Fethullah Gülen, Zaman | |
09.10.2009 | |
Hayatımızın her anında sürekli Allah Resûlü'nü mülahazaya alma, sürekli O'nu düşünme, yapılan her işte O'nun sevgisini, kabulünü ve şefaatini kazanma gayreti içinde olma çok önemlidir. Mesela, O misvak kullanmayı tavsiye buyurmuşsa, bana düşen, onun faydasına ve sıhhat açısından yararlarına bile bakmadan, sırf O kullandı ve tavsiye buyurdu diye misvak kullanmaktır. O işi, elde edeceğim bir faydaya bağlamak da ne demek? O kullandı ise ben de kullanırım. Efendimiz bana dese ki takla atacaksın. Bu meselenin mantığı var mı? Aklım öyle inceliklere ermez benim.. Senin mantık dediğin şey nedir ki? Mevlânâ Hazretleri demiyor mu, "Aklını Hazreti Muhammed'e kurban et." Ben de aklımı kurban ederim Efendim'e ve Onun emir ve tavsiyelerini yerine getiririm. Öyleyse, siz de bazı şeyleri yaparken, kendi hislerinizi, size râci' bir faydayı nazar-ı itibara almayın. O işin içinde o fayda da olabilir; Allah o işten size bir kısım yararlar da hâsıl edebilir. Fakat siz şefaat zeminine ulaşmaya bakacaksınız. O Zat'la tanışmaya ve buluşmaya çalışacaksınız. O'nun daire-i kudsiyesi içine girince sizin bir şey talep etmenize zaten lüzum yoktur. Rica ederim, evinize bir misafir geldiği zaman siz ne yapacağınızı bilmez misiniz? Buraya şimdiye kadar gelen misafirlerden kim aç kaldı, kim çay-kahve içmedi? Siz boş çevirmiyorsunuz misafirlerinizi. Şimdi, siz O'nun maide-i semaviyesinin başına gidecekseniz, O'nun da ne yapacağını bildiğine iman edeceksiniz. Allah ne yapacağını, misafirlerini nasıl ağırlayacağını bilir. O zaman ibadet ve hasenâtınızın karşılığını neden Allah'ın rahmetinin enginliğine bırakmıyorsunuz? Neden o türlü şeyleri teşhis ve tayin etmek suretiyle meseleyi daraltıyorsunuz? Neden "Şefaatî liehli'l-kebâiri min ümmetî-Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir" diyen bir Sultan-ı Zîşân'ın size teveccühüne meseleyi bırakmıyor da, onu kendinize göre bir kısım küçük, sinek kanadı kadar menfaatlere bağlıyorsunuz. Öyle bir tavır hem O'na karşı bir saygısızlıktır, hem de himmetinizi dar tutma ve verilecek şeylere bir yönüyle filtre koyma demektir. Bu açıdan, misvak kullanmanız, misvağınız yoksa parmaklarınızı dişlerinize sürüp onları sıvazlamanız (sivak), abdest sırasında genzinize su çekmeniz... gibi şeyleri bile Efendimiz yaptığı için yapmanız bunlara bir şuur katma manasına gelir. "Ya Resûlallah, bunu Sen yaptın ya, ben de onun için yapıyorum. Abdest dualarının Sana ait olup-olmadığını bilmiyorum ama madem İbn Hümam onları Sana isnad ediyor ve 'bunlar abdestte okunsun' diyor, bunları Sen abdest alırken söylediğin için ben de söylüyorum. Abdestten sonra bir yudum su içtiğin için ben de içiyorum..." Bütün bunlar hep O'nu duymaya çalışma, hayatın her safhasını O'nun hayatı ve atmosferiyle bütünleştirme ve O'nun yaptığı şeyleri paylaşma cehd u gayretidir. Sen "Habibim!" desen O "Ümmetim!" demez mi? Siz O'nun sevgisi, hoşnutluğu ve şefaati arkasında bu kadar koşarsanız, o Rahmet Peygamberi de mutlaka geri dönüp size teveccüh buyuracak ve elinizden tutacaktır. Alvar İmamı'nın ifadeleriyle sorayım: "Sen Mevlâ'yı seven de Mevlâ seni sevmez mi?Evet, "Sen gönülden bir kerecik 'Yâ Resûlallah' deyiversen, O "Ümmetim!.." deyip imdadına koşmaz mı?" Kaldı ki, yine Üstad'ımızın dediği, bazı sâdık kâşiflerin ifade ettiği ve bir kısım kitaplarda da geçtiği gibi, mahşerde "Ümmetî, ümmetî" diyecek olan Şefkatli Nebî, doğduğu zaman da "Ümmetî, ümmetî" demişti. Allah, O'nu çok özel bir mahiyette yaratmış ve gönlünü insanlığın kurtuluşuna bağlamıştı. Diğer peygamberlerin şefkati O'nun şefkatinin yanında deryada katre kalırdı. Öyleyse, siz bir kerecik "habibî" deseniz, o da mutlaka "ümmetî" diye çağrınıza icabet edecektir. Hâsılı, salâvatın mânâsı rahmettir. Allah Teâlâ, Efendimiz'e bizzat salât etmiş, meleklerinin de Peygamberimiz'e salât ve selâm ettiklerini bildirmiş ve bize de onu bir vazife olarak tahmil buyurmuştur. Bizim salâtımız, "Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin." manasına bir duadır. Bununla beraber salât u selamın ayrı bir hususiyeti daha vardır. Salât u selam makbul bir duadır; yapılan diğer duaların başında ve sonunda salât u selam okununca, iki makbul dua arasında istenilen şeyler de makbul olur. Onun için hem duanın başında, hem de sonunda salât u selam okumak lazımdır. Gerçi, Efendimiz (Aleyhissalatü vesselam) duaların "Ya ze'l-celâli ve'l-ikrâm" hitabıyla noktalanmasını tavsiye buyuruyor; fakat o sözü Efendimiz'in tevazuuna verip, onda başka bir mahmil düşünüp duaları "Ya ze'l-celâli ve'l-ikrâm"la beraber salâtla bitirmek daha doğru olsa gerektir. Evet, hem kendilerinin ifadesiyle, hem Sahabe-i Kiram'ın hassasiyetiyle, hem de büyük zatların keşfiyle salât u selamın ayrı bir hususiyeti vardır ve o geriye çevrilmeyen bir duadır. Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve ashâbihî ecmaîn. (Allahım, Efendimiz Hazreti Muhammed'e, O'nun aile fertlerine ve ashabına salât ve selam eyle.) Özetle
Terbiye ve talim adına yapılan işlerin en tesirlisi davranışlarla ifade edilenidir. Evde hayatı uygunca tanzim etmenin, çocuklara bir fikir verme bakımından önemi münakaşa edilmeyecek kadar büyüktür. Bir teheccüd namazını -mümkünse- onun uyanık olduğu saate rast getirme, sadece Mevlâ-yı Müteal'in sizi gördüğü o karanlıkta, tıpkı Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi 'tekallübât' sizi sarıp da kıvrım kıvrım kıvranırken, çocuğunuzun mütecessis nazarlarının şuuraltı sermaye açısından ne ilhamlara erdiğini kestiremezsiniz. O, "Niçin o inkisar, neden o ağlama, neden o kalb burkuntusu?" diyecek; şayet bunları sesli düşünecek olursa, siz de ona Allah'ın huzuruna çıkıp da nimetlerinden mahrum kalacağınız, azabına dûçâr olacağınız endişesini taşıdığınızı anlatacaksınız. Hem sevgi ve ümit dolu bakışlarınızla hem de endişeli hâlinizle Allah'a karşı saygınızı onun ruhuna duyuracak ve hep onun gözetiminde olduğunuzu vurgulayacaksınız. Kendinize tanzim ettiğiniz bu hayat şeklini ve şayet var ise iç derinliklerinizi ona hissettirmeye çalışacaksınız. Aksine henüz ruhunuzda yer etmemiş ya da size ait olmayan şeyleri anlatmaya uğraştığınız zaman, ona emniyet telkin edemeyecek ve müessir olamayacaksınız. Bu itibarla bizim davranışlarımız başka, sözlerimiz de başka olmamalıdır. Aslında buna, amelî münafıklık denir. İç-dış farklılığı çocuğu riyakârlık, mürâilik ve dual bir anlayışa iter, Kur'ân'ın ifadesiyle, onu bir orada-bir burada "müzebzeb" hâle getirir. Siz, çocuğa Allah'ın nimetlerini anlattıkça, o da Allah'a (cc) karşı sizinle beraber şükran hissiyle, hamd hissiyle dolacak ve; "O sizin anlattığınız bizi yaratan, insan yapan ve sayısız nimetleriyle nimetlendiren, sıhhat lütfeden, anne-baba veren, her gün değişik nimet sofralarını gönderen; havayı, suyu, toprağı, ağaçları yaratan, yaratıp emrimize veren Allah'a (cc) binlerce hamdolsun." diyecektir. Hele bir de yer yer bunları telkin eder, evdeki konuşmaları, muhavereleri bu yörüngede götürürseniz her şey bir başka güzelliğe ulaşır. Haftanın Duası Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla... Dinimizi en güzel şekilde yaşama ve onu başkalarına da anlatma hususunda Allah bize yeter. Dünyamızı mamur kılma, yeryüzünde Hakk'ın muradını gerçekleştirme ve bu yolda karşılaşacağımız her türlü musibete sabretme noktasında Allah bize yeter. Taşkınlıkla üzerimize hücum edenlere karşı -bütün zalimlere hadlerini bildirme kudretine sahip bulunan- Allah bize yeter. Sözün Özü Şayet neş'et ettiğiniz yerde kalıp kendinizi o çeperle sınırlandırmışsanız, Hızır'dan ders alsanız bile belli bir darlığın mahkûmusunuz demektir. Aksine her taraftan haberdar olabiliyor, her yeri âdeta avucunuzun içi gibi biliyorsanız, işte ancak o zaman dünyanın geleceği adına ümit vaat ettiğinizden bahsedilebilir. Yoksa rahatlıkla denilebilir ki, Amerika'da, Avrupa'da neş'et etseniz de belli bir darlığın mahkûmu hâline |
Aklımız O'na Kurban
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder