GİZLİ HAZİNE

?ui=2&view=att&th=1268a2a3bb0954d8&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1268a2a3bb0954d8&zw

- “Sultânım! Sen yıkıkta gömülü bir hazinesin. Ben ise hikmete (sırlara, ilmi ledüne, bilgiye) can atan bir âvâreyim. Lütfen beni özel talebeliğinize kabul eder misiniz? Ver elini öpeyim,” dedim. El öpmek, bir kişinin ilminin üstün olduğunu kabul edip ona saygı sunmaktı.
- “El öpmek mi?.. Niçin? Tamam, kabul, konuşalım. Fakat sözden ne çıkar? Şimdiye kadar, kim bilir kaç hayvan yükü kitap okudun; ne anladın? Hiç, değil mi? Akıl muhakemeleriyle Hak’kın varlığını kabul etmek mümkündür, fakat bilmek ve anlamak ve olmak asla mümkün değildir. Harfleri bir araya getirmekle hakikat tecelli eder mi?
-Onu dinlerken üzerimde garip bir gevşeklik rahatlık hissediyordum. Yedi bin yıllık insanlık medeniyetinin oluşturduğu zahiri-yüzeysel ve günlük ihtiyaçları sağlamaya yönelik maarif (eğitim-öğretim) düzeyini gözümde bir anda sıfırlamıştı. İhtiyacımızdan fazlasını tüketmek için ihtiyacımızdan fazlasını üretmek mantığı üzerine kurulmuş olan bilimi “uygarlık” olarak kabul etmiyordu.
Bu garip kıyafetli delinin sözlerindeki büyüklük, bana pek fazla bir küçüklük vermişti. Üzerimdeki kravatın gururu külahın karşısında eriyip tevâzua dönüşünce bana bakarak gülümsedi.
-“Aklına daha fazla ağırlık yüklemeyelim artık. Biraz da kendimizden geçelim” diyerek birer kahve daha doldurdu, keyifle içtik.Kahveleri içtikten sonra kulübeden bir ney çıkardı, hafif ve hoş bir şekilde çalmaya başladı. Kabristanın sessizliği, neyin hüzünlü sesi, bana garip bir zevk veriyordu. arada okuduğu tasavvufî şiirlerin ve kahvenin etkisiyle beynimdeki tevhid lezzeti her an gittikçe şiddetleniyordu.
Bu güne kadar kafamla çözemediğim, yaşam ve ölüm çıkmazının verdiği taşınılmaz ağırlığın bilincimden kalktığını ve hafiflediğimi hissediyordum.
şiir okumaya başladı:
Ey can! Yok olacak olan bu aleme ibretle bak.
Ey can! Var sandığın bu âlemin sanal olduğunu anla.
Gafletten kurtul.
Evren bütündür ben parçasıyım yanılgısından sıyrıl
Meydan boş değildir. . .
Sen anlamsız ve rasgele bir varlık değilsin.
Yüz bin senelik ömrü neşe ile geçirsen de hepsi BİR AN’dan ibarettir. . .
Sen sonsuz bir varlık ve ilim hazinesisin. Kendini ne kadar tanısan da yine kendini hiçbir zaman hatmedemezsin. Tüm ilmin ve sonsuz hayatın “yok”lukta bir nokta ve an kadardır.
“Aç gözlülük ve hırsa uyup nefsin kahrına uğrama.
Hak sonsuzdur. Hak’kın sonsuzluğunu ancak ben anlarım zannetme. Her zaman senden daha âlim birisi vardır. Mûsa’nın Hızır’a yaptığını yapma. Sonra üstadsız kalırsın.
Adın duyulmasın sonra rahatın kaçar.
Kısır akıl ve dar bilinçlerin anlayamayacağı şeyleri açık etme. Kimisi seni sultan ilan etmeye gelir kimisi de seni asmaya gelir.
Allah’ı bilenlerle arkadaş ol; onlardan uzak kalma.
Sana senin ne olmadığını ve senin ne olduğunu senin anlayacağın lisanla sana açan üstadların ilminden faydalanmaya bak.
Dünya koltuğundaki gücünle mağrur olma.”
Ulaştığın ilim seviyesiyle başın dönmesin. Sonsuzun yanında ilmin ne kadar ki?
“Olgun kimseler, dünya zevkine kapılmadılar.
Bilginin ve ilmin verdiği haz, diğer zevklerin hepsinden farklıdır.
Netice olarak dünyanın bir gölge, boş bir arzu,
Bedensel yönümüz sonsuz yönümüzün bir özetidir. Dünya sonsuz âlemlerin bir özetidir. Kendini sınırlı beden ve sınırlı dünya hapishanesine kapatma, özeti aç.
bir oyuncak ve hayal olduğunu bildiler.
Dünyan yani bedensel yaşamın, özündeki sonsuz kudretin küçük bir biblosu ve gerçeğin şimdilik bir hayalidir.
Rüyanın gerçekle ne kadar ilgisi varsa,
Bedensel yaşam süresi sonsuz yaşam yanında ancak rüya hükmündedir.
cihanın da zevkle o kadar ilgisi vardır.
Tüm dünyasal bilgiler, tevhid ilmi yanında ancak bir virgül kadarcıktır.
Herkes aşk eteğini tutup Allah’a kavuşmaya yaklaştı.”
Her birim ve bilinç yaratılış amacı doğrultusunda kendi varlığına sevdalanır ve özüne doğru kendi sıratında yolculuk eder...

Hiç yorum yok: