Asla kaybetmekten korkarak, sırf inanmak istediğin için karşındaki insanın sevgi sözcüklerine inanma. Sevgi insanın kalbindedir, gözlerindedir, davranışlarındadır, ses tonundadır, sana verdiği önemde ve değerdedir, senin için yaptığı fedakarlıklardadır. İnsanlar çok kısa zamanda sevgi sözcüklerini umarsızca dağıtmaya başlarlar. Bunları dinle ama gerçek sevgiyi karşındakinin davranışlarına bakarak bul. İnanmak istediğin için değil gerçek olduğu için karşındaki insanın sözlerine inan… Her zaman ama her zaman, mutlaka kalbini dinle. Hayatta senin için neyin doğru olduğunu bir tek içindeki ses söyleyebilir. Dolayısıyla içindeki sesle konuşmayı öğren. Her gün kendinle kalmak için zaman ayır ve kalbini dinle. Başka şekilde hissetmek için ikna etmeye değil, gerçekten ne hissettiğini bulabilmek için dinlemeye çalış. Bazen içindeki ses sana çok zor geleni yapmanı söyleyebilir yada duymak istemediklerini söyleyebilir…Korkma… ve içindeki sesi dinlemeye devam et… Her zaman ama her zaman, mutlaka kendine iyi davran. Kendini sev, şefkatle yaklaş. Yanlış yaptığında acımasızca kendini eleştirip üzme… Aksine başını okşa, kendini kucakla ve her şeyin geçeceğini söyle. Üzgün olduğunda, kırıldığında, acı çektiğinde, mutsuz hissettiğinde kendine özen göster, tıpkı hasta bakar gibi kendine bakım uygula. Yapmaktan hoşlandığın aktivitelerle meşgul ol ve bu durumdan çıkarak kimsenin seni incitmesine, üzmesine izin vermeyeceğini göster Hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu asla unutma ve bedel ödemek istemediğin için kendini boşlukta bırakma. Örneğin bir insanı incitmişsen, ödeyeceğin bedel o insanın güvenini yitirmektir. Eğer seni sevmeyen biriyle birlikteysen, yalnız kalmaktan korkup ilişkide kalma, çünkü kalmanın bedeli sevgisiz bir hapiste yaşamaktır. Eğer farklı olmaktan korkuyorsan ve başka insanları taklit edip onlar gibi olmaya çalışıyorsan, ödeyeceğin bedel kendine olan saygını yitirmek olacaktır. Diğer taraftan bazen kendin gibi olmanın bedelinin de yalnız kalmak olduğunu unutma. O halde yaşamda her zaman bir bedel ödeyeceğini hatırla. Bir adım atmadan önce mutlaka ödeyeceğin bedeli bil ve kazanacaklarına değip değmedine bakarak kararlarını ver. Hayatta en büyük dostun sen olabileceğin gibi hayattaki en büyük düşmanın gene sen olabilirsin. Seçimini yap ve kendin için dostu mu yoksa düşmanı mı olacağına karar ver. Yaşamdaki tüm acıları atlatabilirsin, her şeye rağmen mutlu olmayı başarabilirsin, istersen kötü alışkanlıklarını bırakabilir ve her zaman yeniden başlayabilirsin. İstersen kendine yeni bir hayat kurabilirsin. Eğer kendinin dostu olabilirsen…. evet,beni dinlemek için vakit ayırdığın için tesekkürler güzel dostum… seni Allah için seviyorum…
|
güzel dostum beni biraz dinlermisin?
ALLAH YOLUNDA YARIM GÜN YÜRÜMEK...
Rahman Rahim Allahin adi ile...
Alemlerin Rabbı Allaha hamd olsun.
Afiyette ve belada, darlıkta ve genislikte.
Salat ve selam, Seyyidül-mürselin Resulullah Efendimize ve tüm aline
Sübhan Allahtan temenni: Selametiniz, afiyetiniz, sebat ve istikametinizdir
ALLAH YOLUNDA YARIM GÜN YÜRÜMEK...
Ebu Eyyubil-Ensari (r.a.) hazretleri anlatıyor: Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ''Allah yolunda bir sabah ya da bir akşam yürüyüşü, güneşin, üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.'' (Buhari, Sahih, Cihad, 7/73)
Allah Teala insanı ve cinni, yalnız kendisine kulluk etsinler diye yaratmıştır. Bu mükellefiyetlerine zemin olmak üzere de, dünya ve nimetlerini onların hizmet ve ihtiyacına amade kılmıştır. işte bu nimetlerden istifade süresi demek olan hayat ise, çok çeşitli faaliyetlerin yanında bedeni-ilmi-mali cihada da sahne olmaktadır. İnsan, muhtelif amillerin tesiri ile hangi işinin en önemli, en karlı veya en zararlı olduğunu her zaman doğru olarak tayin edemez.
Bu, inanan insanlar için de aynıdır; inandıkları ve yapmak istedikler işlerin, hakikaten hangisinin daha mühim olduğunu her zaman isabetli olarak tesbit ve icra etmeleri mümkün olmayabilir. Dünyada insanı, değer olarak kendine bağlayan bir çok şey vardır. Herkes ehemmiyet verdiği hususla daha sıkı, daha ciddi ve ısrarlı bir şekilde meşgul olmak ister.
Yaptığı işin değeri mevzuunda kendi içinde belli bir kanaate sahip olmayan insan ise, işinde kar etse bile huzursuzdur, memnun değildir. Başka işler ve mesleklere karşı daima açık bir ilgi içinde olmaktan kendini kurtaramaz.
Hadis-i şerifte, Allah yolunda yani insanların İslamın getirdiği hidayetten nasibedar olabilmeleri, iki cihan saadetine kavuşabilmeleri maksadıyla yarım günlük bir hizmetin, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden, bir başka rivayette ise, dünya ve dünyadakilerden daha hayırlı olduğu açıklanmakta...
Böylece Müslümanlar, bütün insanlığın saadeti için, Allah yolunda hizmete teşvik edilmektedir.
Bir başka hadis-i şerifte ise Resulüllah Efendimiz, Hz. Aliye hitaben, ''Senin vesilenle bir kişinin hidayete kavuşması, kırmızı develerden teşekkül eden sürülerin sahibi olmandan senin için daha hayırlıdır'' buyuruyor.
kabulünü umarak günün duası
İlâhî!
Günahlar beni lâl etti. İsyanımın çokluğu yüzünden mahcubum. Gafletin şiddeti ise sesimi kıstı. İşte, ben de, rasulüm ve şefaatçim hz Muhammed Mustafa (sav) sesiyle Senin dergâh-ı rahmetinin kapısını çalıyor ve onun, kapıcıya âşinâ nidasıyla Senin mağfiret kapında nida ediyorum:
Ey rahmeti her şeyi kuşatan
ve ey her şeyin melekûtu elinde bulunan Zat,
Ey hiçbir şey kendisine zarar veya fayda veremeyen Zat,
Ey hiçbir şey Ona galebe edemeyen
ve hiçbir şey Ondan kaçıp gizlenemeyen,
hiçbir şey Ona ağır gelmeyen
ve hiçbir şeyin yardımına muhtaç olmayan,
hiçbir şey Onu bir başka işten alıkoyamayan,
hiçbir şey Ona benzemeyen,
ve hiçbir şey Onu hiçbir şeyden âciz bırakamayan Zat,
Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde herşeyimi bağışla.
Ey herşeyi alnından tutup kudretine boyun eğdiren
ve herşeyin anahtarları elinde bulunan Zat,
Ey herşeyden önce var olan Evvel,
herşeyden sonra bâki kalan Âhir,
herşeyin fevkinde olan Zâhir,
herşeyin içine nüfuz eden Bâtın,
kudret ve galebesi herşeyin fevkinde bulunan Kahir,
Benim herşeyimi bağışla. Şüphesiz Senin herşeye kudretin yeter.
Ey herşeyi her haliyle bilen Alîm
ve herşeyi kuşatan Muhît
ve herşeyi hakkıyla gören Basîr,
Ey herşey her an Onun nazar-ı şuhudunda olan Şehîd
ve herşeyi görüp gözeten Rakîb
ve ilmi herşeyin bütün inceliklerine nüfuz eden Lâtif
ve herşeyden hakkıyla haberdar olan Habîr,
Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde, günah ve hatâ olarak her neyim varsa hepsini bağışla. Hiç şüphesiz, Senin herşeye kudretin yeter.
Allahım, Gafletten ve kötü arzularımdan Senin izzet-i celâline ve celâl-i izzetine, Senin kudret-i saltanatına ve saltanat-ı kudretine sığınırım.
