Ilımlı islam ya da grileştirmek

?ui=2&view=att&th=1263d95992bbe88b&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1263d95992bbe88b&zw

Ilımlı islam ya da grileştirmek

Tarihten günümüze tüm egemen güçler kendilerine karşı yükselen her direnişi aynı yöntemlerle ortadan kaldırmayı denemişlerdir. Hakim güç halkın bilinçlenip, kendisine karşı belli bir potansiyele sahip olmasını istememiş, tehlikeli gördüğü anda yok etmenin yollarını aramışlardır.Egemenlerin kendileri için sorun gördüğü tüm yapılara karşı sergilediği tavırları şöyle sıralayabiliriz.
1-ALDIRMAMA: Ortaya çıkan yapıya karşı alttan alta tedbir alırken, kamuoyuna hiçbir şey yokmuş gibi sunarlar. Bir avuç çapulcu yada baldırı çıplak deyip, basite alırlar. Önemli olmadıklarını her seferinde dile getirerek aldırmayıp, görmemezlikten gelirler.
2-FİİLİ SALDIRI: Aldırmamak eğer halen bu yapının genişlemesine, halk içerisinde rağbet görmesine devam ederse bu sefer de yapının başındaki insanlara fiili saldırıya geçerler. Onları tutuklatır, ekonomik baskılara tabi tutar, yıldırılmaya veya korkutulmaya çalışırlar.
3-ALAYA ALMA: Bu fiili saldırılarda bu hareketi sindirmez, her şeye rağmen yapının başındaki insanlar hiçbir şeyden etkilenmeden işlerine devam ederlerse egemenler bu sefer hareketin önderlerini yada müntesiplerini alaya alır, onların şahsiyetlerini hedef alarak toplum nazarında küçük düşürmeye çalışırlar. Bunu yaparlarken doğru-yalan ayrımı yapmadan her davranışı meşru görerek onları kamuoyunda rencide etmeye insanların güvenlerini kaybettirmeye çalışırlar.
4-Hayatlarına kastetme: Tüm bunlar halen hareketin halk tarafından kabulüne engel olmazsa bu seferde yapıda bulunanların tamamını ortadan kaldırma yollarını ararlar. Büyük bir öfke ile taş üstünde taş bırakmama pahasına onları yok ederler.
5-GRİLEŞTİRME: Hareketin önde gelenleri öldürüldü, her türlü baskı yapıldı, yine insanlar bu yapıya ilgi gösteriyorlarsa, hiçbir baskı ve dayatma insanları oradan uzaklaştırmıyorsa bu sefer en son basamak devreye sokulur. Bu süreçte hareketin düşüncesi, egemenleri hoşnut edecek düzeye çekilir. Biraz sizden, biraz bizden denilerek orta bir yol bulunur. Hak- batıl şirketi kurulur. Hakkın bembeyaz rengi batılın kapkara rengine bulaştırılır ve sonuçta gri bir renk elde edilir. Böyle bir ortaklığın kime faydası olacağı baştan bellidir. Güçlü ile kurulacak her türlü ortaklık yılanla çuvala girmektir. Bir müddet sonra yılan ortağını boğarak çuvaldan zafer havası ile çıkacaktır.
İslam dünyasında yüzyıllardır ortaya çıkan her hak hareket yukarıda sayılan olaylarla karşı karşıya kalmıştır. Bu karşı koymalardan egemenlerin en fazla başarı sağladıkları alan hiç şüphesiz grileştirmedir. Onlar nice cihad meydanlarındaki mağlubiyetlerini bu sulandırma projeleri ile başarıya taşımışlardır.
Bugün tüm dünyayı ellerinde bir oyuncağa çeviren sözde büyükler! adına ılımlı İslam dedikleri kendileri için tehlike arz etmeyen uydurma dini, tüm İslam dünyasına dayatmaktadırlar. Müslümanlar; dinlerini ve bu dinlerinin sorumluluklarını, yüce kitapları olan ve furkan gibi hak ile batılı birbirinden kesin ölçülerle ayıran bir özelliğe sahip bulunan Kur’an’dan alırlarken, sizin, bazı menfaatleri ileri sürerek kabul ettirmeye çalıştığınız bu dini benimsemeyeceklerdir. Öyle bir din ki bu ılımlı İslam dedikleri şey kıblesi Kabe’ye değil, Beyazsaray’a bakıyor. Böyle olunca da onları memnun etme bu dinin en temel kuralı oluyor. Bu dine göre onlar bizim her şeyimizde tasarruf hakkına sahip olacaklar, bizim tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarımıza hakim olacaklar. Biz ise onların izin verdikleri kadar dindarlık yapma hakkına sahip olacak, onların kes dediklerini kesecek, öldür dediklerini ise öldüreceğiz. Onların iyi dedikleri bizim için iyi olacak, kötü dedikleri ise kötü olacaktır.
Bunun adına din ve tabi ki yaşamak diyorsanız eğer, bu dayatmaları kabul edelim. Yok eğer kabul etmeyeceksek ki etmemeliyiz böyle bir zilleti benimsemek yerine, vahyin doğru anlaşılması mücadelesini verelim. Dinimize ait ilkeleri hiç kimseye değil vahye inşa ettirelim.
Kur’an diyor ki: Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O,size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış(furkan)verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. (Enfal suresi 8/29)
Vahyin müntesipleri olan bizler ne zaman ki sadece Allah’tan korkmaya başlar, onların imkanlarını görüp, Allah’a ait bir alanı onlarla paylaşmaya kalkışmazsak, işte o zaman furkan olan Kur’an’ın sahibi Allah, bizlerde bir furkan verecektir.O zaman bizde tarihte olduğu gibi bir bakışta maskeleri düşürecek kadar basiret sahibi olacak hak-batıl,iyi-kötü,güzel-çirkin,başarı-başarısızlık,kazanç-kayıp kavramlarına vahyin baktığı gibi bakacak kimsenin dayatması ile değil ilahi kelamın ilkeleri ile hareket edeceğiz.
Ne diyelim Allah bu ümmete merhamet etsin ve aramızda ki ayrılıkları onların planlarına malzeme yapmasın.

İstiğfar ve Tevbe

İlahî fırsat günlerini yolcu etmeye hazırlandığımız bugünler de bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini idrak etmenin heyecan ve coşkusunu yaşıyoruz. Bu gece yapılacak en önemli amel insanın Rabbinden af dilemesi ve O’na yönelmesidir. Af dilemek istiğfar, O’na yönelmek ise tevbedir. Biz çoğunlukla bu iki önemli kavramı birbiri yerine kullanır,sanki bu iki kavramın aynı vurguları ve mesajları varmış gibi anlarız. Tabi böyle anlamamız sadece yanlış bilgi edinmemiz ile kalmaz birde eylemlerimize yansıyarak gerçek istiğfar ve tevbeden mahrum kalır,bu iki eylemin hayatımızda ve tabi ki ukbamızda ki kazanımlarından istifade edemeyiz.
İstiğfar; kişinin kusurunun bağışlanmasını Allah’tan talep etmesi, sözlü olarak af, mağfiret ve rahmet istemesi,fiili olarak da bu talebine uygun davranmasıdır. İşte burada istiğfarın iki farklı çehresinin olduğunu görüyoruz. Biri sözlü talep, diğeri ise fiili çabadır. Bu iki çehre birbirinden ayrılmadığı gibi, birinin eksikliği diğerinin de oluşmasına engel olmaktadır. Böyle olunca da gerçek anlamda sahibine fayda sağlayacak bir istiğfar oluşmamaktadır. İnsan hayatı boyunca günde yüz, binler sözlü istiğfar da bulunsa, ama fiili hiçbir çaba ortaya koymasa nasıl bir fayda elde edebilir ki?
Tevbe ise istiğfarın hazırladığı yada temelini attığı yapının üzerine inşa edilir. Bunun için tevbe de bir tek çehreden bahsedilebilir; o da eylemdir. Kalbi yönleri olan bu eylemin her basamağı insanın bir şeyler ortaya koyması ile gerçekleşmektedir. Bunu İslam Üleması şöyle dile getirmişlerdir: Sahih bir tevbe için şu dört eylem şarttır.
1- Kalpten pişmanlık duymak. Bu biraz da istiğfar ile alakalıdır.
2- İşlenen o günahtan hemen rücü etmek, yani yüz çevirip sevaba yönelmek.
3- Bir daha benzerini işlememeye azmetmek.
4- Bu eylemleri birilerinden utandığı yada korktuğu için değil sadece Allah’ı memnun etmek için yapmak.
İşte sahih tevbe yada Kur’an’ın deyimi ile nasuh tevbe budur. İnsan bunu yapabilirse taib olur. Ya yapamazsa; o zaman da taibin zıddı olarak zalim olur. Bunu bize bizzat Kur’an söyler, der ki: “Ve men lem yetub fe u’laike humu’z zalimun” “Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” (Hucurat Sûresi 49/11) Demek ki başka ikinci bir yol yok; ya taiblerden olup tevbe edeceksin, yada bu işi önemsemeyip, ihmal ederek zalim olacaksın. Peki bu iki sonuç bizi nereye götürür. İsterseniz yine cevabı Kur’an versin: “Allah tevbe edenleri sever” (Bakara Sûresi 2/222) Ya zalim olursanız, işte onun cevabı: “Allah zalimleri asla sevmez”
(Al-i İmran Sûresi 3/57) Burada verilen mesaj çok önemlidir. Allah, korku eksenli bir inanç düzlemi oluşturmaktansa, sevgi eksenli bir inanç oluşturmak istemektedir. Eğer biz Allah’ın sevip-sevmemesinin değer ve acısını bilsek bu ayetleri daha iyi anlamış oluruz. O’nu sevgisini kazanmak cenneti kazanmaktan çok daha önemlidir. Böyle bir bilinç bizi her şeyi helal-haram sevap-günah düzleminde düşünmenin ötesine taşıyarak farklı bir noktaya ulaştıracaktır. Bu nokta her şeyi O’nun hesabına yapmak,her şeyi O’nun için yapmak,her şeyde O’nun rıza ve hoşnutluğunu gözetmek gibi önemli bir duruştur. Artık o cehennem azabından korkmaktan
daha çok, Rabbi ile arasında var olan sevgi bağına zarar vermekten korkacaktır. Müthiş bir hassasiyet sahibi olacak, değil hayatı rüyaları bile Allah’ı memnun etmeyecek eylemleri konuk etmeyecektir. O; Allah’a karşı kulluk görevini ibadetlerle yerine getirirken, bir taraftan da gösterdiği hassasiyetle O’na (c.c.) dost olma ve bu hal üzere kalma yollarını arayacaktır.
İşte her Kadir gecesi insan da böyle haşmetli ve zor bir işi gerçekleştirmek için gelir. Eğer bu kudret gecesi gelir de sahibine böyle bir bilinç kazandırırsa, o geceyi ona, bin aydan yani bir ömürden hayırlı kılar ve o gece onun kaderini belirleyerek onu taibler zümresine katarak, Allah’ın sevgisine mazhar olanlardan eyler. O (c.c.) severse bütün dünya sırt dönse ne olur ki… Ya O (c.c.) sevmezse, bütün bir dünya sevse, hepsi dost olsa ne ehemmiyeti var ki..
Gelin dostlar bu geceyi layıkı ile ihya ve idrak edelim. Bütün günahlarımızı istiğfar ile temizleyelim. Rabbimizden af ve mağfiret isteyelim. O gece eller, diller, bedenler ve gönüller tek bir şey için çarpsın. O şeyde Rabb-i Rahimimizin rızası olsun. O gece varlığımız sadece dua dua inlesin. Meleklerin sabaha kadar bizi gözetlediğini unutmayalım. O gece istediğimiz, niyazımız ne olursa olsun,eğer gönülden ise verileceğini hatırımızdan çıkartmayalım.
Kim ne isterse istesin ben bu gece kaybettiğimiz büyük bir değer olan ihlas isteyeceğim.
Ya Rabbi ne olur bizi muhlis kullarından eyle..amin
 
 

Hiç yorum yok: