurrahman, kızkardeşim tatlı Riym ve kızkardeşim kraliçe Halime… Hepsi de aynı yaşta, beş yaşındaydılar. Hepbirlikte Hulefa-i Raşidin Anaokulu'na gidiyorlar ve birlikte dönüyorlardı. Onların bu hali gözümün önünden hiç gitmiyor. Üç güzel çiçektiler. Siyonist yıkım aleti onları yaktı. Küçücük birer masum çocuk olmalarına bile acımadı. Düşmanlarının kalbi taştan daha katıyken nasıl yumuşasın? Allah bize yeter ve O ne güzel vekildir.Üç yaşındaki Üsame bin Zeyd… İlk söylediği kelimeler "Ene ınde baba" (Ben babanın yanındayım) olmuştu. Babasının kolları arasında şehit oldu. Allah bize yeter ve O ne güzel vekildir.Aişe ondan iki ay küçüktü. Yaşı küçüktü, fakat çok zeki ve pratikti. Genç kardeşleriyle birlikteyken duyduğu sevinci gözlerinden okuyabiliyordum. Küçükler içinde bize en çok selam veren oydu. Allah rahmet eylesin.Şehitlerimizin en küçüğü, bir buçuk yaşındaki Esad'a gelince, babası ona şehit amcası Esad'ın adını vermişti. Tazecik ve parlak yüzlü kardeşim Esad… Alçak düşman ona da acımadı. Annesi Ummu Abdurrahman'ın kucağında şehit olmuş bulundu. Allah rahmet eylesin. Esad'ı daha çok görmek isterdim.Küçük kardeşlerimin ne suçları vardı da bu şekilde vahşice ve barbarca öldürüldüler? Tek suçları Nizar Reyyan'ın çocukları olmaları mıydı?Alçak düşman isteseydi babamı tek başına camiye giderken, gösterilerde veya çarşıda hedef alabilirdi. Az daha bekleselerdi, babam tek başına ikindi namazına çıkacaktı. Fakat Siyonist varlığın hayvana dönüşmüş liderleri komple bir aileyi yok etmekte ve evlerini başlarına yıkmakta ısrar ettiler.Allah'a yemin olsun ki, kalbimiz hüzünlenir ve gözlerimiz yaşarır. Ailemizden ve sevdiklerimizden ayrı kaldığımız için üzülürüz. Fakat tesellimiz şu ki, bu yolu; cihad ve direniş yolunu, izzet ve şeref yolunu, fedakarlık yolunu biz kendimiz seçtik ve yaşadığımız sürece asla ondan sapmayacağız.Babam, annem, babamın diğer eşleri ve onbir kardeşim kanlarıyla kahramanlığın ve fedakarlığın en güzel örneğini verdiler. Direniş ve meydan okumanın, Filistin'in tek bir karşından taviz vermeyeceğimizin mesajını yazdılar.Filistin'in tümü bizim ülkemizdir ve sevgili topraklarımızdır. Döneceğiz ey Hayfa, döneceğiz ey Yafa, döneceğiz ey Na'laya, döneceğiz ey Askalan… Döneceğiz ey Kudüs ve Mescid-i Aksâ'da namaz kılacağız. Taşlar ve ağaçlar dile gelecek, "Ey Müslüman! Ey Allah'ın kulu! Bu Yahudi, arkamda, gel ve onu öldür!" diyecek.Bu Allah'ın bize vaad ettiğidir ve Allah vaad ettiğinden dönmeyecektir.Şeyh Nizar Reyyan'ın evine düzenlenen vahşi saldırıda şehit olanların isimleri:Şeyh Nizar AbdülkadirMuhammed ReyyanEşleri: Hiyam Abdurrahman Reyyan (Ummu Bilal), Neval İsmail Reyyan (Ummu Abdurrahman), İman Halil Reyyan (Ummu Alâ), Şirin Semir Reyyan (Ummu Usame).Oğulları: Ğassan, Abdülkadir, Abdurrahman, Usame, Esad.Kızları: Ayet, Meryem, Zeyneb, Aişe, Riym, Halime.

Kur’an-ı kerimin fazileti

Sual: Kur’an-ı kerim okumanın fazileti nelerdir?
CEVAPKur’an-ı kerimi öğrenmek, öğretmek ve okumak çok sevaptır. Kur’an-ı kerimi tecvide uygun öğrenmeli ve her gün az da olsa, okumaya çalışmalı! Bu husustaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:(Kur’an öğrenen ve öğreten, en hayırlınızdır.) [Buhari](Kur’an okuyan kimse bunamaz.) [Tirmizi](Kur’an okunan yere rahmet ve bereket yağar.) [Buhari](Kur’an okunan evin hayrı artar, sakinlerini sıkmaz, melekler toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur’an okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya dolar.) [Darimi](Her gece on âyet okuyan, gafillerden sayılmaz.) [Hakim](Kur’an okuyun! Kıyamette size şefaat eder.) [Müslim](Kim bir âyet öğrenirse, bu âyet kıyamette onun için nur olur.) [Darimi](Bir âyet öğrenmek, yüz rekât [nafile] namaz kılmaktan daha iyidir.) [İ. Mace](Kur’an okunan yere rahmet yağar, melekler hazır olur.) [Buhari](Kur’andan bir âyet dinleyen, sayısız çok sevaba kavuşur.) [İ.Ahmed](Kur’anı öğrenip gece gündüz okuyana imrenmek gerekir.) [Müslim](Kur’an okuyanla dinleyen, sevabda ortaktır.) [Deylemi](İnsanların en çok ibadet edeni, en çok Kur’an okuyandır.) [Deylemi](Kur’an-ı kerim okuyup, ezberleyen, helali helal, haramı haram bilen, Cennete girer. Ayrıca [müslüman] akrabasından, hepsi de Cehennemlik olan on kişiye şefaat edip, onları Cehennemden kurtarır.) [Tirmizi](Evlerinizde Kur’an okumayı artırın! Kur’an okunmayan evin hayrı azalır, şerri çoğalır, o ev halkına darlık gelir.) [Dare kutni](Kur’an okunan evin bereketi artar. Kur’an okunmayan ev, bereketsiz olur.) [Darimi](Kur’an okuyun! Çünkü kıyamette şefaat eder.) [Müslim](En üstün ibadet Kur’an okumaktır.) [İbni Kani](Kur’an ehli, Cennet ehlinin reisleridir.) [Hakîm](Kur’an okuyanlar, Cennet ehlinin ârifleridir.) [Darimi](Kur’an okunan ev, gök ehline, yerden yıldız göründüğü gibi görünür.) [Beyheki](Kur’an ehli, Ehlullahtır.) [Hatîb] (Ehlullah, Allah dostu, evliya demektir.) Son sözün önemi
Sual: (Son sözü La ilahe illallah olan cennete girer) hadis-i şerifinden murat nedir? Bir mümin aniden ölse, Allah diyemese cehenneme mi gider?
CEVAPSon sözün kelime-i tevhid olması şart değildir. İmanlı ölen herkes er geç cennete girecektir. (Son sözü La ilahe illallah olan cennete girer) hadis-i şerifinden murat; cehennem uğramadan cennete gireceğinin müjdesidir. Yoksa her Müslüman, velev ki fâsık olsun, günahlarının cezasını çektikten sonra da cennete girecektir. (İbni Abidin)Demek ki son sözü kelime-i tevhid olmak ayrı bir müjdedir. Gusülden sonra
Sual: Cünüplükten guslederken veya gusletmeden önce, etek tıraşı olmak uygun mu? Yoksa gusülden sonra mı bırakmak gerekir?
CEVAPGusletmeden veya gusül bitmeden önce etek tıraşı olmak cünüp için mekruhtur. Hayızlı için mekruh değildir.
Sual: Kur’an-ı kerim okumanın fazileti nelerdir?
CEVAP:KURAN-ı kerimi öğrenmek, öğretmek ve okumak çok sevaptır. Kur’an-ı kerimi tecvide uygun öğrenmeli ve her gün az da olsa, okumaya çalışmalı! Bu husustaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:(Kur’an öğrenen ve öğreten, en hayırlınızdır.) [Buhari](Kur’an okuyan kimse bunamaz.) [Tirmizi](Kur’an okunan yere rahmet ve bereket yağar.) [Buhari](Kur’an okunan evin hayrı artar, sakinlerini sıkmaz, melekler toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur’an okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya dolar.) [Darimi](Her gece on âyet okuyan, gafillerden sayılmaz.) [Hakim](Kur’an okuyun! Kıyamette size şefaat eder.) [Müslim](Kim bir âyet öğrenirse, bu âyet kıyamette onun için nur olur.) [Darimi](Bir âyet öğrenmek, yüz rekât [nafile] namaz kılmaktan daha iyidir.) [İ. Mace](Kur’an okunan yere rahmet yağar, melekler hazır olur.) [Buhari](Kur’andan bir âyet dinleyen, sayısız çok sevaba kavuşur.) [İ.Ahmed](Kur’anı öğrenip gece gündüz okuyana imrenmek gerekir.) [Müslim](Kur’an okuyanla dinleyen, sevabda ortaktır.) [Deylemi](İnsanların en çok ibadet edeni, en çok Kur’an okuyandır.) [Deylemi](Kur’an-ı kerim okuyup, ezberleyen, helali helal, haramı haram bilen, Cennete girer. Ayrıca [müslüman] akrabasından, hepsi de Cehennemlik olan on kişiye şefaat edip, onları Cehennemden kurtarır.) [Tirmizi](Evlerinizde Kur’an okumayı artırın! Kur’an okunmayan evin hayrı azalır, şerri çoğalır, o ev halkına darlık gelir.) [Dare kutni](Kur’an okunan evin bereketi artar. Kur’an okunmayan ev, bereketsiz olur.) [Darimi](Kur’an okuyun! Çünkü kıyamette şefaat eder.) [Müslim](En üstün ibadet Kur’an okumaktır.) [İbni Kani](Kur’an ehli, Cennet ehlinin reisleridir.) [Hakîm](Kur’an okuyanlar, Cennet ehlinin ârifleridir.) [Darimi](Kur’an okunan ev, gök ehline, yerden yıldız göründüğü gibi görünür.) [Beyheki](Kur’an ehli, Ehlullahtır.) [Hatîb] (Ehlullah, Allah dostu, evliya demektir.) Son sözün önemi
Sual: (Son sözü La ilahe illallah olan cennete girer) hadis-i şerifinden murat nedir? Bir mümin aniden ölse, Allah diyemese cehenneme mi gider?
CEVAP:Son sözün kelime-i tevhid olması şart değildir. İmanlı ölen herkes er geç cennete girecektir. (Son sözü La ilahe illallah olan cennete girer) hadis-i şerifinden murat; cehennem uğramadan cennete gireceğinin müjdesidir. Yoksa her Müslüman, velev ki fâsık olsun, günahlarının cezasını çektikten sonra da cennete girecektir. (İbni Abidin)Demek ki son sözü kelime-i tevhid olmak ayrı bir müjdedir. Gusülden sonra
Sual: Cünüplükten guslederken veya gusletmeden önce, etek tıraşı olmak uygun mu? Yoksa gusülden sonra mı bırakmak gerekir?CEVAP:Gusletmeden veya gusül bitmeden önce etek tıraşı olmak cünüp için mekruhtur. Hayızlı için mekruh değildir.
Muaz ibni Cebel Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Bir seferde Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemle beraberdik. Yolda giderken, "Ya Resulallah, bana öyle iyi bir işten haber verin ki, beni Cennete soksun ve Cehennemden uzak tutsun" dedim.
Şöyle cevap verdi:
"Sen büyük bir şey sordun. Böyleyken yine bu dediğin şeyi Allah kime nasip ederse ona kolay gelir.
Allah'a ibadet edip, ona bir şeyi ortak koşma, erkân ve âdâbına uyarak namazı dosdoğru kıl, zekâtı ver, Ramazan orucunu tut; Beytullahı ziyaret et (haccet)."
Bundan sonra da, "Ya Muaz, hayır kapılarını sana göstereyim mi?" buyurdu.
"Evet, ya Resulallah." Dediler ki:
"Oruç bir kalkandır, fenalığa karşı bir siperdir.
Su ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları söndürür.
Gecenin yarısında namaz kılmak salih kulların alametidir."
(Tirmizî, İman: 8)

GÜLİSTAN



Bu meydanı imtihanda olanlar başıboş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyor.
Bediüzzaman

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?Muhammed suresi 15 Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?Muhammed suresi 15
Ebu Said el-Hudrî Radiyallâhu Anhın rivayetine göre, Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki, Ramazan ayı ümmetimin ayıdır. İçlerinden hastalananlar olur, onu ziyaret ederler.
Bir Müslüman yalan söylemeden ve gıybet yapmadan oruç tutar, iftarını helal rızıkla yapar, farzları gözetip karanlıkta yatsı ve sabah namazına (camilere) giderse, yılanın derisini değiştirip çıkardığı gibi günahlarından kurtulup çıkar."
(et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:442)
---
Ebu Said el-Hudri Radiyallâhu Anhtan rivayetle Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
"Kim Ramazan ayında oruç tutar, Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından sakınarak orucun hakkını verirse, korunması gerekenlerden de korunursa önceki günahlarından arınmış olur."
(Beyhaki, 4:304)

Orucun farzı ve imsak

Sual: Orucun farzları ve oruca niyetin vakti nedir?
CEVAP:Orucun farzı üçtür:
1- Niyet etmek.
2- Niyeti, ilk ve son vakitleri arasında yapmak.
3- İmsak vaktinden güneş batana kadar orucu bozan her şeyden sakınmak.Ramazanda ve nafile oruçlarda niyetin vakti, güneş battıktan sonra başlar. Son vaktiyse, ertesi günü öğleye bir saat kalıncaya kadardır. Kaza ve kefaret oruçlarındaysa, akşamdan imsak vaktine kadardır. Ramazanda oruca niyet ederken, akşamdan imsak vaktine kadar (Yarın oruç tutmaya), imsak vaktinden sonraysa (Bugün oruç tutmaya) denir. Yanılıp yanlış söylense de, oruç tutulacak gün bilindiği için mahzuru olmaz.Ramazanda bir aylık oruca toptan niyet edilmez, her gün ayrı ayrı niyet etmek farzdır.Gece yatarken yemeği yiyip veya yemek yemeden niyet edilse, sonra gece uyanınca, sahura kalkınca yemek yemekte mahzur yoktur. Akşam yemeği yerken niyet etmek iyi olur. Niyetten sonra da, imsak vaktine kadar yiyip içmekte mahzur yoktur.Ramazanda, (Yarın dişim ağrımazsa oruç tutarım, ağrırsa tutmam) diye akşamdan niyet edilse, böyle şüpheli niyetle oruç tutmak sahih olmaz.Öğleye bir saat kalıncaya kadar niyet edilir. Sahura kalkmak niyettir, oruç tutmak niyetiyle yatmak da niyettir, sahura kalkılmasa da oruca niyet edilmiş olur.İmsak, gecenin bitimi, yiyip içmenin yasak olan vaktin başlamasıdır. Türkiye Takvimi’nde yazılı olan imsak vaktinden önce, yiyip içmeyi kesmeli! Yiyip içmeye ezan okununcaya kadar devam etmemeli. Kefaret gerektirenler
Sual: Orucu bozup kefaret gerektirenler nelerdir?
CEVAPvŞunlardır:
1- Oruçlu olduğunu bilerek yiyip içmek,
2- Cinsel ilişkiye girmek,
3- Ramazanın bir gününde, kaza gereken bir şey yaparak orucunu bozan, bu ramazanın başka gününde de bu şeyi, nasıl olsa kefaret gerektirmiyor diyerek, kasıtla yine yapmak,4- Sigara içmek,5- Gıybet, sürme çekmek ve kan aldırmak gibi, orucu bozmadığı iyi bilinen şeyden sonra, oruç bozuldu sanarak, yiyip içmek.

Zikir nedir?

Sual: Zikir nedir ve nasıl yapılır?
CEVAPSeyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:Zikir, hatırlamak, anmak demektir. Hatırlamak da kalble olur. Söylemekle olmaz. Şimdi üç türlü zikir bilinmektedir:1- Dille, söylemekle yapılan zikirdir. Söylerken, kalb birlikte hatırlamaz. Yalnız dille söylenen zikrin, kalbi temizlemekte faydası pek az olur. İbadet sevabı hâsıl olur. Aşağıdaki âyet-i kerime kalben zikretmeyenler içindir:(Kalbleri Allahü teâlâyı zikretmeyenlere azap vardır.) [Zümer 21]2- Yalnız kalble yapılan zikirdir. Dil söylemez. Üç ayet meali şöyledir:(Rabbinizi, yalvararak ve gizli ve sessiz çağırınız) [Araf 54](Kalbler, ancak Allahı zikretmekle itminana [sükûna, rahata] kavuşur) [Rad 28](Rabbini, içinden zikret!) [Araf 204]Daha başka birçok âyet-i kerimede ve sayısız hadis-i şeriflerde ve din büyüklerinin kitaplarında bu zikir bildirilmektedir.3- Dille kalbin birlikte yaptığı zikirdir. Allah adamları, Evliya-i kiram, yükseklere eriştikten sonra, böyle zikri yapabilirler.Kalble yapılan zikir, en önce Fahr-i âlem efendimizin hicret gecesinde, Sevr dağındaki mağarada, Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık’a diz üstüne oturtup, gözlerini kapamasını emrederek sessiz yaptırdığı zikirdir.(Hep sadıklarla birlikte bulunun!) [Tevbe 121](Rablerini isteyenlerle beraber olmağa çalış!) [Enam 52]Bu iki ayeti kerime meali büyüklerle rabıtayı bildiriyor. Bu rabıtayı yapmak, (Allahü teâlânın sevdiklerini hatırlamak, rahmet etmesine sebep olur) hadis-i şerifine uymaktır. Bunlar gibi, başka âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler de vardır.Mazher-i Can-ı Canan hazretleri buyuruyor ki:Üç türlü zikir vardır:1- Kalb karışmadan, yalnız dil ile söylemektir. Bunun faidesi yoktur.2- Ağızla söylemeyip, yalnız kalb ile yapılan zikirdir. Buna, tasavvufda Zikr-i hafi denir. Bu da, yalnız Zat-ı ilahiyeyi zikirdir. Yahut sıfatlarını düşünerek yapılır. Nimetleri de düşünülürse Tefekkür denir.3- Kalble ve dille birlikte zikirdir. Dille kendi işitecek kadar söylenirse, Zikr-i hafi denir. Âyet-i kerimede emrolunan, bu zikr-i hafidir. Başkası da işitirse Zikr-i cehri denir. Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, zikr-i hafinin zikr-i cehriden efdal olduğunu gösteriyor. Resulullahın hazret-i Ali’ye öğrettiği zikr-i cehri, kendi işitecek kadar olan zikirdir ki, hakikatte zikr-i hafi demektir. Zikirden önce kapıyı kapattırması da, böyle olduğunu gösteriyor. (Makamat-i Mazheriyye 11.mektup)Zikretmek, Allahtan başka şeylerin sevgisini, onlara düşkün olmağı kalbden çıkarmak içindir. Kalbin mahlûklara bağlılığını yok etmek için en iyi ilaç zikirdir. Hadis-i şerifte, (Zikrederek, kalblerinin yükünü hafifletenlerin yolunda olun!) buyuruldu. Bunun için, “Allah’a, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, kalbin mahlûklara olan bağlantılarını kesmek, onu dünya zevklerine düşkün olmaktan kurtarmak lazımdır. Kalbi kurtarmak için de, zikirden daha faydalı bir ilaç yoktur” demişlerdir. (Tefsir-i azizi)Allahü teâlâyı hatırlamak, Onun ismini söylemekle veya çok sevdiği bir Velisini görmekle olur; çünkü hadis-i şerifte, (Onlar görüldüğü vakit, Allah hatırlanır) buyuruldu. İsmini işitirken, söylerken, başka şey düşünülebilir. Onu hatırlamak şüpheli olur. Onu devamlı hatırlamak için, her gün binlerce söylemek lazım olur. Evliyayı severek, inanarak görünce, muhakkak hatırlanacağı müjdelendi. Görmek gözle olduğu gibi, Velinin şeklini, suretini, kalbine, hayaline getirmekle de, görmüş gibi olup, Allahü teâlâyı hatırlamaya sebep olur. Böyle, kalble görmeye rabıta denir ki, kalbi, Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmekten, onları düşünmekten kurtaran vasıta ve temiz kalbe, ihlâsa kavuşturan yoldur.İmam-ı Rabbani hazretleri, 231. ve 266. mektuplarında, yüksek sesle zikrin bid’at olduğunu bildirmektedir. İmtihana girerkenSual: İmtihana girerken okunacak dua var mıdır?CEVAP Şu duayı okumalıdır:Yâ men leccemel mütekebbirîne bi licâmiazametihî sellim sellim yâ hâfız.Orijinali de şöyledir: Manası:Ey muhafaza eden Allah'ım, kibirlenenleri, azametinin gemiyle dizginle, bize selamet ver, bizi selamete çıkar. Teyemmüm edebilir
Sual: 80 yaşındaki ninem, yalnız başına zor abdest alıyor, düşerim de bir yerim kırılır diye korkuyor. Acaba teyemmüm edebilir mi?
CEVAPDüşme ihtimali varsa teyemmüm eder. Soğuk havada hastalanma ihtimali olan sağlam kimse de, gusletmek yerine teyemmüm eder.

hadis

BİR ÂYET

Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu göstermek ve hidâyet ile furkāndan (hak ile bâtılı ayıran hükümlerden) apaçık deliller olmak üzere,
Kur’ân onda indirilmiştir.
Öyle ise içinizden kim o aya erişirse, artık onda Oruç tutsun!
BAKARA 185

HADİS


Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeye hakkıyla gücü yetendir. İnkâr edenlere ateşe sunuldukları gün, “Bu gerçek değil miymiş?” denir. Onlar, “Evet, Rabbimize andolsun ki gerçekmiş” derler. Allah, “Öyle ise inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı azabı tadın!” der.

Ahkaf suresi 33-34


--

YANMAK VE OLMAK


Yanmak ve olmak gönüller sultanı Mevlânâ”nın ilâhi aşka pervaz için öngördüğü iki önemli haslettir. Yanmada aşkın kavurucu harareti ve olgunlaştırıcı iksiri vardır. Mevlânâ bu yüzden eğitimini tamamlayıp medresede müderris ve camide vâiz olduğu dönemden sonraki hâlini: “Hamdım, piştim ve yandım” ifâdeleriyle anlatır.

Mevlânâ”ya göre bilgi yükü olan kitaplar sadece taşınmak için değildir. Mutlaka gönül dünyasında insanın her zerresini kuşatan bir aşk iksirine ihtiyaç vardır.

İnsan toprak, su, hava ve ateşten oluşan anâsır-ı erbaa kökenlidir. Toprak ve su tenin ve bedenin; hava ve ateş ise ruhun, gönlün ve aşkın mazharıdır. Maddi gıdalarla beslenen bedenler toprağa verilecek kurbandır. İnsanı insan yapan ise onun toprakta çürümeyen ilâhi menşeli varlığı, ruhu ve gönlüdür. İnsanda hava ve ateşi körükleyen aşktır.

Aşk, yaşanılarak öğrenilen ve anlaşılan bir duygu olduğu için kendisinden aşkı soranlara Mevlânâ: “Ben ol da bil” karşılığını vermiştir. Yine o: “Âşık benim gibi olmalı, durmadan yanmalı, yakılmalıdır” der ve o bu halinden memnundur. Onun için yanmaktan başka çare kalmamış, yanmadığı zaman kendinin ham olacağını düşünmüştür. Aşk ötelerden gelen bir misafirdir onda. O aşk ile mutludur ve gönlünü “hazret-i aşk”ın şerefine kurban etmeye hazırdır. O aşk ateşiyle yanmış, baştan başa duman hale gelmiş, göklere yükselecek ve ötelere gidecek kemâle ermiştir. Nasıl kupkuru öd ağacı ile kuru dikenin farkı yandıklarında ortaya çıkıyorsa âşık da mum gibi yanmadan ve çevreye güzel kokular salmadan değerini anlatamaz.

Aşk gamı ateşlidir. İnsanı ağaç gibi kurutur. Nasıl kuruyunca ağacın ateşte yanmaktan kurtuluşu yoksa, aşka tutulan gönlün de yanıp kavrulmaktan kurtuluşu yoktur. Mevlânâ Allah”ın kendine verdiği aşk derdinden mutludur. Şöyle der o Dîvân“ında: “Allahım! Kader gereği bana verdiğin ıstıraplardan kaçmam, şikayet etmem, seni seviyorum. Çünkü senin aşk ateşinle yanmayan gönül soğuktur, hamdır. Can senin yüzünden yandı, yakıldı, mum senden nur aldı, senden yanmayan hamdır. Toplumu aydınlatan mum yanmaktan korkmaz. Çünkü o yanarak toplumu aydınlattığını bilir.”

Mevlânâ aşkı yaşamayanlardan, yaşamadığı için de anlamayanlardan dertlidir. Kendisi aşksız yapamaz. Ne yazık ki aşkı anlatamaz da. Der ki: “Sensiz düşünemiyorum, sensiz yapamıyorum; başkası ile de yaşama imkânım yok. Aşka dair ne söylesem içi yanmayanlar, âşık olmayanlar anlamazlar ki…” Ona göre ham kişiyi pişirecek, olgunlaştıracak, iki yüzlülükten kurtaracak sadece aşktır. Aşk ayrılık ve firak ateşiyle kavrulan bir gönlü vuslat arayışına koşturur. Böyle bir âşık ayrılık ateşiyle pişer, yanar ve dost evinin etrafında dolaşmaya, Sevgili”nin cemalini görmek için yanık iniltilerle ona dil dökmeye başlar. Ağzından onu incitecek bir söz ve ona yakışmayacak bir davranış sâdır olmasın diye edep gözeterek kapısında durur. Benlikten geçerek “ben” olmaktan kurtularak O”na yönelir.

Kanatlarını ateşin hararetinde kurban vermiş pervane gibi aşk ateşinin ne olduğunu tecrübe etmeyenler aşkı tanıyamazlar. İnsan manevi bir mertebeye erişmek istiyorsa ateşe dalmalı, ateş içinde olmalı yani aşk ile yanmalıdır. Mevlânâ”ya göre pişen bozulmaktan kurtulur. İnsanın Hakk yolunda aşkla pişip olgunlaşması ahlâkî fesadın ortadan kalkmasının en kestirme yollarından biridir. İnsan rûhu, Yûnus Peygamberin balığın karnındaki hâli gibi türlü sıkıntılar içinde pişip kavrulunca Allah”ı tesbîh etmekten başka kurtuluş olmadığını anlar. Aslında aşk ateşi hal lisanıyla der ki: Ey akılsız ahmaklar! Ben sizin sandığınız bir ateş değilim. Aksine tatlı suları meşhûr ve makbûl olan bir pınarım, bir kaynağım. Nasıl İbrâhim”i ateş yakmadıysa ve onun dost (Halîl) olduğunu bildiyse aşk ateşi de âşıka zarar vermez. Nitekim mîraçta Hazreti Peygamberin Cibril ile yolculuğu sırasında Sidre-i müntehâ”dan ileriye geçme arzusunu anlatan Süleyman Çelebi şöyle demektedir:

Çün ezelden bana aşk oldu delîl,

Yanar isem ben yanarım ey halîl!

Aşka tutkun pervane: “Keşke yüz binlerce kanadım olsaydı da ateşe kurban verseydim” diye düşünür. Aşk sırrını anlamayanlar gözlerinin, gönüllerinin körlüğüne rağmen keşke aşk ateşinde yanıp kavrulsalardı. Bu yanıştaki mutluluğu göremeyen, ilâhî ateşte yanmanın zevkine varamayan kimsenin gönlü aşk ocağı olamaz. Aşk bir ateştir, gönül ocağı. Aşk ateşi bizi hakikatten alıkoyan arzuları, maddî unsurları yakar, gönlünde aşk ateşi olmayan ölü gibidir. Fasîh Dede der ki:

Bir sînede kim nâr-ı muhabbet eseri yok

Zulmettedir ol nûr-i Hudâ”dan haberi yok.

Pişmek, yanmak ve aşk ateşiyle kavrulmak da bir kabiliyet ve istîdad işidir. Mevlânâ bunu şöyle ifade eder: “Tencere ateş dumanıyla kapkara olduğu halde, içindeki et kartlığı yüzünden çiğ kalmış. Ey âşık, sen aşk ateşi ile iyice kaynamışsın amma, mayandaki hamlık sebebi ile hala pişmemişsin. Kendine çeki düzen ver! Tembelliği üstünden at! Ekmeğini gözyaşınla yoğur, gönül ateşiyle pişir.”

Mevlânâ insan rûhunun elest bezminde: “Elestü bi-rabbikum/Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna: “Belâ/Evet” cevabı vererek belâ çekmeye talib olduğunu söylemektedir. Bu yüzden olgunlaşmanın yolu belâlara, ibtilâlara katlanmaktır. Mevlânâ der ki: “Ey can! Sevgili”nin belâsından kaçma! Belâlara uğramaz ve ıstırap çekmezsen pişmezsin, ham kalırsın.”

Mevlânâ aşk ateşiyle kavrulmaktan belâ ile yanıp pişmekten mutludur. Tekrar tekrar aşk sevdasıyla kavrulmak ve savrulmak ona ayrı bir haz vermektedir. Çünkü onun gözünde sevgiliden gelen her şey makbul ve değerlidir. Allah”dan gelen aşk ateşinin kendisini O”na döndüreceğine inanır. Mevlânâ bu hissiyatını şöyle anlatır: “Bana öyle bir aşk geldi ki, benim aşkımla bütün aşklar aşk oldu, sevda oldu. Ben yandım kül oldum. Hatta külüm de yok oldu. Fakat Sevgilim! Senin aşk ateşinde tekrar yanmak arzusuyla külüm yeniden canlandı, sûretler bağladı. İşte bu böylece binlerce defa tekrarlandı durdu.”

Mevlânâ”nın gözünde aşkın son durağı şeb-i arûs dediği vuslat iklimi olan ölümdür. Çünkü Allah Teâlâ buyurur: İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn / Biz Allah”a âidiz ve O”na döneceğiz.


Yedi Meclis’ten


“Sen canımın içindesin, canımsa senden habersiz.
Dünya seninle dolu, dünya senden habersiz.
Gönlüm, canım nasıl bulsun seni? Çünkü sen . . .
Tümüyle gönüldesin, gönülse senden habersiz.
Senin izin hayalde,hayalin senden nasibi yok.
Senin adın dildedir, dilse senden habersiz.
İnsanların senden haberi isimledir, izledir.
İsme, ize karşılık, hepsi senden habersiz.

Künhünün denizinde inci arayanlar,
yakin ve zan vadisinde senden habersiz.
Seni nasıl şerh edip anlatayım? Çünkü sonsuza dek . . .
şerh senden âcizdir, anlatım senden habersiz.
Cebrail kanadından sinek nasıl habersizse . . .
senden haber veren de senden öyle habersiz.”

Atar, Divan, gazel:366, s. 310.

MEVLANA CELÂLEDDİN-İ RUMİ


--

GÜLİSTAN




Şu mübarek şehr-i Ramazan, leyle-i Kadri ihata ettiği için,
kendisi de ömür içinde bir leyle-i Kadirdir ki,
muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar.
Dakikası bir gündür.
Saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-i bâkîdir.
Bediüzzaman

hadis

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

İnkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar var ya; işte, Allah onların bütün amellerini boşa çıkarmıştır. İnanıp salih ameller işleyenlerin ve Muhammed’e indirilene -ki o Rablerinden gelen haktır- inananların ise Allah günahlarını örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir.

Muhammed suresi 1-2


başı yerde aşk..



lale-kalp.png

Gerçek sevgi, sevenin varlığını kaplayan, ondan taşan, dışa vuran ve görünür kılınan bir vetiredir. Sevme duygusundan dolayı kişinin dış dünyasına yansıyan her şey aslında soyut olanın somutlaşması, özün kabukta yansıması, siretin surete aksetmesinden ibarettir.

Bu bakımdan sevgi öncelikle seveni, sevenin sevgisi oranında da sevileni etkiler. Sevenin sevgiliye karşı takındığı tutum ve davranışlar, onun huzurunda veya gıyabında gösterilen gayret ve hizmet, bu sevginin dışa vurumunda da başlıca belirleyici unsurdur.

Eski terbiye geleneğimizde, konuşulan sözü, üç yerde baş eğerek dinlemek bir kaidedir. Bunlardan biri büyüklerin küçükleri (amirin memuru, üstün astı) azarladıkları, ayıpladıkları, hatalarını ikaz ettikleri esnada küçüğün başını eğerek dinlemesidir (yazık ki modern hayatta küçükler büyüklere baskın çıkma konumundalar). İkincisi, kendisine iltifat edilen kişinin tevazu gereği başını yere indirmesi, bunun mahcubiyeti ile mahviyetkârlık göstermesidir (Bu dahi şimdilerde tersine dönmüştür). Başı yere indirmenin üçüncü sebebi asıl konumuz olan gerçek sevgi ve hürmettir.

Evet, seven her daim sevgiliye bakmayı ister, bu doğrudur; illa ki sevgili kendisine baktığı anda bakış yönünü hemen yere indirmeye yeltenir. Gerçek sevginin göstergesi işte bu hâldir. Göz elbette kalbin aynasıdır ve elbette sevenin kalbi sevgiliye yönelik olmak, her daim ona bakmak arzusu güder; ne var ki iş tersine döndüğünde, yani sevilen lutfedip sevene baktığında, sevenin sevgi dolu kalbi, sevgilinin kalbindeki celale, onun haşmet ve heybetine dayanmakta zorluk çeker. Sevenin bu heybetten utanması, kendisini sevgilinin celali karşısında saygıya ve dolayısıyla gözlerini yere indirerek mahviyet göstermesine vesile olur. Aksi takdirde gerçek sevgi taşıyan bir kalb, sevdiğinin yüzüne bakmaya dayanamaz, yerinden fırlayacakmış gibi çırpınmaya başlar, kaynar, fokurdar.

Hani eskilerin Efendiler Efendisi’nin güzel adı anıldığında sağ ellerini kalplerinin üstüne bastırma halleri vardır ya; işte bu tavır, Sevgili’nin adı anılınca kalbi yerinden oynatan gerçek sevginin zaruri bir neticesidir. Öte yandan gözler, delalet ettikleri gerçekleri dilden (zebandan) daha net açıklarlar. Sevgilinin gözlerine bakıp da sevgisinin karşılığı olan gerçeği öğrenmek yerine sevgilinin sözlerini dinleyerek umuda yapışmak, elbette sevgi işine daha layıktır. Dilden dökülenleri te’vil etmek, veya nalıncı keseriyle yontmak mümkündür, ama gözlerin anlattığını hiçbir yorum zerre miktar yerinden oynatamaz. Üstelik sözler bazen meramın tam tersini ifadelendirebilir, ama gözler asla yalan söylemez.

Krallar ve sultanlar töresidir, huzura kabul edilen kişiler yere bakacaktır. Bu onları hem memnun eder hem de tebaalarına karşı heybetlerini, bir ölçüde de saygı ve sevgilerini arttırır. Nitekim yüksek makamdakilerin huzurunda onların yüzüne bakmayıp yere bakarak arz-ı hâl (arzuhal) eylemek bugün dahi edeb ve terbiye bilenlerin nihai saygı tavrıdır.

şİmdi, sevgili adını kalbinde ve dilinde her an zikr ü tesbih eden (anan ve tekrarlayan), sevilenin emir ve isteklerini kendi arzularından önde tutan, emrine boyun eğen, bunun karşılığında maddi veya manevi herhangi bir menfaate yönelik talepler gözetmeyen, sevgili adı anıldığında bütün varlığıyla ona yönelen, bir an olsun tereddüt göstermeden onun varlığı içinde kaybolmayı isteyen, sevgiliden konuşulmayı, onun güzelliğinden, yüceliğinden, yeganeliğinden bahsedilmeyi adeta bir vecd hali gibi canla başla kabul eden bir âşıkın, başını yere eğip bütün benliğiyle, hiçbir sapma göstermeden kendini ona teslim etmesinden daha tabii ne olabilir!?..

Sevgilinin yaşadığı yerlere gidip onun ayak izlerine basmayı, aradaki engelleri kaldırıp vuslata kapı açacak sebeplere yapışmayı, ondan her söz edilişte heyecan ve ürpertilere düşmeyi, sevgilinin lehinde ve aleyhinde söylenenlerden etkilenip ona göre ya muavenet, ya gayret göstermeyi, velhasıl onunla sevinmeyi, onunla üzülmeyi varlığının her zerresiyle kabul eden bir âşık için başını yere indirmek de ne gam!..

Bunu tekkelerin önünde kuru ekmek parçası bekleyen köpekler bile yapıyor!..

iSKeNDeR PaLa

--