BİR FİNCAN MUHABBET





Dost-akraba ziyaretlerinde, onlara olan sevgi ve muhabbetin göstergesi olarak sunulan bir fincan kahvenin ne kadar büyük bir anlam taşıdığını biliyoruz.
Hatta atalarımızın veciz ifadesiyle “bir fincan kahveye kırk yıllık bir hatır” bile biçeriz. Ancak burada kastedilen kahveden ziyade yapılan ziyaret ve bu esnada gerçekleşen muhabbettir sanırım.
Bundan dolayı;
“Gönül ne kahve ister ne de kahvehane/Gönül muhabbet ister kahve bahane.”

ifadeleri de halkımızın dilinde ve gönlünde derin izler bırakmış olmalı ki hala söylenmeye devam edegelmektedir.
Günümüzde, hazırlanması bir dakika bile sürmeyen, “nescafe”lerin içildiği ortamlarda yapılan muhabbetler de “geyik muhabbeti”nden öteye gidememekte maalesef.
Tiryakisinin bir fincan kahve içmek için sabahın erken saatinde atıştırdığı bir-kaç lokma “kahve altı” yiyeceklerde “kahvaltı”ya dönüşünce “sabah kahvelerinin” adı kaldı sadece…
Geçmişte bir fincan kahveye kırk yıl hatır biçen insanımız, kırk akçenin hesabını yapar hale geldiğinden beri ne hatır kaldı ne de kahve.
O eskimeyen dostluklarda olmadığı için muhabbet “kuş” adı olarak yer etti hafızalarımızda.
Kırk yıl hatırı olan kahve, meşe kömürü yakılan mangalların ısıttığı, kalaylı bakır cezvelerde pişerdi…
Kırk yıl hatırı olan kahveyi “ağalar beyler içerler”di Karacaoğlan’ın ifadesiyle…
Kırk yıl hatırı olan “kahve Yemenden gelir”di…
Kırk yıl hatırı olan “kahveyi kaynatırlar”dı, türkülere ilham kaynağı olurdu…
Dost ellerin hazırladığı bir fincan kahveye ve,
Şaire;
“Gittin amma kodun hasretle canı bile,
İstemem sensiz olan, sohbeti yaranı bile.”

dedirten dostluk ve muhabbet anlayışına ne kadar da hasretiz değil mi?
“Kahvenizi nasıl alırdınız efendim…..”
Selam ve Dua ile…





Hiç yorum yok: