Bayramlık bunlar!


S. Bahattin YAŞAR
Telefonum çalışıyor. Ekrana bakıyorum, yakın bir dostum arıyor.
“Hocam, buyurun” diyorum.
“Müsait misiniz, bir konu vardı…” diyor.
Ben de, “Buyurun hocam, müsaitim..” diyorum.

Hocanın ses tonundan bir şeylerin olduğu anlaşılıyor. Bu her zaman konuşmada kullandığı bir ton değil.
Meraklandım.
“Hocam dinliyorum” diyorum.
Kesik ve kısık bir ses tonuyla, “Hocam, bu konuyu paylaştığım için de özür dilerim.” diyor.

Tabi ben iyice heyecanlanıyorum.
Sesi iyice buğulandı ve ağlamaklı bir hale geldi. Bir şeylerin yaşandığı aşikârdı ama anlatılmayınca, bir anlam verilemiyordu.
Bir kez daha, “Hocam buyurun, dinliyorum, lütfen” diyorum.
Hoca zor da olsa, anlatmaya başlıyor.

“Hocam, bizim kenar semtteki medreseye/dershane gittim. Kimsecikler yok. Tek başınayım. Hani öğrencilerin gelmesi yaklaştı ya. Medresede ne var yok bir göreyim dedim. Medreseye vardığımda, ortamın biraz kirli ve tozlu olduğunu gördüm. Neyse ki, süpürgeyi alıp, önce kaba kağıt ve çöpleri şöyle bir topladım. Epeyce de yoruldum. Tam bu sırada içime bir ses geldi. Ses bana şunu söylüyordu: ‘Yani, bu medreseyi niye sen süpürüyorsun? Bu işleri yapacak başkası yok mu? Sen git kendi yapman gereken işleri yap. Senin yapacağın işi başkası yapamaz, ama bu işleri yapan bulunur. Yani, ya öğrencilerin kendileri temizlesin, ya da parasını ver, birisine bu işi yaptır. Zaten pek de yakışmıyor. Sen bu güne bu gün bir avukatsın. Yani bu işler senin yapacağın işler mi? gibisinden hocam, onlarca cümle bana hücum ettiler.”
“Gerçekten ben de bu hücumdan ciddi etkilendim. Ve hatta bir ara, bu süprüntü bu köşede kalsın diye bile düşündüm. Ama neyse ki böyle kalması yakışmıyordu da, bir poşet bularak kaba çöpleri bu poşete doldurma niyetindeyim. Poşeti açtım. Önce kağıtları koyayım dedim. Kağıdın birisi biraz dikkatimi çekti. Kenarları süslü bir kağıt. Bu bir vecize. Hele dur bunu bir okuyayım ve bir kenara kaldırayım diyorum içimden. Vecize, aman Allah’ım! Bu vecize tam benim içinde olduğum hali tahlil ediyor. Diyor ki,
“Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşuboşuna gitmez. Bir dar-ı mükafat, bir mahal-i saadet senin için ihzar edilmiştir.” (Mektubat)
“Hocam, bu vecizeyi okuyunca aklıma hemen sen geldin. Seninle bu yaşadıklarımı paylaşmayı arzu ettim. Hizmetin, henüz daha içindeyken, dünyadayken lezzeti insana ulaşıyor. Cenab-ı Hak bizimle birebir ilgilendiğini, bize ihsas ediyor. Hizmetler içinde kerametvari neticeleri taşıyor.”

Kıymetli avukat beyefendinin, arefe günü dünyasına takılan bu hatırayı paylaşırken, ciddi etkilendiği her halinden anlaşılıyordu. İfadesine göre, her göze yakışan gözyaşlarını orada biraz istimal etmiş.
Bana anlatırken, gözyaşı dökmüyordu, ama gözyaşı dökülmüş bir hatıra olduğu için bu sefer benim dünyamda da bir dalgalanma meydana getiriyordu. Ben de göze yakışan gözyaşlarımdan biraz nasip oldu da, istimal ettim.
İçimden, büyüklerin yaptığı dua geçiyor: “Allah’ım bizi gözyaşı fukaralarından eyleme!”
Sonrasında tabii, anlatılanlar anlatılanda kalmıyordu.
Her içinde yaşanmışlık bulunan hatıra, adeta gönül gönül gezintiye çıkıyor. Her gönle de farklı bir tat bırakıyor.

Hiç yorum yok: