Resûllah Efendimiz ve Duâ...cumamız mübarek olsun...

?ui=2&view=att&th=1270a6c58dc95200&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270a6c58dc95200&zw


Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Büyük zorluklara dûçar olduğunuz zaman “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” zikr-i ce-mîlîne devam ediniz.” (1)

“Cenâb-ı Hak, duada fazla ısrar edenleri sever.” (2)


“Eğer bir kul, Cenâb-ı Hakk’a bir hususda duâ eder de icâbet olunmazsa onun yerine bir hasene, yani bir sevâb yazılır.” (3)

“Bir babanın oğlu için duâsı, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duâsı gibi makbuldür.” (4)

“İyilik görenlerin iyilik gördükleri kimseler hakkında ettikleri hayır duâları reddolunmaz.” (5)


“Ezân ile ikâmet arasında yapılan duâ müs-tecâbdır. Bu arada hemen duâ ediniz.”(6)


“Kaderden sakınmak kaderi def etmez. Lâkin sâlihlerin duâsı, nüzûl etmiş ve edecek olan elem ve musîbeti def etmeğe ve kaldırmağa medâr olur. İş böyle olunca ey Allah’ın kulları, duâ ediniz.” (7)

“Kur’ân-ı Azîmü’ş-şan her ne vakit hatmolu-nursa akabinde yapılan bir duâ müstecâbdır.” (8)


“Bir kimsenin sevdiği bir kimse aleyhinde olan duâsının kabul olunmamasını Cenâb-ı Hakk’tan istirhâm eyledim.” (9)

“Bir farz namazını huşû’ ile edâ eden kimsenin o namazın akabinde vakı’ olacak bir duâsı müstecâb olur.” (10)


“Mazlumun bedduâsından sakınınız. Zîra bir kıvılcım sür’atiyle semâya icabete yükselir.”

Fâcir de olsa mazlûmun duâsı makbûldür.” (11)

“Cenâb-ı Allah buyurmuşdur ki: “Kim bana duâ etmezse ona gadab ederim.” (12) Zîrâ bu hal ya gafletten, yahut kibirden ileri gelir


“Müslüman kardeşinin ayıp ve çıplak yerlerini setrederek onu dünyâda rüsvay etmeyen kimsenin ayıplarını Cenâb-ı Hakk kıyâmet gününde setreder.” (13)

“Bir yerde yangın vuku’ bulduğunu gördüğünüz zaman ”Allahü Ekber’ diyerek tekrar tekrar tekbîr alınız. Zîra tekbir yangını söndürür.” (14)


“Dünyânın geniş vakitlerinde, yani sıhhat ve servet ve asâyiş ve emniyet gibi esbâb-ı istirahat mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ve tâat ile kendini takdîm et ki muzâyakalı sıkıntılı bir zamanda seni lutf ile yâd edip gözetsin.”(15)

“Ana ve babaya iyilik ömrü artırır. Yalan söylemek rızkı noksanlaştırır, duâ kazaya siper olur.” (16)


“Kendisine iltica ile bir ricada bulunan kimsenin ricasını kesip atanın duâ ve ricasını da Allah kesip atar.” (17)

“Bir mü’mine yapılan zillet ve hakareti görüp de men’ine muktedir olduğu halde muâvenette bulunmayanları Cenab-ı Hak mahşerde zelîl eder.” (18)


“Her kim duâlarının kabûlünü, gam ve üzüntülerinin def olup kaldırılmasını arzu ederse sıkıntıda bulunanların imdâdına yetişsin.” (19)

“İşlerde istihâre edenler, yani Allah’dan hayır dileyerek rızâsına muvafık hareket edenler zarar etmezler. İstişâre edenler de işin sonunda pişman olmazlar. İdâr-i maîşetinde isrâf etmeyip i’tidâl yolunu iltizâm edenler de fakr u zarurete düşmezler.” (20)


“Bir işe başlamak istediğin zaman âkıbetini iyice tefekkür edip hayr u sevâbı mûcib ise devam et, şerr ü ıkâbı mûcib ise ictinâb et!” (21)


“Hikmet on parçadır. Dokuzu uzlette, diğer biri de sükûttadır. Yâni mâlâyâniden, kendisini ilgilendirmeyen ve lüzumsuz bulunan şeylerden hıfzeylemektedir.” (22)

“Akâid-i fâside ve bid’at sâhiplerinin amellerini, ibâdetlerini Cenâb-ı Allah kabul etmek istemez.” (23) Eğer tevbe edip ehl-i sünnet ve’l-cemâat i’tikadına rûcû’ ederlerse kabûl eder.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh der ki: Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:

“Her bir peygambere etmesi için bir duâ verilmiştir. Ben ise ümmetime şefâat olmak üzere duâmı âhirete bırakmak istiyorum.” (24)


Enes bin Mâlik’den gelen rivayette ise Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

“Her bir nebî Allah’dan bir dilekte bulundu. Yahud, her bir peygamberin Allah’a edeceği bir duâsı vardı. Her biri duâsını yaptı ve kabul olundu. Ben ise duâmı kıyâmet gününde ümmetim için şefâat kıldım.” buyurmuşlardır.


Enbiyây-ı izâmın her duâsının müstecâb olması kuvvetle umulur ise de, kat’î olmayıp yalnız bir duâlarının kesin olarak kabûl edileceği kendilerine bil-dirilmişdir. O duâ, her bir nebîye Allah tarafından husûsî olarak verilen duâdır.


Ezcümle Hazret-i Âdem -aleyhisselâm bu müstecâb duâsını tevbesinin kabûl olması için; Hazret-i Nuh aleyhisselâm- kavmininin helâki ve berâberindeki mü’minlerin kurtulması için, Hazret-i İbrahim-aleyhisselâm- -i Mükerreme ve Beytullah için, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- Fir’avn’ın helâki için, Hazret-i îsâ -aleyhisselâm- gökten bir mâide, sofra indirilmesi için etmişler ve müstecâb olmuşdur.


Hazret-i Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz ise, bu kesinlikle kabul olunacağı Allah tarafından te’min olunan duâsını, ümmetine şefâat için âhirete bırakmıştır. Ne mutlu O’nun sünnetine sımsıkı sarılan mü’minlere.


?ui=2&view=att&th=1270a6d6b3425120&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270a6d6b3425120&zw

EY DOGRULARIN YARDIMCISI OLAN ALLAHIM ...

?ui=2&view=att&th=1270a66269f2ef35&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270a66269f2ef35&zw

?ui=2&view=att&th=1270a67b09f9cb46&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270a67b09f9cb46&zw
Gencin birisi Kâbe’de hep, Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, sana hamdü sena ederim diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi, (Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun?) der. O da anlatır:
7-8 sene önce yine Kâbe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses (Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın) diyordu. Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur dedim.

Bu sırada birisi, (Şöyle bir torba bulan var mı?) diye bağırıyordu. Çağırdım onu, nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi.


Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri [köleyi] överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım.


Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki, (Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın, onlara 30 bin altından aşağıya satma) dedi.


O kişiler yanıma geldi, bu esiri bize satar mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. İyi ama sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alın dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30 binden aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp gittiler.


Ben o 30 bin altınla, işyerleri açtım, ticaret yaptım, daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlar, çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim dediler. Ben de olur dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, bu nedir dedim. İçinde 970 altın var, babam Kâbe’de bunu kaybetmiş, bulan gence 30 unu vermiş. Kalanını da bana hediye etti, çeyizine koyarsın dedi. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş, vermese idim haram yoldan gelecekti, şimdi helal yoldan yine bana geldi.


Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbime hamd ederim.




?ui=2&view=att&th=1270a67b09f9cb46&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270a67b09f9cb46&zw

ALLAHIM KONUŞ BENİMLE

?ui=2&view=att&th=1270a613df0af6cf&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270a613df0af6cf&zw

Bir gün, bir adam ellerini açıp yalvardı:
"Allahım! Konuş benimle!"
Tam o sırada bir çayırkuşu adamın bahçesinde
en son şarkısını söylüyordu. Ama adam çayırkuşuna
hiç kulak vermedi ve yakarmaya devam etti:
"Allahım! Benimle konuş!"
Az sonra hava aniden kapandı, gökgürültüsü
ve şimşekle birlikte kuvvetli bir yağmur başladı.
Fakat adam bunlara hiç aldırış etmedi,
yakarmaya devam etti:
"Allahım! Seni görmeme izin ver!"
O böyle yalvarırken, sağanak yağmur
sona ermiş ve güneş bütün ihtişamıyla ışıklarını
adamın evine kadar taşımaya başlamıştı.
Fakat adam bu manzaraya aldırış bile etmedi.
Her gün gördüğü birşey değilmiydi bu?
Yalvarmaya devam etti adam:
"Bana bir mucize göster Allahım!"
Böyle yalvarırken, yakınlardaki
evlerden birinden yeni doğmuş
bir bebeğin ağlayışları geliyordu kulağına
ama o bunu da farketmedi.
Üzüntüsünden ağladı, ağladı...
" Cevap ver bana Allahım!
Burada olduğunu bilmemi sağla!"
Tam o an, bir kelebek gelip
adamın koluna konmuştu.
Ama görmemekte, duymamakta
ve bilmemekte ısrar eden adam öbür eliyle
kelebeği iteleyip kovdu. Sonra da:
"Allahım!" Neden, neden bana
bir cevap vermiyorsun?"
diye ağlayıp, yakınmaya devam etti...

?ui=2&view=att&th=1270a61edcd25c1d&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270a61edcd25c1d&zw


Allah Korkusu ile Gözünden Yaş Akana

?ui=2&view=att&th=1270a20ada4aed30&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270a20ada4aed30&zw

(Allah’ı anarken, Allah korkusu ile gözünden yaş akana, kıyamette azap olmaz.) [Hakim]


(Allah korkusu ile ağlayan göze, Cehennem ateşinin dokunması haramdır.) [Nesai]


(Kıyamette herkes ağlayıp gözyaşı dökecektir. Ancak dünyada Allah korkusu ile, bir damlacık gözyaşı dökenler ağlamayacaktır.) [İsfehani]


(Allah korkusu ile, gözünden yaş akan mümini, Hak teali ateşten koruduğu gibi, ateşi de onun nurundan korur.) [İbni Mace]


(Allah için gözlerinden yaş akan müminin vücudunun, Cehennem ateşinde yanması haramdır. Bir damla gözyaşı ile yanağı ıslanan kimsenin yüzü, hiçbir zaman darlığa düşmez. Kıyamette her şey ölçülür, tartılır. Bunlardan Allah korkusu ile akan gözyaşı, ateş deryasını söndürecek güçtedir.) [Beyheki]


(Vücudu Allah korkusu ile ürperen kimsenin günahları, ağaçtan yaprakların dökülmesi gibi dökülür.) [Beyheki]


(Allahü Teâlâ, Hazret-i Musa’ya buyurdu ki: "Benden korkup ağlayarak yapılan ibadet, diğer ibadetlerden üstündür.") [Taberani]


(Cenab-ı Hak, yemin ile buyuruyor ki: "Dünyada benden korkarak ağlayanı, Cennette ebedi güldürürüm.") [Beyheki]


(Sağılan süt, tekrar memeye girmediği gibi, Allah korkusundan ağlayan da ateşe girmez.) [Tirmizi]


(Allah’u Teâlâ’nın, himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette, himayesine aldığı yedi kimseden biri de, yalnız iken Allah’ı anıp gözünden yaş akan kimsedir.) [Buhari]


(Allah korkusu ile gözden akan bir damla gözyaşından veya Allah yolunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli, Allah indinde bir damla yoktur.) [Tirmizi]


(Ağlayın, ağlayamazsanız, kendinizi zorlayın, hüzünlenin! Kıyametteki azabın dehşetini bilseniz, ayakta duramayacak hâle gelinceye kadar namaz kılar, sesiniz kısılıncaya kadar ağlarsınız.) [Buhari]


(Her mümin dağlar kadar günah ile mescidimizde bulunsa, ağlayan şu kişinin hürmetine oradakilerin hepsinin günahları affolur. Çünkü melekler "Ya Rabbi, ağlayanları, ağlamayanlara şefaatçi kıl!" derler.) [Beyheki]


İbni Ömer hazretleri buyurdu ki:

(Allah korkusu ile bir damla gözyaşı akıtmak, binlerce altın sadaka vermekten daha kıymetlidir.) [İhya]



Yeryüzünde ilk ağlayan Adem babamızdır (as). O, Hz Mevlâna'nın deyimiyle, mahzun bir şekilde ağlamak, inleyip feryad etmek için dünyaya gönderilmişti. Biliyordu ki, tevbekârların nefesi ıslak gözyaşlarıdır. Gözyaşı dökene acınır. Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur. Akar su nerede ise orası yeşerir; nereye gözyaşı dökülür ise oraya rahmet nazil olur.




Allah Rasulü de dünyaya gelirken ağlamıştı. Ama onun ağlayışı bir başkaydı, Figanında “ümmetim, ümmetim!” feryadı duyuluyordu, Elini açtığı zaman: “Ürpermeyen kalpten, ağlamayan gözden sana sığınırım Allahım” diye dua ederdi.


Bir gece teheccüde kalktığında “Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün ayrılmasında, aklı başında kimseler için gerçekten açık ibretler vardır” (Âl-i İmran, 190) mealindeki ayet-i kerimeyi okuduğu zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.


Savaş meydanlarında O'nun gibi cengâver biri yoktu. Korku nedir bilmezdi. Cihad esnasında Sahabe daraldığı zaman, Efendimiz'in yanına sığınırlardı, Fakat O nerede bir kalbi kırık görse oturur çocuk gibi ağlar, etrafını da ağlatırdı.


Bir keresinde Kızı Zeyneb'in çocuğu hastayken kucağına almış, ağlamış ve şöyle demişti: “Bu, Allah'ın merhametli kullarının gönüllerine koyduğu rahmettir, Cenab-ı Hak, bu rahmeti kullarından şefkatli olanlara ihsan eder”


Bir gün hutbede şöyle hitab etti: “Allah'a yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz” Hadisin diğer kaynaklardaki devamında: “Zevcelerinizin yataklarını terk eder, dağlarda ve çöllerde çığlık çığlık Allah'a yalvarırdınız”


Bu sözleri duyan sahabilerin hepsi başlarına cüppelerini çekmiş, ne olacak halimiz diye ağlaşıyorlardı.




Allah Rasulü buyuruyor: “İki göz cehennem ateşi görmez: Düşmana karşı nöbet bekleyen ve Allah korkusundan ağlayan gözler”



Bir çocuğun namaz kılma öyküsü...

?ui=2&view=att&th=1270a16b4d9e9be6&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270a16b4d9e9be6&zw

Türkan Hanım dindar bir ailede büyümüştü. Annesi her fırsatta ona ve kardeşlerine namaz kılmalarını söyler, hatta kızarak onları uyarırdı. Türkan Hanım namazın kılınması gerektiğine inanır, ama yine de kılmazdı, çünkü kılmak nefsine zor geliyordu. Bazen başlar, sonra terk ederdi.


Evlendi ve çocukları oldu. Annesi her geldiğinde aynı şekilde namaz kılmaları için ikaz etmeyi sürdürüyor, o da ısrarla kılmamaya devam ediyordu. Çok istemesine rağmen bir türlü nefsine galip gelemiyordu. Bir gün arkadaşları ona oturmaya geldi. İçlerinden biri annesini de yanında getirmişti. Teyze çok mübarekti. Öyle tatlı konuşuyordu ki, onu dinleyen saatler geçse usanmazdı.


Teyze bir ara namaz konusuna değindi. O anlatırken, Türkan Hanım annesini hatırlamış ve annesinin eski günlerdeki namaz ikazlarını düşünüyordu. Misafirler de teyzeyi zevkle dinliyordu.


Türkan Hanımın küçük oğlu Zekeriya, dört yaşındaydı. Oynadığı oyunu bırakmış, teyzenin koltuğu dibinde iki elini yumruk yapıp yüzüne dayamış bir şekilde, kıpırdamadan dinliyordu. Annesi ikram için mutfakla salon arasında koşturup dururken mevzu değişmişti. O da onların yanına oturup sohbetin güzelliğine kapılarak çayını yudumlamaya başladı.


"Anne, senin yerine ben namaza başlayacağım"


Tam bu sırada mutfaktan bir gürültü geldi. Arkasından da oğlunun çığlığı duyuldu. Telâşla mutfağa koştu Türkan Hanım. Misafirler de korkuyla


peşinden gittiler. Oğlu bir sandalye koyarak lavaboya çıkmıştı. Bir ayağı lavabonun içinde, diğeri ise dışarıdaydı. Sandalye devrilmiş yerde dururken, oğlu da lavabonun kenarında korkmuş bir şekilde asılı duruyordu. Koşup kucağına aldı. Su içeceğini zannederek:


"İsteseydin ben verirdim yavrum, ya düşüp bir yerine zarar verseydin" diye çıkıştı.


Türkan Hanım oğlunun verdiği cevabı, uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ unutamaz; çünkü şöyle demişti çocuğu:


"Anne, ben abdest alacaktım. Teyze dedi ya, namaz kılmayanlara ALLAH Celle Celaluhu ceza verecekmiş diye. Ben de, sen ceza almayasın diye senin yerine namaza başlayacaktım."


O an Türkan Hanım, tepeden tırnağa titrediğini hissetti. ALLAHÜ TEÂLA, yıllarca namaz kılmayan Türkan Hanıma oğlunun davranışıyla müthiş bir ders vermişti. Yavrusuna sarılıp dakikalarca ağladı.


Bu hikâye birçok bakımdan ders verici. Aslında çocuklar büyüklere değil, anne babalar evlâtlarına namazı öğretmeli. Çünkü, Peygamber Efendimiz (SallALLAHü Aleyhi Ve Sellem) çocuklarımıza yedi yaşına geldiklerinde namaz kıldırmamızı ve on yaşına geldiklerinde ise ciddi bir şekilde üzerinde durmamızı emreder.


Çocuklarımıza -küçük yaşlarda gerek camilere götürerek, gerek ise evde cemaat yaparak- namazı sevdirmeli ve onlara örnek olmalıyız. Namaz çocuklara tatlı bir üslûpla, sevdirilerek anlatıldığı takdirde çocukların namaza karşı ilgi ve sevgileri kaçınılmaz olur.





KONUŞAN YALNIZ HAKİKATTİR!..


?ui=2&view=att&th=127057968280037f&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_127057968280037f&zw
Bir devletin kıyafetle meşgul olması acı bir gerçektir. Gardırop medeniyetinden kurtulup, medeniyeti gerçek manada yaşamalıyız. İnsanımızın huzuru varsa orada medeniyet vardır.

Huzurun olmadığı yerde medeniyet olamaz. Başörtülü hanımlar üniversiteye alınmıyor, mini etekli hanımlar fakültelere devam ediyor. Mini eteğe tanınan hak, başörtüsüne de tanınmalıdır. Mademki demokrasi var, öyleyse vatandaşın dediği olmalıdır. Çünkü demokrasi, halk idaresidir.

Ne Avrupalı olduk, ne Asyalı kaldık. Her işimiz yarım yamalak. Bu şekilde ülkenin kalkınması mümkün değildir? Acaba kılık kıyafetle uğraşan kaç tane ülke vardır? Neden Türkiye'de de Amerika'daki gibi kıyafet özgürlüğü tanınmıyor? Sonra, başörtüsü niye üniforma olsun? Böyle inanmış böyle yaşıyor. Rejimler, kanunlar birilerinin keyfine göre yönlendirilemez. Bu durum insan haklarına aykırıdır. "Ben başımı kapatacağım" diyen bir hanıma, "burada kapatamazsın!" demeye kimsenin hakkı yoktur. Başı açık hanıma kimse örtün demiyor. Plajlar serbest, başörtüsü yasak. Aklım almıyor. Soyunmanın sınırı yok, örtünmeye gelince yasak. Muhalefet lideri, partisinin mensuplarına çarşaf bile giydirdi. Siyaseten örtünme oluyor, dinî, imanî duygularla örtünme olmuyor.


Acaba üniversite kapısında başını açan hanım ne kadar gözyaşı döküyor? O gözyaşları nerelere gidiyor? Hani insan hakları, hani demokrasi? Başörtülü hanımı kapıda gören görevli ayağa kalkıyor, "Giremezsin, yasak!" Kimin okulundan kimi kovuyorsun!


Anlamıyorum; ilericiler aya gitmek istedi de başörtüsü ayaklarına mı takıldı? Başörtüsünün kalkınmaya mâni nesi var? Bize ilim, teknik lazım, münakaşa lazım değil. Yazıktır; bu milleti kutuplara bölmemek lazım. Caddelerde, sokaklarda mini etekli hanımla başı örtülü hanım yan yana yürüyor da size ne oluyor?


Meslek liselerinin önünü kapatanlara gelince... Bunlar Türkiye'nin kalkınmasını istemiyor. Bir devletin tarihi askerlerin kanıyla, işçilerin teriyle, alimlerin mürekkebiyle yazılır.


Bu millet, şeker fabrikaları, dokuma fabrikaları kuruldukça sevindi, devlete dua etti. Ne zaman ki Kur'an-ı Kerim okunmaz oldu, o zaman gözyaşı döktüler.

1944'te Türkçülerin lideri Nihal Atsız hapisti, büyük İslam alimi Bediüzzaman hapisti, komünistlerin lideri Nâzım Hikmet hapisti. O zaman ben anladım ki fikirsiz, gayesiz, hedefsiz, ot gibi adamlar isteniyor. O zamanlar Nihal Atsız şöyle demişti:


"Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar


Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?

Vicdanını Paris'e, Moskova'ya satanlar,

Küfür diye bakarlar senin dualarına!"

Risale-i Nur'da Tahliller bölümünde Eşref Edip'in yazdığı bir bölüm vardır; "Konuşan Yalnız Hakikattir!".

Hadiseler, Allah'ın insanlara yazdığı mektuptur. Said Nursi (ra) 'Konuşan Yalnız Hakikattir' isimli yazısında bu hadiselerin başıboş olmadığını, İlahî planın tecellileri olduğunu söylüyor. Diyor ki; "Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti."


Nice felaket gibi görünen olayların altında saadet vardır. Her gecenin bir gündüzü, her kışın bir baharı vardır.



HEKİMOĞLU İSMAİL


Kelimeyi-tevhidle kalbimizi nurlandıralım!

?ui=2&view=att&th=127056a1c773e0e4&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_127056a1c773e0e4&zw

Lâ ilâhe illallah, Kelıme-i Tevhidinin anlamı: ‘’Allah’tan başka tapılacak İlah yoktur’’ anlamındadır. İslam dininin temel kurallarından birisidir. La ilahe illallah Muhammedün Rasulüllah demeyen (dil ile ikrar kalp ile tasdik etmeyen ) kimse Müslüman olamaz. Lâ ilâhe illallah kelimei tevhidini Muhammedün Rasulüllah kelimesi tamamlar. İkisi beraberdir. Hz Muhammed Allahın kulu ve rasulüdür, (elçisidir) anlamındadır.


Kelime-i Tevhîd kalplerin pasını siler ve nurlandırır. Kelimei Tevhîd ile Allah’ı zikir ve Allahı zikir ile de kalplerin huzur ve rahatı hakkında birçok ayetler ve hadisler mevcuttur.


♥ "Allah-u Teala buyuruyor: "LA İLAHE İLLALLAH benim kalemdir. Bu kaleden içeri giren kişi benim azabımdan emin olur".


♥ "Allah'ı çokca zikreden erkekler ve Allah'ı çokca zikreden kadınlar; Allah bunlar için bir bağışlama ve büyük bir ecir hazırlamıştır". (Ahzab Suresi - 35)


♥ ‘Dikkat edin, Kalpler ancak Allah’zikretmekle tatmin olur’. (Rad suresi 28)


Müslümanın her fırsatta söylemesi gereken Kelime-i tevhidin fazileti, sevabı bereketi çoktur. Yine Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:


♥ "La ilahe illallah diyen bela ve sıkıntılardan kurtulur".


♥ Allah katında amellerin en kıymetlisi "Lâ ilâhe illallah" demektir.


♥ Allah’ı zikretmenin en faziletlisi "Lâ ilâhe illallah" demektir.


♥ "Lâ ilâhe illallah demek doksan dokuz belayı önler, bunların en hafifi de üzerinizdeki sıkıntının kalkmasıdır".


♥ "Lâ ilâhe illallah" diyen kimseyi işlediği günahlardan dolayı kafir diye suçlamayın "Lâ ilâhe illallah" diyen kimseye kafir diyenin kendisi kafir olur.


♥ "Lâ ilâhe illallah’" diyen kimse bela ve sıkıntılarından kurtulur.


♥ "Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse ihlasla (samimi olarak – içinden gelerek ) Lâ ilâhe ilallah diyen kimsedir".


♥ ‘Benim ve diğer Peygamberlerin zikrettiği en üstün kelime, "Lâ ilâhe illallah" sözüdür.


♥ La ilahe illallah’ı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!


♥ Günde yüz defa "La ilahe illallah" diyenin yüzü kıyamette dolunay gibi parlar.



♥ Cenabı-ı Hak (CC) şöyle buyuruyor: "İzzetim, Celalim ve Rahmetim hakkı için "Lâ ilâhe illalah" diyen kimseyi ateşe koymayacağım".


♥ "Lâ ilâhe illallah" diyen kimsenin günahları silinir ve yerine o kadar da sevap yazılır’ .


♥ "Lâ ilâhe illallah" kelimesi cennetin anahtarıdır.


♥ "Lâ ilâhe illallah" diyen kimse sözünde sadık ise (samimi ve halis bir kalp ile söylerse) bütün günahları affedilir.


♥ Ölüm halindeki kimseye "Lâ ilâhe illallah" söylemesini tavsiye ediniz ve onları Cennetle müjdeleyiniz. Şeytanın insana en yakın olduğu vakit bu andır.


♥ Ağır hastayı "Lâ ilâhe illallah" demeye zorlamayın, sadece telkin edin.



♥ Son sözü "Lâ ilâhe illallah" olan kimse, ruhunu kolay teslim eder ve "Lâ ilâhe illallah" kelimesi kıyamet günü onun karşısına bir nur olarak gelir.



♥ "Lâ ilâhe illallah" zikri, derin bir ihlas ve samîmiyet ister "Kırk gün ihlas ve samimiyetle ibadet eden kimsenin kalbinden diline hikmet pınarı akmaya başlar".



♥ Kelime-i Tevhîdin hatmi 70000 dir Yetmiş bini tamamlamaya hatmi tehlil denir Ne niyetle yetmiş bine tamamlanırsa Yüce Mevla icabet eder.






"RESULE MEKTUP"

?ui=2&view=att&th=1270552b2fed185a&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_1270552b2fed185a&zw
Selam, sevgi ve duanın en güzeline, en halisine, en samimisine layık olan zat için yazılan bu satırlar; O'nu anlamanın, O'nu görmenin ve O'na ümmet olmanın aşkıyla yanan gönüllerden bir ürperti, gözlerden bir yaş, dillerden bir ah, kalblerden bir hu olsun diye ruh mürekkebiyle ıslanmış beden kalemi taraf...ından O'nun nurunun timsali katresi olan bu beyaz kağıda işlenmiştir
Seni anlamakta aciz kalan akıllar,
Seni tarif etmekte aciz kalan diller,
Seni görmeye layık olmayan gözler,
Senin aşkınla yanmayan kalpler
ve Senin nurundan mahrum kalan ruhlar, yine Senden medet ister, yine Seni görmek aşkınla yanmak ister ya Rasul!
Senin için neler yazılmadı, neler söylenmedi ki
Uğruna kimler canlar vermedi, kimler bedenler bağışlamadı ki
Aşkınla kimler göz pınarlarını kurutmadı ki
Seni görmek için nelere katlanılmadi ki
Sana ümmet olmak için nelerden vazgeçilmedi ki
Ama hepsi de az geldi ya Rasul! Kimse Seni layıkıyla anlatamadı Ve en son Rabbimiz yetişti imdadımıza Ve O, Seni en güzel bir şekilde tanıyan ve tanıtan O anlattı Seni bize O en güzel kitapta tarif etti Seni bize
Rasul dedi sana
Habibim dedi sana
Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım dedi
Beni seven Sana tabi olsun dedi
Kullarıma rehber ol, onlara önder ol dedi
Ve Sen güzelliklerin hepsiyle donanmış olarak, faziletlerin hepsiyle faziletlenmiş olarak, kulluğun en güzelini yaparak, ihlasın en mükemmeline nail olarak ve O'nu yani Rabbimizi en iyi tanıyan ve tanıtan olarak ve O'nu en çok seven ve O'nun tarafından en çok sevilen olarak ve O'nu en iyi anlayan ve anlatan olarak bize geldin, bizi şereflendirdin
ya RASUL!
Aşığız Sana ya Rasul, Seni yaratana olan aşkımızdan dolayı
Emrindeyiz ya Rasul, Seni yaratanın emrinde olduğumuzdan dolayı
muhtacız nuruna
muhtacız dualarına
muhtacız sevgine ve şefkatine
muhtacız şefaatine
Ne olur mahrum etme bizi şefaatinden ve dualarından
Ey Rabbimiz!
bizi o en güzel, o en şerefli, o en mükemmel insana ümmet olarak ölmeyi ve rızana ermeyi ve cemalini görmeyi nasip et
Duaya muhtaç, biçare, günahkar her daimALLAH
'a kul olmaya çalışan ümmetinin en günahkarlarından olan bu kişinin mektubunu kabul et
ya Rasul
Rabbe sonsuz hamd ve sena
Sana sonsuz salat ve selam!
?ui=2&view=att&th=127055414c1e6d48&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_127055414c1e6d48&zw

((Evliliğin Gâyesi ))

?ui=2&view=att&th=127052d325c2cedf&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_127052d325c2cedf&zw 
SELAMÜN ALEYKÜM
Değerli mü'minler.!
بســـم الله الرحمن الرحيم
..............................
..........
Evliliğin Gâyesi
İslâm’da evliliğin en başta gelen gâyesi, îmânlı bir neslin yetiştirilmesi ve İslâm ümmetinin sayısının çoğaltılmasıdır. Bu hususda Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Evlenin ve çoğalın! Çünkü ben (kıyâmet gününde) diğer ümmetlere karşı sizin (çokluğunuzla) iftihar edeceğim!" (108) buyurmuşlardır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, evliliğin gözü haramdan koruduğuna ve namuslu yaşamaya vesile olduğuna işaretle şöyle buyurur:
"Ey gençler topluluğu! İçinizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin! Çünkü bu, gözü (haramdan) koruyan, namuslu kalmaya yardımcı olan çaredir. Kimin de evlenmeye gücü yetmezse, (farz oruçlarından başka nafile) oruca (da) sarılsın. Çünkü o (oruç), kendisinin şehvetine ve nefsine hâkim olmasını sağlar." (109)
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, evleneceklerin, dindarlığı ve ahlâk güzelliğini diğer meziyetlere tercih etmelerini tavsiye etmişlerdir:
"Kadınları yalnız güzellikleri için nikah etmeyin!. Muhtemeldir ki, güzellikleri onları ahlâken alçaltır. Onlarla mallarının hatırı için de evlenmeyin! Belki malları kendilerini azdırır. Kadınlarla dindarlıkları yüzünden evlenin! Muhakkak ki yırtık elbiseli, siyah, fakat dindar bir kadın daha kıymetlidir." (110)
İslâm Dîni, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçimi yapılmasını esas alır. Yuvanın huzur, uyum, mutluluk ve karşılıklı güveni sağlayacak sağlam bir temel üzerine binâ edilmesi gerekmektedir. Bu temel, dîn ve ahlâktır. Dindarlık yaşlandıkça daha da artar. Ahlâk, zaman ve tecrübelerle daha olgunlaşır. Ahlâk güzelliği, insan için en kıymetli servettir. Asıl güzellik, ahlâk güzelliğidir. Çünkü ahlâkı güzel insan, her yaşta güzeldir.
Zenginlik, güzellik, soy-sop gibi insanların çoğunun peşinde koştuğu şeyler geçici olup, evlilik bağının devamını sağlamaz. Üstelik bu özellikler, kibri, ucbu (kendini beğenmeyi), övünmeyi ve ilgi çekmeyi getirmektedir. (111)
İşte bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"Kadın dört şey için nikâh edilir; malı, güzelliği, soyu ve dindarlığı... Sen bunlardan dindar olanını araştır, bul. Mes’ûd olursun.." (112) buyurmuşlardır. Zîrâ erkekler evlenirken umûmiyetle bu dört hususu gözönünde bulundururlar, dindârlığı ise en sona bırakırlar.
SELAM VE DUA İLE KALINIZ.OKUYUP PAYLAŞMANIZI BEKLİYORUM.


Es Selamun Aleykum Ve Bereketehu....


blank?ui=2&view=att&th=126b7b3229637f38&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_126b7b3229637f38&zw
Es Selamun Aleykum Ve Bereketehu....

Es Selamun Aleykum Ve Rahmetullah

Bismillah ALLAH-u Akbar Kebiran

Alemlerın Rabbı Olan ALLAH'ım...

ALLAH'ım Bızı Cehhenemı Azabından Koru

ALLAH'ım Beni Ailemi Ve tum Musluman Olan Kardeşlerimi Cennetı Nasıp kıl

ALLAH'ım gaflet içersindeyiz Biz gefletten uyandır bıze Hakkı Nasip kıl

ALLAH'ım bizi Nefsimizle Sınam...a

Ya Rab Bizim Hakkımızda en Hayırlısı Ne ise O nasip kıl

Ya Rab Bizleri Yahudilere ve Nasranilere Karsı Zaferi ihsan kıl

Ya Rab Bize Şehadet ile Ölmeyi Nasip kıl

Ya Rab Bugun Dunyanın çeşitli yerlerinde Zulum Goren Insanlara Sabırı ıhsan Kıl

ALLAH'ım Kalplerımızı Kaydırma

ALLAH'ım Kalbımızı genıslet

ALLAH'ım Bize Resulun Yolundan gıtmeyı nasıl kıl

Bizler Bir Hattab Bir Şamil

Bir Enes Bir Musap

Bir Ali Bir Ebubekır

Ve Bir Hamza Olmayı nasıp kıl

ALLAH'ım bizi ölüm uykularından uyandır

ALLAH'ım Bize Amelın Ihsan Olanını Nasıp Kıl

VE Bizi Onla yücelt

Bizi Şeytanın şerrınden

Bushun şerrinden Putının Şerrınden Koru

Ya Rab Bizi Yanlız Bırakma

Ya Rab Bize Kuvvet Ver

Ya Rab Bizim Takvamızı Attır

Ya Rab Nurunu yolla

Ya Rab İsamı Dopdolu yasayamadık Bize YAşamayı NAsip eyle

Ya Rab Bizi Gevşetme Ve Bizlere Üzülecegimiz Olayları Gösterme

ALLAH'ım Senin İzzetine Yemin Ederimki Tövbe Ediyorum

ALLAH'ımTövbemi Kabul Eyle

ALLAH'ım Dualarımızı Kabul Eyle

ALLAH'ım Sen Cok Buyuksun Senın Gucun Anca yeter Bunlar Gucunu Bizden Eksık Etme

Amin Amin Amin Ecmain...

Vessalatu Vesselem Ale ResulALLAH

Es Selamun Aleykum Ve Bereketehu....

dövene elsiz sövene dilsiz


blank?ui=2&view=att&th=126e16c428940606&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_126e16c428940606&zw

Zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allah'ı var;
Bugün halka cevretmek kolay, yarın Hakk'ın divanı var.

Sükûtumuz, üslûbumuza emanet.. misliyle mukabele, bizim kitabımızda zalimce bir kaide.. dövene elsiz, sövene dilsiz davranmak, vicdanlarımızla aramızdaki mukavelenin gereği.. ne yapalım, Allah, ısırmak için bir diş, parçalamak için de vahşî bir pençe vermemiş, elimizden bir şey gelmez ki...! Ayrıca, herkes kendi karakterinin gereğini sergiler, karakterimize rağmen farklı bir tavır takınmayı kendimize karşı saygısızlık saydık ve böyle bir saygısızlığı irtikâp etmemek için, gürül gürül konuşacağımız bir yerde sadece yutkunmakla iktifa ettik.



Sağ kaldığım sürece de, mânevî letâfet ve nefâseti tasavvurları aşkın o günleri, o geceleri her zaman düşünecek; hayali cihan değer o "eyyâmullah"ın his, heyecan ve aşk u şevkiyle, şu anda bulunduğum yer itibarıyla bir hayli karanlık ve oldukça sessiz, kimsesiz şu hasret ve hicran demlerini ya da gurbet dakikalarını aydınlatmaya çalışacak ve hangi mânâda olursa olsun mütemâdiyen heyecanla köpürüp durmuş o nurlu zaman diliminin bir gün mutlaka dönüp geleceğini hep bekleyeceğim
Ah benim zavallı ve talihsiz insanım! Sen hep hüsn-ü kuruntularının, dost ve düşmanını tefrik edememenin kurbanı oldun! Her fırsatta merhametine sığındığın şu dünya, ne senin inilti ve ızdırapların, ne de imansız ve amansız zulümlerle ölüp ölüp dirilmelerin karşısında, kat'iyyen üzüntü ve teessür duymamıştır. Aksine, seylaplar halinde akıtılan kanları, yıkılan han umanları, birbirine düşürülen insanları ve sefalet içinde kıvranan yığınları kendi çıkarları istikametinde istismar etmiş ve hiçbir zaman samimi olmamıştır. Olmamıştır, çünkü ölen de öldüren de, çocukları yetim, kadınları dul kalan da hep Müslümanlardı. Ve bunların Müslümanlığı, her türlü medenice muameleden mahrum bırakılmaları için kâfi bir sebepti. Evet onun nazarında, bu mazlumlar dünyası sadece bir kısım muvâzaalarda kullanılmalı ve başkaca bir değer de atfedilmemeliydi. Ne onun varlık ve bekâ mücadelesi, ne de hak ve hürriyet kavgası kat'iyyen nazar-ı itibara alınmamalı ve desteklenmemeliydi. O, umumi hayat mücadelesinde ayıklanıp gidecekse gitmeli, şayet kalacaksa cânkeş olup işlerine yaramalı, canlı olup bütün bütün işlerini zorlaştırmamalıydı...

Ah uğursuz dünya; ah zâlim düşünce, ah aldatan şeytan! Bilmem ki ettiklerine hiç pişmanlık duyduğun oldu mu?..

Ne var ki; sen pişmanlık duysan da duymasan da, bunların hiçbirinin cezasız kalmayacağı, Allah'ın değişmeyen âdetine göre, mutlaka iğneden ipliğe her şeyin hesabının verileceği bir gün gelecek ve sen ma'şeri vicdan karşısında hacaletten iki büklüm olup inleyeceksin!

Keşke sen, henüz o gün gelmeden insanlığını idrak ederek yaptıklarından vazgeçebilseydin! Keşke bizler de, hasımlarımızın bu kadar kin ve nefretleri karşısında uyanıp kendimize gelebilseydik; kusurlarımızı görüp bizi perişan eden faktörleri en derin, en gizli noktalarına kadar tahlîl ve değerlendirmeye tâbi tutabilseydik! Acı dahi olsa, hakikatları haykırıp yanlış ve küflü kanaatleri esastan düzeltebilseydik! Garaz ve inadı bir tarafa bırakarak, bu millet ve onun duygu ve düşünce dünyasına hizmet etme etrafında birleşebilseydik..!



Evet, son bir kere daha bazıları, kendi ruh atlaslarını ortaya koymuş, biz de, kendi ledünniyâtımızı ifade edebilme fırsatını bulmuştuk. Bundan sonra da hep böyle davranacak ve karakterimize saygılı olmaya çalışacağız. Üç beş günlük bir dünya için baş yarmayacak, göz çıkarmayacak, kem söz söylemeyecek, gönül kırmayacak ve Yunus edasıyla herkese sevgi çağrısında bulunacağız; bulunacak ve milletimize karşı münasebetlerimizde hep şu sözlere bağlı kalacağız:

"Senelerden beri çektiğim bütün ezâ ve cefâlar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musîbetler, hepsi de helâl olsun!. Seksen küsur senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, memleket hapishanelerinde geçti. Aylarca ihtilâttan men edildim. Divan-ı Harplerde bir cânî gibi muamele gördüm. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere ve zindanlarda bana yer hazırlayanlara hakkımı helâl ettim." Evet, ben de bir mü'min olarak, bu duyguları paylaşacağıma söz veriyorum. Kimseye küsüp darılmayacağıma söz veriyorum.. ölümü gülerek karşılayacağıma söz veriyorum.. celâlden gelen cefayı, cemalden gelen vefa ile bir bileceğime söz veriyorum. Allah'a ait hukuka karışamam ama, bana ait hiçbir haktan dolayı kimseden davacı olmayacağıma söz veriyorum.




Fethullah Gülen