Ey kurtuluş isteyenlerin tahassungâhı olan Allahım,
Beni şeytanî şehvetlerden kurtar;
beşeriyetin kazuratından temizle;
Nebîn olan Muhammed'i (s.a.v.) sıddıkiyet muhabbetiyle bana sevdirmek suretiyle beni gaflet paslarından ve cehalet vehimlerinden ter temiz kıl
öyle ki, enaniyet fena bulsun
ve Allah'ın minnet bahrinde Allah'ın nimetlerine gark olmuş,
Allah'tan alıkoyan her meşgaleye karşı Allah'ın kılıcıyla mansur,
Allah'ın inayetiyle mahzuz
ve Allah'ın himayesiyle mahfuz olarak
herşey Allah için, Allah ile, Allah'a ve Allah'tan olsun.
Ey Nurların Nuru,
ey bütün sırların Âlimi,
ey gecenin ve gündüzün Müdebbiri,
ey Melik, ey Azîz, ey Kahhâr, ey Rahîm, ey Vedûd, ey Gaffâr,
ey gayb âlemlerini her haliyle bilen,
kalbleri ve gözleri dilediği gibi halden hale çeviren,
ey ayıpları örten ve ey günahları bağışlayan,
Günahlarımı bağışla;
esbabın tazyikatına mâruz
ve bütün kapılar yüzüne kapanmış
ve doğru yolda gidenlerin tarikine sülûk etmek ona zorlaşmış
ve bir kazanç elde edemeden ömrünü
ve nefsini gaflet ve mâsiyet meydanlarında bâd-ı heva harcamış olan
kuluna merhamet et.
Ey dua edildiğinde cevap veren,
ey hesapları sür'atle gören,
ey Kerîm, ey Vehhâb,
Hastalığı büyük
ve şifası zor,
çaresi zayıf
ve belâsı kuvvetli olan
ve Senden başka melce
ve ümidi bulunmayan
kuluna merhamet et.
İlâhî,
Derdimi, üzüntümü ve şikâyetimi Sana arz ediyorum.
İlâhî,
Senin dergâhında hüccetim, hacetimdir;
azığım ise fakrım ve çaresizliğimdir.
İlâhî,
Senin cûd bahirlerinden bir katre bana yeter;
Senin afv nehirlerinden bir zerre bana kâfi gelir,
ey Vedûd, ey Vedûd, ey Vedûd,
ey şan ve şerefi herşeyden yüce olan Arş-ı Mecîd Sahibi,
ey Mübdi', ey Muîd,
ey herşeyi dilediği gibi yapan Fa'âlün limâ Yürîd!
Arşının rükünlerini kaplayan nur-u veçhin hürmetine,
bütün mahlûkatını hükmüne râm ettiğin kudretin hürmetine
ve herşeyi kuşatan rahmetin hürmetine
Senden istiyorum.
Senden başka ilâh yoktur,
ey Muğîs,
bize imdad et.
Ve bütün ömrüm boyunca işlediğim bütün günahları
ve lisanımın hatâlarını rahmetinle bağışla,
ey Erhamü'r-Râhimîn.
Âmin.
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur."Dünyâ'nın en hayırlı varlığı ise, sâlihâ kadındır.
Hz. Ebu Bekir r.a. Resulullah s.a.v. dedi ki:
Ya Resulullah, ben üç şeyi çok seviyorum.
Peygamberimiz s.a.v. şöyle buyurdular:
‘’ O sevdiğin üç şey nedir? ‘’
• Senin Mübarek yüzünü temaşa etmeyi,
• Senin huzurunda diz çöküp,sohbetini dinlemeyi,
• Malımı Allah ve Rasülü yolunda sarf etmeyi.
Hz. Ömer r.a., Hz. Ebû Bekir’in r.a. dediği gibi,
Ey Allah’ın Resulü bende üç şeyi çok seviyorum:
‘’Onlar nedir? Ya Ömer buyurdular? ’’
• Hak Teâla’yı seviyorum,
• Cenab-ı Hakkın Kelamını,
• El-Emri bilmağruf venneh yi anil münker.
Sonra Hz. Osman r.a. da, üç şeyi çok seviyorum,
Ya Resulullah dediler.
• Yemek yedirmeyi,
• Selam vermeyi,
• Geceleri Allah’ı anmayı, gündüzleri oruç tutmayı.
Hz. Ali r.a. da, buyurdular ki:
Ey Allah’ın Resulü, bende üç şeyi çok seviyorum:
• Misafir ağırlamayı,
• Ramazan orucunu yaz ayında tutmayı,
• Müşrikleri, kılıcımla kesmeyi.
Sonra Ebû Zer r.a. şöyle dedi:
Ey Allah’ın Resulü, ben üç şeyi çok seviyorum:
• Açlığı: Çünkü, Rabbimi bu hal üzere çok zikrediyorum.
• Hastalığı: Çünkü, günahlarımın affı için.
• Ölümü: Bu bir özlemdir ki, Rabbime kavuşayım.
Bir hadîs-i şerîflerinde:
Resüllullah s.a.v. Efendimiz de;
* “Bana sizin dünyanızdan üç şey sevdirildi; kadın, güzel koku ve gözümün
nuru namaz.” dedi. Nesai, Ahmed b. Hanbel.
Hadis de, kadına sevgi, saygı ve şefkat gösterilmesi gerektiğine dikkati
çekmişlerdir.
Bir diğer hadîs-i şerîfi de, İslâm’ın kadına verdiği büyük kıymetin bir
başka ifâdesidir:
* ‘Dünyâ’nın hepsi metâ, eşyâdır. Ve Dünyâ’nın en hayırlı varlığı ise,
sâlihâ kadındır.’
Yine bir mübarek sözlerinde, sâliha kadınların huzur ve sükûn kaynağı
olduklarına işâretle:
Resûl-i Ekrem s.a.v.:
* ‘Cenâb-ı Hakk her kime iyi bir eş nasîb etmişse, onun ayakta durmasına ve
dîninin yarısına yardım etmiştir. Dîninin diğer yarısını da kendi çalışarak
muhâfaza etsin ve Allâh’dan korksun.’ buyurmuşlardır.
allah(cc)YAR
Gerçek kul olmanın “La” ile başlaması,
aslında insanın inkârcı tabiatının nasıl da dogru bir tercihle
kapıları sonuna kadar açarak “kul” olma bilinciyle donatılacagını göstermektedir.
İnkâr etmek!
Bilinci her türlü olumsuzluktan soyutlamak!
O’ndan başka ilah yoktur, ancak O vardır diyebilmek!
Eşikten içeri bu bilinçle girildiginde gerçek kul olmanın
güzelligiyle donatılıyor insan. Aradan tüm vasıtaları kaldırarak
sadece O’na yönelmek!
Ancak Sana ibadet eder, ancak Senden yardım dileriz…
Kapı bir kere açılmaya görsün.
Dar kapıdan içeri girerken, birden çiçeklerle bezenmiş,
fıskiyelerle serinlemiş bir bahçede bulursunuz kendinizi.
Çünkü aracısız kullugun mükâfatı size bahşedilmiştir.
Gönlünüze sürur verecek daveti almış olarak kendinizi
ne kadar bahtiyar hissedersiniz degil mi? O’nun rahmeti
âlemi kuşatmıştır.
O’ndan ümit kesilmez.
Zira O el-Gaffâr’dır, el-Vehhâb’dır, er-Rezzâk’tır, el-Fettâh’tır,
El-Bâsıt’tır…
Gerçek anlamda ‘ Yâr’ demek,
insana bu güzelliklerin her daim bahşedilecegi rahmetin pınarlarını sonuna kadar açar.
Dünyaya ait ne kadar gam ve keder varsa
bu kelimeyle insanın kalbinden sıyrılır gider.
Âşıkların, velilerin, ariflerin, abidlerin, fazılların yol arkadaşı yapar. Güneşin kızgınlıgında dudakları kurumuş birinin suya olan hasreti gibi, onun dilini kalbin ritmine sokan kelimelerle hasret çeker.
Sevgiliyi özlemek!
Sevgiliyi anmak! Sevgilide yaşamak!
Sevgiliyi özleyen ne yapsın kulaga çarpıp yere düşen sevgi sözcüklerini. Sevgiliyi anan, ne yapsın gözlerinin önünde seremoni yapan kartondan âşıkları. Sevgiliyi özleyen, ne yapsın haz ve tatmin hayallerini. Cennetin anahtarı sendedir ey Sevgili.
Başka anahtarlara ne hacet! yâr.
Günümüzde insan kendi cehenneminin gönüllüsü olarak adımlar atıyor da farkında degil. Yalan, gıybet, kibir, haset, iftira, zulüm… gibi kebairi hiç çekinmeden diline ve kalbine yoldaş kılan ça daş insan! Kalbin karanlıgını yırtacak bir ışık arıyorsan Yâr de! Bu dünyanın hay huyları ne seni mutlu etmeye yeter, ne de senin intikamcı ruhunu tatmin eder.
Yalan söyleyerek kime savaş açtıgının farkında mısın?
Gıybet ederek diline hangi kanı bulaştırdıgını biliyor musun?
Kibir ile içinde nasıl bir cehennem taşıdıgını hiç düşündün mü?
Haset ederken nasıl bir karanlıgın içinde yüzdügünü hayal edebiliyor musun? İftira ederken eli kanlı katilden daha zalim oldugunu biliyor musun? Zulüm işleyerek arşı nasıl titretti inin farkında mısın?
Allah ( C.C) Yar de, kalbin huzur dolsun!
Gögün derinliklerindeki mavi gözlerini maveraya çevirsin.
Yıldızlar arkadaşın olsun!
Rahman’ın hoşnutlu unu kazanmış kulların dostluguna güven!
Bakışlarıyla insanı ürküten hoyratların dostlu una bel ba lama! Gözlerinde yaş, kalbinde hüzün, dilinde zikir ile acz ve fakrını bilen salikin yolunu mübarek bil! Aklını Rahman’ın eserlerini tebyin ve tenzih ile kalbini rıza, şükran ve Hayret ile dolduran ariflerin meclisini terk etme!
Kalbini ateşten tuglalarla ören sevgisizlik duvarını Allah ( C.C) yar kelimesiyle yık!
Bu öyle güçlü bir kelimedir ki, bir kez hakkıyla diyebilirsek kalbimizi korunaklı hale getirebiliriz.
Allah ( C.C) Yar…
Ey rahmetiyle bütün mevcudatı kuşatan Rabbimiz!
Ey rahmetiyle bütün mevcudatı kuşatan Rabbimiz!
Bize ve bütün müslümanlara
merhametinle muamelede bulun..
Sana uzaklığın mahrumiyetini yaşatma.. bizi
salih kullarından ayırma.. halimize acı da, bizi ne nefsimizle ne de Sen’den
uzaklaştıracak herhangi bir şeyle göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa
başbaşa bırakma..
yardımcımız, koruyanımız ol ve bizi nusretinle te’yid
buyur, buyur ki Sen koruyanların en güzelisin ve Sen’in gücünü aşkın hiçbir
şey yoktur.
Rabbimiz!
Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan ve solumuzdan gelebilecek bütün
tehlikelerden bizi muhafaza buyur..
açığıyla-gizlisiyle, büyüğüyle-küçüğüyle
her türlü şirkten ve şirk şaibesinden emin eyle.. bizden yüz çevirme;
rızıkların en güzeli
olan mağfiretinle bizi yarlığa ve iyilik düşüncesine kilitlenmiş salih
kullarından eyle!
Mahlukatın en şereflisi ve mevcudatın Efendisi’ne, hürmete ziyadesiyle layık
aile halkına ve ashab-ı güzinine salât ü selam ederek niyazımızı Kabe-i
Muazzama’dan yükselen yakarışlar gibi kabul etmeni diliyoruz. Dualarımızı
kabul buyur Rabbimiz!
AMİN
SABAH ERKEN KALKMANIN BEREKETİ
De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.’ (Felak Suresi, 113)
“Bereket sabah başlar.” Gün ortasında uyanmak, neredeyse günü bitirmek, zamanı tüketmek demektir. Tüm canlılar sabahın ilk ışıklarında uyanıp yiyecek aramaya, yani çalışmaya başlarlar. İnsanların da rızıklarını kazanmak için, erken kalkma zorunlulukları vardır. Aksi takdirde bereketsiz ve şevksiz bir hayat sürmeleri kaçınılmazdır.
Geceyi eğlence alemlerinde geçirip günü yarım yaşayanların, yaradılışa aykırı olan bu tavır ve davranışlarından ötürü, tüm hayatlarında bir bereketsizlik hakim olur. Ayrıca toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı olayları ve haberleri de, hep geriden takip ederler.
“O sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), güneş ve ay’ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah’ın takdiridir.” (En’am Suresi, 96)
Yüce Allah, yarattığı tüm varlıkları ve kainatı, ayetin ifadesiyle, bir sistem, hesap ve düzen içinde tertiplemiştir. Geceyi dinlenme, gündüzü çalışma olarak, insanları da bu sisteme uygun şekilde yaratmıştır. Günün ilk saatleri olan sabahı uykuda geçirerek yaradılışa aykırı davranıldığında, her şeyde olduğu gibi, burada da bir çok olumsuzlukları beraberinde getirmektedir.
Erken kalkıp günü en başından yaşamak, hem daha zinde olmamızı sağlar, hem de verimli çalışarak gün içinde yapılacak işlerin bir çoğunu, henüz gün yarılanmadan bitirmemize sebep olur.
“Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.” (Müzzemmil Suresi, 6-7)
Ayette Yüce Allah, ibadetleri, sessizliğin ve konsantrasyonun yoğun olduğu zaman olan, gece yapılmasının daha makbul olacağını bildirmektedir. Dolayısıyla geceleri uyku ve ibadetle geçirmemizi tavsiye etmektedir. Daha sonra “gündüz için uzun uğraşlar vardır” ifadesiyle, insan yaradılışına en uygun olan bu durumu bildirmektedir.
‘”…Yarattığı şeylerin şerrinden, Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden’ (Felak Suresi, 113)
Yukarıdaki ayette, “gecenin şerrinden Sana sığınırım” bilgisi, buradan gece yaşantısının insanın yaradılışına uygun olmayan bir zaman olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu zaman diliminin uykuda ve ibadetle geçmesi, insanlar için en hayırlı olanıdır. (Kuşkusuz en doğrusunu Allah bilir.)
Bir başka ayette ise, “Ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha;” (Tekvir Suresi, 18) ifadesiyle sabahın sağlık açısından da önemine dikkat çekilmektedir. Bilindiği gibi oksijenin en bol olduğu saatler sabah saatleridir. Tüm yeşil bitkiler, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kendi besinlerini üretmek üzere, karbondioksiti alarak oksijeni havaya vermeye başlarlar.
Güneş battıktan sonra ise, tıpkı bizler gibi solunum yapmaya, yani oksijeni alıp karbondioksiti dışarı vermeye başlarlar. Görüldüğü gibi Yüce Allah, bir lütuf olarak sabah saatlerinin çalışmaya başlamak için en uygun zaman olduğunu ayetler doğrultusunda haber vermiştir. Bu durumun daha bilmediğimiz sayısız hikmetleri olduğu da bir gerçek.
Erken kalkmak tüm yaratılmışlarla beraber uyanmaktır. Ayette dediği gibi “nefes alan sabahı” yakalamaktır…
Güneşin muhteşem doğuşunu, izleyerek güne başlamak, bu heyecanı ve şevki yaşamakla beraber, insanları bekleyen ışıl, ışıl yeni günü müjdelemektedir.
Bu durumu alışkanlık haline getirip, yaşam boyu hayata geçirip yaşayanlar, genç ve dinç yaşlanarak, moralleri daima yüksek olup, yaşamlarına huzur ve bereket hakim olur.
BİR LOKMA EKMEK KARŞILIĞINDA YÜZYİRMİDÖRTBİN PEYGAMBERİN ARACILIĞINI TEMİN ETMEK MÜMKÜN MÜ?
BİR LOKMA EKMEK KARŞILIĞINDA YÜZYİRMİDÖRTBİN PEYGAMBERİN ARACILIĞINI TEMİN ETMEK MÜMKÜN MÜ?
Büyük erenlerden Cüneydi Bağdadi ölünce onun postuna Muhammed Harirî oturmuştur. Muhammed Harirî bir yıl Mekke'de Kabe'de de kalmış, çoğu zamanlar hiç iftar etmeden oruç tutmuş, hiç uyumadan geceleri ibadet ederek geçirmiş, çoğu kere yorgun düştüğü halde sırtını duvara, ayaklarını ileriye uzatma ihtiyacını bile duymamış seçkin Allah erenlerinden biridir. Ömrünün altmış yılı bu şekilde geçen Muhammed Harirî evliyalıkta kutupluk makamına yükselmiştir.
İşte bu Allah dostuna yakınlarından biri bir gün başından geçen ilginç bir hadiseyi anlatmasını rica eder o da şu olayı nakleder:
Bir gün tekkede otururken yalın ayak, başı kabak, saçları darmadağın solgun ve üzgün yüzlü genç bir fakir çıkageldi. Abdestini aldı, iki rekat namaz kıldıktan sonra ceketiyle başını örterek uykuya daldı. Akşam ezanı okununca yeniden abdestini alarak bizimle birlikte namazını kıldı.
Tesadüf ya bu. O gece bizi Bağdat valisi yemeğe davet etmişti. Ben ve diğer dervişler sohbet toplantısı yapacaktık. Davete giderken fakiri de çağırdım. Böyle bir davete ihtiyacı olmadığını, fakat kendisine bir kase sıcak çorba verirsem çok makbule geçeceğini ifade etti. Kendi kendime, "Adam koskoca davete gelmiyor da benden bir kase sıcak çorbak istiyor, çattık." diye düşünerek çekip gittim. Çorba da vermedim.
Davetten dönüp tekkeye geldiğimde genci bir köşede büzülmüş uyurken gördüm. Ben de yatağıma uzanıp uykuya daldım. O gece bir rüya gördüm. Rüyada Peygamberimiz (sav), sağında Hz. İbrahim (a.s), solunda Hz. Musa (a.s) arkasında da yüzyirmidörtbin peygamber yer almışlar, karşısında duruyorlar. Hepsinin yüzleri ayın ondördü gibi parlamakta ve etrafı nurdan bir ışık halesi sarmaktadır. Sevinç içinde sevgili Peygamberimizin elini öpmek için huzuruna koştum. Fakat bana yüz çevirdi. Aynı hareketi üç defa yaptım. Bir türlü elini vermiyordu, her seferinde benden yüzünü gizliyordu. Acaba sebebi neydi? Neden bana elini vermiyordu? Büyük bir üzüntüye düştüm. İçim içime sığmıyordu. Sebebini öğrenmeli ve hatamı düzeltmeliydim.
Dayanamayıp sordum; "Ey Allah'ın elçisi!.. Neden benden yüzünü çeviriyorsun? Sana karşı ne gibi bir kusur işledim?" Sevgili Peygamberimiz (sav) yüzünü bana döndü. Öfkesinden yüzü kırmızı yakut gibi kızarmıştı. Dedi ki: Ey Muhammed!.. Bu gece büyük bir kusur işledin. Fakirlerimizden biri senden bir kase sıcak çorba istedi de vermedin. Üstelik de aç bırakarak valinin davetine gittin. Hangi yüzle sana bakabilirim, söyler misin?"
Sabah olup uyandığımda her tarafımı korku kaplamış, tir tir titriyordum. Gerçekten büyük bir suç işlemiştim. Gözlerimle hemen genci aradım. Fakat yoktu. Hızla tekkeden çıkarak yola düştüm. Baktım ki genç gidiyordu. "Ey genç Allah aşkına bir dakika dur!.." diye seslendim. Durdu. "Şimdi sana çorba getiriyorum" deyince, gülümseyen nazarlarla beni süzdü ve ardından da, "Üstadım!" dedi. "Senden bir lokma ekmek bir kase sıcak çorba alabilmek için yüzyirmidörtbin peygamberin aracılığına ihtiyaç var. Herkes bunları nereden bulsun?" Bunları söyledikten sonra da gözlerden kaybolup gitti. Dona kaldım.
Yüce Allah (cc), cümlemizi fakirlere yardım elini uzatan ve kimsesizleri kollayan kullarından eylesin, amin...
- Müşkat-ül Envar -
Yağmurlarla Ağlıyor Yalnızlığına
Yağmurlarla ağlıyor yalnızlığına…Yokuşlarda yoruldu yüreği…Melal akşamlarda hüzün içiyor…Araf yollarda avare yürüyor yıllardır…İkilemlerle ilerliyor Kaf dağının ardındaki sevgiliye kavuşmak için…
Arıyor ağlıyor, ağlıyor arıyor…
Savruk sinesinden sarı sonbahardökülüyor toprağa… Hicran damlıyor ümit bulutlarından…
Acı çiçekler açıyor avuçlarında…
Yıllar yüreğinde yırtık bırakarak yol alıyor…
Ne kışta, ne yazda…
İlk ve sonbaharı soluyor seherlerde…
Sevinçlerine çiğ yağdı, kırağı kırdı çiçeklerini…
Baharlar bekliyor bağrı, uzak iklimlerden esen meltemlerle serinlemek istiyor …
yusufSelim kalple sabır ağacına dayanıp şükretmek diliyor…
Kalp toprağına düşecek hikmet meyveleri bekliyor o ağacın altında…
Sevgiye dost olmuşken sevgili gelmese de olur…
Şefkat yoksunu aşk kalp doyurmuyor, neylesin sönük sözleri…
Serap sevgiler, firak acılar demek…
“ Bütün firaklardan gelen feryatlar aşkı bekadan gelen ağlamaların tercümanıdır” Evet, aşk vardır; bekaya…
Bekaya bakar kalp,değişmeyen daimi güzele meftun…
Ağlama gönül, neyle yesin gidip kaybolanları…
Araf yollar, avare yıllar biter bir gün…
Yıkanmış yürekle yürürsün aklın aydınlattığı yolda…
Vuslat içer şifa sadır…
Sen her şeye yakın, her şey sana yakın…
Uzak uzaktır sana…
Anlamamak ve anlaşılmamak yoktur artık…
Küllerin kâinata savrulmuştur, kâinatsa kalbinde kayıp…
Yağmurlar yine yağar ıslatmaz, rüzgârlar yine eser savurmaz…
Savruk değilsindir, kök salmışsındır kâinatın kalbine…
yollarda dönüp de arkana bakmadan…Yine yürürsün
Arafta avare değilsindir, yaranını bulmuşsundur;
Ya Rahman… Ya Rahim… Ya cemil… Ya Vedud…
Rahmet seni ebede namzet etmişken, neyle yesin geride kalanları…
Yunus yüreğinle “kalanlara selam olsun” der yürürsün…
Kör kuyularda korunmuş, arınarak yükselmişsindir Azizliğe…
Kuyudaki yalnız Yusuf değilsindir, kardeşlerin sevgiyle sarmış, Yakubi şefkat kuşatmıştır…
Zirve dekeyken aziz bir terk edişle terk edersin dünya züleyhasını: “teveffeni müslimen.”
Hayata veda ederken geride Yusufi bir kıssa bırakmak, yokuşlarda yağmurlarla ağlamaya değer…
Bedelsiz değildir esir pazarında satılmak, Azizlik esirlikten geçer.
Aşkı bilmez Züleyha, Yakubi şefkati anlamaz…
Ağlarsan Yakubi ağla…
Seveceksen İbrahimi sev, “La uhubbil afilin” de…
Hikmet yağmurlar yağıyorsa selim kalbine “Selam” sana dosttur, Rahmet yaran…
Kuyularda yalnızsan korkma, kıssan yazılıyordur kıyamete kadar okunmak için…
Yüzünden okunur Yusuf yüreğin…
Yazman için güzel sabrı şükürle süsle ve hayata Yusufi imzanı at: “teveffeni müslimen”
"Yandım!" Diyenlere...
Yûnus aleyhisselam’ı, Kur’an’daki kıssasını ve o meşhur duasını bilirsiniz elbet..
Ah ne müthiş bir duadır o, yüreği sarıp sarmalayan, serinleten..
Nefsi tokatlayıp adeta kendine getiren..
Tutup ta aklın ve yüreğin elinden, Rabbin önünde diz çöktürten..
Aklı ve yüreği mi sadece?
Hayır! O ikilinin emrindeki söz dinlemez her zerreyi, kulluğa iade eden..
Öyle muazzam bir dua işte, hep dilimde, hep yüreğimde..
Hep dostlara, “yandım!” diyenlere ilaç gibi sunduğum o muazzam iksir:
“Lâilâhe illâ Ente subhânek innî kuntu minezzâlimîn”
Yani;”Senden başka ilah yoktur.Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim.Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum”
Kur’an’ın 10. suresi de, ol Resûl’ün adıyla Yûnus Suresi’dir, malumunuz efendim..
Yûnus aleyhisselam;ın kıssası Kur’an’da çeşitli yerlerde geçer; Saffat, Enbiya ve Kalem Sûreleri’nde de O’ndan bahsedilir.. Bu duanın geçtiği ayet de Enbiya Suresi 87.Ayet.
Yunus aleyhisselam, halkı putperest olan Ninova Şehri’ne peygamber olarak gönderilmişti..Tam 33 yıl onları Allah’a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi.
Maalesef sadece iki kişi ona imân etti.. Bunun üzerine kırılan, mahzun olan, hatta kızan ve öfkelenen Yûnus aleyhisselam ;”Ne haliniz varsa görün” diyerek onları terketti!
Halbuki O’na Allah tarafından verilmişti o vazife ve O’nun izni olmadan ayrılmaması, sabretmesi gerekiyordu normalde..Kur’an’da bir ayette buna işaret edilerek;
“Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma!” buyurularak, Rabbin bundan hoşnut olmadığı belirtilir..
Daha sonra Yûnus aleyhisselam, o kızgınlıkla Ninova’dan ayrılmak için bir gemiye biner ve Rabbin hoşnutsuzluğu neticesinde zincirleme ilahi bir kurgu halinde gelişen olaylara bakınız ki bundan sonra;
Gemi batmaya yüz tutacak, bunun üzerine hafiflemesi için yolculardan birinin suya atılması gerekecek, kimin suya atılacağını tespit için kur’a çekilecek ve kur’a Yûnus aleyhisselam’a isâbet edecek.. Sonra denize atılacak ve büyük bir balık O’nu yutacaktı.. Saffat Sûresi-141
İşte efendim orada, tam balığın karnında, o simsiyah 3 karanlığın aleyhinde birleştiği o vakitte hatasını anlar Yûnus aleyhisselam..
Kendini ve nefsini levmeder..Âh eder, yanar..
O âh ki nasıl bir âh, yanmak ki nasıl bir yanmak?
Yer gök tesbih eder Yûnusca ve çağlar aşar sesi..
Çağ çağ dolaşır, şu bahtsız vakitlerde yüreğime ulaşır;
“Lâilâhe illâ Ente subhânek innî kuntu minezzâlimîn”
Senden başka ilah yoktur ya Rabbi!
Seni birler, ancak seni tesbih ederim..
Bildim ya Rabbi Sensin en yüce!
Sensin tapılmaya, ibadete en layık olan..
Tüm taptıklarımı sildim bak, kapına geldim ya Rabbi!
Gözüm yaşlı, yüreğim mahzun, pişmanlıktan iki büklüm bedenim..
Ah ya Rabbi! Ben seni, bir an da olsa umursamayarak “ben!” dedim..
Ah ya Rabbi! Ben güya seni “Hiç”ledim, kendimi bilinmezlere attım.
Ah ya Rabbi yetiş! Ben nefsime zulmettim..
Ah ya Rabbim yetiş! Ben zalimlerden oldum..
Ben hiç utanmadım ya Rabbi, dairenden kendimi dışarı attım..
Ah ya Rabbi! Bana ne desen haktır,
Ah ya Rabbi bu nedir ki?! Ne belalar yollasan müstehaktır!
Ama bilirim ki Rahman’sın, Rahim’sin.. Dengin, benzerin yok..
Bilirim ki Vedud’sun ya Rabbi! Tut n’olur, düşmesin şu serseri yüreğim!
Bilirim ki Ğafur’sun, Tevvâb’sın, Afuv’sun ötesi yok..
Gözüm yaşlı yüreğim mahzun, iki büklüm bedenim..
Affet Allah’ım Affet beni.. Senden başka kime gideyim?
Denizin karanlığından,
Gecenin karanlığından,
Balığın karanlığından,
Sana, Nur’una, Affı’na, Kucağına sığınırım..
Her üçüne de hükmedensin Kudretli ve Hakim’sin..
Çektim elimi, yüreğimi sebeplerden, tüm taptıklarımı sildim kapına geldim ya Rabbi!
Bilirim ki Vedud’sun ya Rabbi..Senden başka kime gideyim?
Gözüm yaşlı yüreğim mahzun, pişmanlıktan iki büklüm bedenim..
Affet Allah’ım n’olur affet beni..
Böyle içten, böyle pişman, böyle candan yakarınca hiç Affetmez mi Yaradan?
Affetti ve bir bir kaldırdı karanlıklarını, selamet sahillerine ulaştırdı..
” Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz iman edenleri böyle kurtarırız ” -Enbiyâ- 88-
Burada bir ihtar var Yûnus aleyhisselam’ın şahsında bize, çağlara:
“Eğer tesbih edenlerden olmasaydı, kıyamete kadar onun karnında kalırdı”
-Saffat- 143-144-
Yûnus aleyhisselam’ın kıssasından alacağımız çok dersler var..Demek ki efendim başımıza bir musibet, olmadık bir iş gelirse, ilkin hemen kendimize dönüp muhasebe yapmalı;
“Ben ne yaptım?!” demeli..
Hatamızı bilip, pişman olup, günahlarımıza tevbe etmeli, yürekten Allah’a sığınmalı..
O’nu tesbih etmeli, bol bol istiğfar etmeli ve Yûnus aleyhisselam’ın bu duasını Yûnusca okumalı:”Lâilâhe illâ Ente subhânek innî kuntu minezzâlimîn”
İşte o zaman, bütün sebepleri elinde tutan, herşeye hükmü geçen Zat’ı bilip O’na yönelince aydınlanacak bizi sıkan boğan karanlıklar..
Bir bir çözülecek kör düğümler..
Olmaz sandıklarımız olacak, açılacak yollar..
Geceler gündüze dönecek,
Bahar olacak kışlar..
Yûnusca okumalı ama
Demek ki;
Allah varsa gam yok, telaş yok..
Allah varsa umutsuzluk yok asla..
Öyleyse ey nefsim;
Neden gidiyorsun ki başkasına?
Hiç gücü yetmeyen oncasına?
Hem zelil, hem de onursuz kulcasına?!
O’na git!
Ve ısrarla söyle kapısında iki büklüm:
“Lâilâhe illâ Ente subhânek innî kuntu minezzâlimîn”
Bak nasıl bir bir çözülecek kör düğümler..
Olmaz sandıkların olacak, açılacak yollar..
Geceler gündüze dönecek,
Bahar olacak kışlar, biiznillah.
Muhabbetle efendim
NAMAZ VAKTİNİ BEKLERKEN...
Bekleyenler var…
Amansız hastalığın pençesinde kıvranırken, hasta yatağında hayata tutunmak için bir umut bekleyenler, bir ses bekleyenler var…
Gizli gizli Rabbine yakarıp, dualarının bu seste yankı bulmasını isteyenler…
Bir yolcuyu bekleyenler vardır bazen, yada yola çıkmak için bekleyenler…
Kabirde kıyameti bekleyenler var; ya cennet bahçesinde, ya da cehennem çukurunda…
Bu ikincisinden Allah’a sığınırız.
Kabre girmek için sıra bekleyenler… acele etmeyin nasıl olsa sıra size de gelecek, kime gelmemiş ki! Ölümü kendine yakıştıramazken insanoğlu, nasılda ansızın yakalanıveriyor hiç de beklemediği bir anda…
Şu hayata dair beklentileri olanlar, farklı beklentiler içine girenler… Hayatın akışı içerisinde, beklentilerinin hangi doğrultuda olduğunu iyi idrak etme temennisinde olmalılar. O’nun, yani Yüce Yaratıcının rızasının hangi işlerde ve zamanlarda olduğunun bilinci içerisinde bir lütf-u ilahi olan şu mübarek “namaz” ve bu müstesna buluşmanın “vaktini” beklerken, bu mübarek anların bizlere kazandıracağı manevi boyutunu, bir arınma vesilesi yapanlara aşk olsun!
Abdullah b. Ömer (ra) anlatıyor: “Rasûlullah (sav) ile beraber akşam namazını kıldık. Cemaatin bir kısmı gittiler, bir kısmı da ibadete devam ettiler. Bir ara Rasûlullah (sav) nefes nefese, eteklerini sıvamış, koşarak geldi ve şöyle buyurdu:
“Müjdeler olsun size! Rabbiniz göğün bir kapısını açtı. Kullarıma bakın! Bir farz namazı kıldıktan sonra diğerine hazır bekliyorlar” buyurarak, sizinle meleklere övünüyor.” (İbn Mace)
İşte bu bekleyiş, bu kutlu zaman dilimi, hayatın gülistana döndüğü demlerdir. Rengarenk çiçeklerin, dağılıp savrulan yapraklarını bir araya topladığı anlar, çorak toprakların suyu beklediği gibi… sonra, yağmurun bardaktan boşanırcasına bir bahar akşamında toprağa yansıması gibi… “ey bana Yüceler Yücesi Rabbimden lütfedilen muhteşem namaz seni bekliyorum” demeyi ne çok isterdim. Bu özlemimizi her iki namaz vakti arasına sığdırmayı bahşetsin bize Yaratan.
Namaz, Müminin hakiki hürriyete kanatlanışını ifade eder. Her türlü maddi kayıtlardan ve prangalardan kurtuluşunu, maddi sınırların ötesinde manevi âlemlere seyrini gerçekleştirir. Mümin, bir ‘hayy’, ‘lâyemut’ (ölmez) ve Samed olan Allah’ın huzuruna yükselirken, Namaz’la hakiki hürriyetin hazzını yaşar…
Ya ezanlar…
Şu mübarek ezanlar da birer hürriyet çağrısı değil midir?Kollarını semaya uzatmış muhteşem mabetlerden yankılanan, günde beş vakit “Allah-u Ekber!” nîdasının ardından, vaktin geldiğinin ve bu kutlu davete icabet etmenin heyecanını yaşarken… Her “hayyaale’l felâh” çağrısının özünde, “dünya zindanından, günah bataklarından kurtuluşa geliniz!” davetini duyarız an be an. Her namaz vaktinde yeni bir şevk ve neşve ile Hakka boyun eğmenin onurunu yaşar Müslümanlar…
İnsani ve ahlaki duyguların ön plana çıktığı bir mağfiret, bir bağışlanma vesilesi ve kulluk gibi muhteşem bir payenin tezahürü bu bekleyişler…
Günde beş vakit Yaratıcı ile muhatap anı, insana varlık idrakini tattıran, hayatın ötesine pencereler açabilmemizi sağlayan ve gafletten uyanmaya sevkeden bu müstesna kutlu dakikaları, her dem iştiyakla bekleyenlerden oluruz inşaallah.
Neyin Hasretini Çekiyoruz?
Neyi çok severseniz ve neye bel bağlarsanız, onunla imtihan olursunuz. Düşüncelerinize takılan ve aklınızı meşgul eden, geceleri uykularınızı bölen neyse, onunla karşılaşırsınız.
Hasretini çektiklerinize bir bakıverin. İsteklerinize ulaşmak için çabaladıklarınıza. Çabanız ne yöndeyse ona yönelirsiniz. Ve onunla da imtihan olunursunuz.
İmtihan edildiklerinize bir bakıverin, kayda değerse kaydetmeye devam edin yüreğinize. Lakin unutmayın, sizin kaydettikleriniz de kaydediliyor her an.
Hasretleriniz yakıyorsa yüreğinizi, değsin yüreğiniz yanmaya. Yangınlarınız nefsinizi de yaksın, sadece yüreğinizi değil. Kuruyorsa göz pınarlarınız ağlamaktan, yoruluyorsanız eğer beklemekten, ardınıza bir bakıverin. Uğruna ağladıklarınıza… Beklediklerinize…
Alçaltıyor mu sizi? Yüceltiyor mu? Korkmayın, sorun kendinize. Vicdan aynasına bakın, yüzleşin içinizle. Hatta kalbinizle, hatta gözlerinizle, hatta nefsinizle…
Değiyor mu acaba, ne zaman son bulacağı belli olmayan kısacık hayatınızda uğruna yandıklarınız? Değiyorsa bırakın varsın yansın ebediyen.
Hayatı Anlamlandırabilmek
Bir şeyler yaşanıyorsa şu kısacık hayatta, anlamlı olmalı, yaşanan her ne varsa. Anlam kazandırmak, aklımıza ve irademize bağlı. Aklın ve iradenin hakkını vermek bize bağlı. Yaşamak için yaşamamalı sadece, atılan her adımda O anılmalı, nefes alış verişlerimizi O’nunla değere bindirmeliyiz.
Hayatımızı değerlilerle değerlendirmek bizim ellerimizde. O’nu anmadığımız günleri yaşanmamış saymalıyız, O olmadıktan sonra yanımızda, ne kıymeti var alıp verdiğimiz solukların.
Hayatınızı kime adarsanız onunla fanileşir ya da ebedileşirsiniz. Karun parayı sevdi, Ebu Cehil kibri sevdi, Firavun zulmü. Kim neyi sevdiyse onunla yandı.
Şeytan gururu sevdi, gurur kovdurdu onu cennetten. Bir anlık hatasıyla kaybetti ebediyeti. Pişmanlığı fayda vermedi, konumunu kendi elleriyle yerle bir etti.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Allah’ı sevdi, hayatının odağında hep Rabbi vardı. Ve her adımında biraz daha zirveleştirdi O’nu Allah sevgisi.
Hayatımız bir emanet, suya kapılmış, yele savrulmuş, kuytularda unutulmuş bir hiç değil. Hayatımızı kıymetlendirmek bizim ellerimizde, kıymetlilerle beraber…
Ayağımız takılıyorsa taşa bir yerlerde, bir diken kanatıyorsa parmağımızı, sorgulamalıyız kendimizi. Gereksiz olan neye takıldım da şimdi ayağım taşa takılıyor diye.
Sizin Hayatınızın Odağında Kimler Var?
Şimdilerde çok daha farklı telaşlar var dünyamızda. Takip ettiğimiz yollar, özendiğimiz hayatlar, pek de cennete davetiye çıkarmıyor. Mal mülk biriktirme sevdası adına her şeyi mubah sayan aklımız, magazin sayfalarında, televizyon kanallarında ya da kahve köşelerinde aradığımız, heba ettiğimiz hayatımız, yakıp yıktığımız iç dünyamız.
Neye bağlanırsak onunla imtihan oluruz. Bağlandıklarımız bir şey ifade ediyor mu yarınımız adına? Yarınların güvencesi sadece bu diyarlar için mi geçerli! Ya ahiretin güvencesi ne olacak? Neye bağlanırsak, neyi takip edersek onunla karşılaşacağız. Peki, karşılaşacaklarımız bizi kurtarmaya vesile olabilecek mi?
Ne var hayatımızın odağında, kimlerle hem dem oluyoruz, O’nu hatırlatıyor mu dost bildiklerimiz? Attığımız adımların kaçı O’nun için? Yoksa biz sadece yaşamak için mi yaşıyoruz? Talip değil miyiz cennete? Talip değil miyiz henüz görmediğimiz fakat düşününce titrediğimiz Rabbimize?
Biz neye tutunduk kurtulmak için? İmtihanlarımız bizi O’na götürüyor mu? Yoksa uzaklaştırıyor mu? Yüceltiyor mu? Yoksa alçaltıyor mu?
Bugün sevdikleriniz, hasret çektikleriniz, yarın cehennemin alevleri arasından çekip alacaksa sizi sevmeye ve hasret çekmeye devam edin!TÖVBE DUASI
Allah’ım, ey niteleyenlerin nitelemesiyle nitelenmeyen, ey umutluların vazgeçemediği, ey iyilik yapanların mükâfatı katında zayi olmayan, ey kulluk sunanların korkusunun sonu, ve ey takvalıların haşyetinin gayesi!Günahtan günaha sürüklenen, hatalardan bir türlü kurtulamayan, şeytana yenik düşerek emirlerini yerine getirmekte kusur eden, tutkusuna aldanarak yasaklarından sakınmayan, kudretinden habersiz, bol ihsanını yadsıyan kimse gibi, ancak hidayet gözü açılıp körlük bulutları önünden dağıldıktan sonra kendine ettiği zulümlerin farkına varan, Rabbine muhalefeti hakkında düşünüp ona karşı gelmenin ne kadar büyük, ona muhalefetin ne kadar korkunç olduğunu anlayan, daha sonra utanarak ama umutla sana gelen, reddetmeyeceğinden emin olarak isteğini sana bildiren, içtenlikle korkudan sana yönelen, senden gayrisinden umudunu kesen, senden gayrisinin korkusunu kalbinden atan, yakarır halde karşına dikilen, önünde boynunu bükerek bakışını yere diken, izzetin karşısında alçalarak başını aşağı indiren, huzuunun işareti olarak senin daha iyi bildiğin sırlarını sana açan, huşuunun belirtisi olarak sayısını senin daha iyi bildiğin günahlarını sayıp döken, zevki geçici, vebali kalıcı olan bildiğin büyük günahlarından, katında kendisini rezil eden çirkin işlerinden sana sığınan, cezalandırdığın takdirde adaletinden şüphe etmeyen, büyük günahı kolayca bağışlayabilecek Kerim Tanrı olduğunun bilincinde olarak acıyıp affettiğin takdirde de affını büyümsemeyen biri olarak sana yalvarıyorum.
Allah’ım, sen: “Beni çağırın, size icabet edeyim.” (Mü’min/60) buyurarak duâ etmemizi emretmiş, icabet vaadinde bulunmuşsun. İşte emrine itaat ederek sana yalvarıyor ve icabetini bekliyorum.
Allah’ım, Muhammed ve âline salat eyle ve suçumu itiraf ederek seninle karşılaştığım gibi, mağfiretinle benimle karşılaş. Senin için kendimi alçalttığım gibi, günahların yıktığı yerden beni kaldır, yücelt. Benden intikam almakta ağır davrandığın gibi, örtünle beni ört (rahmetinin kapsamına al).
Allah’ım, emirlerine itaatte niyetime sebat ver; sana kullukta basiretimi sağlam kıl. Hatalar kirini yıkayıp götürecek işlere muvaffak et beni. Öldürdüğün zaman kendi dinin ve peygamberin Muhammed’in -selam olsun ona- dini üzere öldür beni.
Allah’ım, buradan sana yönelerek büyük ve küçük günahlarımdan, açık ve gizli kötülüklerimden, eski ve yeni sürçmelerimden; günah lafı etmeyen, günaha dönmeyi düşünmeyen birinin tövbesiyle tövbe ediyorum.
Rabbim, sen, Kitabının muhkem ayetinde, kullarından tövbeyi kabul edeceğini, kötülükleri affedeceğini (Şûra/25), tövbe edenleri sevdiğini (Bakara/222) söylemişsin. O halde, vaad ettiğin gibi tövbemi kabul et; garanti ettiğin gibi kötülüklerimi affet; şart koştuğun gibi sevgini benim için gerekli kıl.
Ey Rabbim, ben de sana, hoşlanmadığın işe geri dönmeme; kınadığın şeyi yapmama ve bütün günahları terketme sözü veriyorum.
Allah’ım, sen, yaptıklarımı daha iyi biliyorsun. O halde, benden bildiklerini bağışla ve kudretinle beni sevdiğin işlere yönelt.
Allah’ım, hatırımda olan veya unuttuğum bir sürü kötülüğüm var. Hepsi de senin uyumayan gözünün önünde, unutmayan ilmindedir. Allah’ım, kötülüklerimin yerine kötülük ettiğim kimselere iyilik ver; kötülüklerimin vebalini üzerimden kaldır; omuzlarımdaki ağırlığını hafiflet ve bir daha öyle işler yapmaktan beni koru.
Allah’ım, hiç kuşku yok, senin koruman olmazsa, tövbeme bağlı kalamam; senin gücün olmazsa hatalardan sakınamam. O halde, yeterli bir güçle beni güçlendir ve engelleyici bir korunmuşlukla beni koruman altına al.
Allah’ım, tövbe ettikleri halde daha sonra tövbelerini bozacaklarını, tekrar günaha dönüp şaşacaklarını bildiğin kullar gibi olmaktan sana sığınırım. Şu halde, bu tövbemi, ardından tövbeye ihtiyaç duymayacağım, geçmişteki günahların izlerini yok edecek, gelecekte de günahlara karşı bağışıklık kazandıracak bir tövbe kıl.
Allah’ım, cahilliğimden dolayı senden özür diliyorum. Kötü işlerimi bana bağışlamanı istiyorum. O halde, lütfunla rahmetinin kapsamına al beni; kereminle günahlarımı sil, günahlara bulaşma hastalığından kurtar beni.
Allah’ım, her uzvumu ayrıca, senin cezalandırmalarından koruyacak, zalimlerin korktukları acıklı azaplarına duçar olmaktan kurtaracak bir tövbeyle, iradene ters düşen, sevginin dışında kalan düşüncelerimden, bakışlarımdan, konuşmalarımdan tövbe edip sana yöneliyorum.
Allah’ım, önünde tek başıma duruşuma, korkundan kalbimin çırpınışına, heybetinden bedenimin titreyişine acı.
Allah’ım, günahlarım, katında o kadar rüsvay etmiş ki beni; sussam, kimse avukatlığımı yapmaz; şefaatçi (aracı) ile kapına gelsem, şefaat edilecek gibi değilim.
Allah’ım, Muhammed ve âline salat eyle ve hatalarım hususunda keremini bana şefaatçi (aracı) kıl; kötülüklerime affınla yaklaş; cezalandırmana tabi tutarak hakkettiğim cezayla cezalandırma beni; bol ihsanını benden esirgeme; aziz birinin kendisine yalvarıp yakaran zelil birine acıyarak yaptığını veya zengin birinin, kendisinden bir şey isteyip de ihtiyacını giderdiği yoksul birine yaptığını bana yap.
Allah’ım, beni senden koruyacak biri yok. O halde, izzetin beni korusun, himayesine alsın. Katında bana şefaat edebilecek biri bulunmamakta. O halde, lütfun bana şefaatçi olsun. Günahlarım beni korkutmuş durumda. O halde, affın beni korkudan kurtarsın. Bu yalvarıp yakarmalarım, kesinlikle yaptıklarımın kötülüğünü bilmediğimden, kötü işlerimi unuttuğumdan değildir. Böyle yapıyorum ki, gökyüzü ve içindekiler, yeryüzü ve üzerindekiler pişmanlık itirafımı ve sana sığınıp tövbe edişimi duysunlar. Duyup da rahmetinle halime acısınlar; içinde bulunduğum kötü durumdan etkilenerek bana duâ etsinler. Bakarsın, onların duâsı, katında daha çabuk kabul olur, şefaatleriyle gazabından kurtulur, hoşnutluğunu elde etmiş olurum.
Allah’ım, eğer pişmanlık tövbeyse, ben pişman olanların en pişmanıyım; eğer günahları terketmek sana dönmekse, ben sana dönenlerin ilkiyim; ve eğer mağfiret dilemek, günahların dökülmesine sebep oluyorsa, hiç kuşkusuz ben, senden mağfiret dileyenlerdenim.
Allah’ım, sen tövbeyi emretmiş ve kabul buyuracağını söylemişsin; duâ etmemizi istemiş ve icabet edeceğini vaad etmişsin. O halde Muhammed ve âline salat eyle ve tövbemi kabul buyur; rahmetine olan ümidimi ye’se dönüştürme. Hiç kuşkusuz, sen, günahkârların tövbesini kabul buyuransın; suç işleyip de sana dönenlere pek merhametlisin.
Allah’ım, bizi Muhammed ile hidayet ettiğin gibi, ona ve âline salat eyle; bizi Muhammed ile kurtardığın gibi, ona ve âline salat eyle. Kıyamet günü, sana muhtaç olduğumuz gün bize şefaatçi olacak bir salat ile Muhammed ve âline salat eyle. Hiç kuşku yok, sen her şeye kadirsin ve bu, sana pek kolaydır.
amiin…
Dualar 1
Allah’ım! Rabbim Sensin, ben ise Senin kulunum!
Sensin Yaratıcı , ben ise Senin tarafından yaratıldım.
Rızık veren Sensin,ben ise Senin verdiğin rızıkla besleniyorum.
Mülk sahibi Sensin , ben ise Senin emir ve tasarrufun altında
bulunan bir kulum.
Gerçek izzet sahibi Sensin , ben ise aciz ve zelilim.
Hazineleri tükenmeyen zengin Sensin , ben ise fakirlik içinde ihsanıa muhtacım.
Gerçek hayat sahibi olan ve hayatı veren Sensin , ben ise hayat verişin olmasa bir ölüyüm.
Varlığı ebedi olan Sensin , ben ise gelip geçici bir faniyim.
Sonsuz izzet ve şeref sahibi olan Sensin , ben ise zillet ve kötülükler içinde bocalıyorum.
İhsan sahibi olan Sensin , ben ise ancak günah ve kötülük işliyorum.
Günahları bol bol bağışlayan Sensin , be ise günahkarım.
Sonsuz azamet ve büyüklük sahibi Sensin , ben ise küçük ve değersizim.
Gerçek kudret ve kuvvet sahibi Sensin , ben ise sınırsız zaafr ve acz içindeyim.
Bağış ve ihsanı veren Sensin , ben ise lütuf ve ikramına muhtaç bir dilenciyim.
Her türlü zarar ve korkudan emin olan Sensin , ben ise maddi ve manevi bir korku içndeyim.
Sonsuz cömertlik sahibi olan Sensin , ben ise cömertliğine muhtaç bir miskinim.
Kullarının dualarına cevap veren Sensin , ben ise Sana dua edip yalvarıyorum.
Şifa veren Sensin , ben ise türlü türlü dertlere mübtela olmuş bir hastayım.
Öyleyse günahlarımı affet , hatalarımı bağışla , hastalıklarıma şifa ver , ey bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf olan Allah, ey her şeye bedel her şeye yeten Kafi , ey mahlukatını besleyip büyüten Rab , ey va’dini mutlaka yerine getiren Vafi , ey kullarına pek şefkatli olan Rahim , ey maddi ve manevi hastlıklara şifa veren Şafi , ey ikram ve ihsanı bol olan Kerim , ey bela ve musibetleri def edip afiyet veren Muafi!
Bütün günahlarımı bağışla , her türlü hastalığa karşı afiyet ver , benden ebdiyyenrazı ol.Bunu rahmetinle lutfet , ey Merhamet edenlerin en Merhametlisi!Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun’…
Senden başka ilah yoktur.Seni her türlü noksandan tenzih ederim.Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.Affına sığınırım yarabbi…Amin…
Allah’ım ,kalp katılığından , gafletten ,başkalarına bar (zahmet ,yük) olmaktan aşağılıktan , aşağılanmaktan , miskinlikten ; cehaletten ve faydasız bilgiden; ürpermeyen gönülden ,doyma bilmeyen nefisten ,kabul edilmeyen duadan ; nimetlerin zeval bulmasından , lütufların değişip başkalaşmasından ; ansızın bastıran azabından , gelip çatan gazabından Sana sığınıyoruz.Senden her zaman yalvaran diller ,haşyetle ürperen gönüller istiyoruz.Tevbelerimizi kabul buyur , bizi günahlardan arındır , dua ve isteklerimize cevap lutfeyle!Kapına yönelenleri boş çevirme ,itaatte bulunanlara bol bol karşılık ver ,Sana baş kaldıranlara doğru yolu göster..muzdariplerin dualarını icabetle taçlandır , sıkıntıda bulunanları lütfunla şad eyle , hasta ruhlara hususi muamelede bulun , küfür ve ilhad içinde bocalayanlara da nurunu göster; göster de kalmasın hiç bir yanda müzlim bir nokta…!
Amin
Nefsin Gereksiz Bir Bahanesi..
ayrıntıları görüntüle 12 Tem (5 gün önce) |
|
KALP TEMİZLİĞİ
“Benim kalbim zaten temiz, Allah beni affeder…”
Bu tür sözleri etrafta birçok kişiden sıkça duyarız. Gerçekte insanların kendi ürettikleri bir bahaneden ibaret olan bu son derece çarpık mantık, vicdanın sesini susturmak için öne sürülür. Acaba gerçekten “temiz kalpli” olmak ne demektir? Kuran ahlakına göre, “kimseye zararı dokunmamak”, Allah’ın bizlere bildirdiği sorumlulukları gözetmeden yaşamak için geçerli bir gerekçe midir?
Kuran’da Bildirilen Kalp Temizliği
Şuara Suresi`nin 89. ayetinde cennete girecek olanların “Ancak Allah`a selim (temiz) bir kalp ile gelenler…” olduğu bildirilir. Kuran`da bildirilen kalp temizliği, günümüz toplumlarından bazı kimselerin anladığı gibi bir temizlik değildir. Çünkü Kuran`a göre kalbin temiz olması demek, Allah`a yönelmiş ve O`na itaat etmiş olmak demektir. Kuran`a göre kalbi temiz olan insan, Allah`a iman eden, Allah`ın emir ve yasaklarına harfiyen uyan, O`na teslim olmuş insandır. İslam ahlakına göre, bundan farklı bir “kalp temizliği” söz konusu değildir.
Kuran`da, “kalp temizliği”nin ne anlama geldiği detaylı olarak anlatılmaktadır. Buna göre, kalbi temiz olan insan, sürekli Allah`ı anan ve kalbi Allah`ın zikriyle “mutmain” olmuş (tatmin bulmuş) kişidir. Öyle ki Kuran`da müminler şöyle tarif edilir:
“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah`ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah`ın zikriyle mutmain olur.” (Rad Suresi, 28)
Bir başka ayette ise müminlerden şöyle söz edilir:
“Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir…” (Hac Suresi, 35)
Müminin önemli bir özelliği, Kuran ahlakından zevk alması, Allah`a itaat etmekten dolayı sevinç ve huzur duyması ve tüm bunları yaparken de kalbinde içli bir sevgi ve coşku hissetmesidir. Kuran`da bu kalp duyarlılığının “Allah`ın yol göstermesi” olduğu şöyle bildirilir:
“Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların ondan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah`ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah`ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir…” (Zümer Suresi, 23)
Dolayısıyla gerçek kalp temizliği, insanı Allah`tan uzaklaştıran tüm engellerin kalpten arındırılmış olması anlamına gelir. Böyle bir insan dünya hırsından, bencillikten, korkudan, güvensizlikten uzak olur. Allah`tan başka varlıklara bağlanmaktan, onlara karşı, Allah`tan bağımsız bir sevgi duymaktan kurtulur.
İnsanların Öne Sürdükleri Kalp Temizliği
Toplumda bir insanın “temiz kalpli ve iyi biri” olarak bilinmesi oldukça önemli ve güzel bir özelliktir. Ancak “kalp temizliği”nin toplum içindeki öneminden yola çıkarak, “ben insanlara hiç kötülük yapmıyorum, gerektiğinde insanlara arada sırada yardım ediyorum” demek de, Kuran ahlakının tam anlamı ile yaşandığı anlamına gelmez. Ayrıca böyle düşünmek, insanın kendini aldatmasından başka bir şey değildir. Kuran ahlakı kazanmadan yapılan ve din ahlakından uzak yaşayan toplumun kendi değer yargılarına göre “iyilik” olarak kabul edilen bir davranışın, Allah Katında herhangi bir değeri olmayabilir. İçeriği ne olursa olsun yapılan işin Allah nazarında “iyi” ve “geçerli” olmasının temel şartı, bunun Allah`ın rızasına uygun olmasıdır. Kuran`daki bu ölçülere örnek olarak aşağıdaki ayetleri verebiliriz:
“Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram`ı onarmayı, Allah`a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cehd (mücadele) edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah Katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.” (Tevbe Suresi, 19)
Başka bir ayette ise şu şekilde bir örnek verilmektedir:
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah`a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve mücadelenin kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.” (Bakara Suresi, 177)
Kuran Ahlakının Temeli Allah Rızası ve Allah Korkusudur
İnsanlar, yolda gördüğü hayvanlara yiyecek vererek, komşularıyla iyi geçinerek, “iyi insan” olarak tanınabilirler. Bunlar tabi ki çok güzel davranışlardır. Ancak cehennemdeki sonsuz azaptan kurtulmanın, Allah`ın rızasını ve rahmetini kazanmanın yolu “iyi insan” olarak tanınmak değil, Allah`ın Kuran`da tarif ettiği şekilde salih bir mümin olmaktır.
Başta da belirttiğimiz gibi, Yüce Rabbimiz’e tam olarak teslim olmayan ve İslam ahlakının gereklerini yerine getirmeyen bir insan için “kalp temizliği”nden söz edilemez. “Benim kalbim temiz, din ahlakının gereklerini tam olarak yerine getirmesem de olur” mantığıyla yaşayanlar ve bunu ısrarla devam ettirenler, kendilerince insanları aldattıklarını sanabilirler, oysa yalnızca kendilerini aldatmaktadırlar. Bu ifade ancak, Kuran ahlakının gereklerini uygulamaktan kaçınan ve yanlış bir yaşam tarzını Müslümanlık olarak göstermeye çalışan bir insanın yanlış zihniyetidir. Bu samimiyetsiz tavırların asla kabul görmesi mümkün değildir. Çünkü Allah kalplerin özünde saklı olanları bilendir. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
… Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 119)
Kuran ahlakını yaşamak, insanı dünyevi değerlere ve diğer insanlara duyulan her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturur. Bu üstün ahlaka sahip bir mümin, insanların değil, Allah’ın rızasını gözetir. Yalnızca Allah’tan korkar, herşeyin O’nun kontrolünde olduğunu bilir. Bu korku onu Allah’ın sınırlarını titizlikle korumaya yöneltir, nefsinin öne sürdüğü tüm bahaneleri susturur. Kuran ahlakının temeli de zaten Allah’a duyulan saygı dolu korku ve O’nun rızasını kazanmaya yönelik gösterilen ciddi çabadır. Yüce Allah bu gerçeği şöyle bildirmiştir:
“Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. ” (Tevbe Suresi, 109)
Dua, müminin gören gözü, isiten kulagı, tutan
Dua, kulluğun en güzel ifadesidir. Kalp onunla safa bulur ve yumuşar. Belalara karşı kalkandır o. Karamsarlığın her yanımızı sarıp sarmaladığı demlerde felahlıktır, müjdedir, yeşeren taptaze umuttur. Kırk ağızlı koca kavşaklarda yolumuzu gösteren kılavuzdur. Daralan ruhlara genişliktir. Faniliğe ebedilik iksiridir. Nurdur yolumuzu aydınlığa boğan… Çölleşen maneviyat tarlalarına ilahi rahmetin sağnak sağnak yağmasıdır. Köz köz olan yürek yaralarına merhemdir. Ölümü bekleyen hastalara şifadır.
Duanın temelinde Allah’a sadakat ve güven vardır. Duayla hâl-i pür-melâlimizi Allah’a sunarız. İçimizi o büyük dosta döker, dileklerimizi onun yüce dergâhına sunar, sonra da büyük bir teslimiyetle neticeyi bekleriz. Duanın makbulünü Allah’ın cömertliğinde, reddini günahlarımızda ararız. İç dünyamıza çekidüzen veririz. Tekrar onun kapısına dayanır, duada ısrarcı oluruz. Asla ondan yüz çevirmeyiz. Zira ondan başka gideceğimiz kapı var mıdır?
Niçin dua edilir?
Allah, içimizden geçenleri bilir. Madem öyle, niye isteklerimizi dua yoluyla O’na ulaştırma yoluna başvuruyoruz? Bilinmelidir ki dua aynı zamanda bir ibadettir. Bu yolla isteklerimizi O’na iletmenin yanında; Rabbimize saygımızı, güvenimizi ve O’nun gücünün her şeye yettiğini itiraf ederiz. Bu aynı zamanda Allah’ı ululamaktır. Ondan başka gidecek kapımızın olmadığını kabullenmektir.
Onun için dua da sözden daha ziyade öz önemlidir. Neyi istediğin değil, niçin ve ne amaçla istediğin mühimdir. Dua eden kişi Allah’la arasındaki bağı pekiştirmiş olur, duadan kaçınanlar Rabbiyle aralarındaki iman bağını gevşetirler. Nasıl ki sevdiğimiz dostlarımızı sürekli arar, hâl ve hatırlarını sorar, aramızdaki muhabbet bağını berk tutarsak, işte aynen bunun gibi Allah’la olan bağımızı da duayla güçlü ve sağlam kılarız.
Dua; kulun, aczinin, fakrının ve zaaflarının itirafıdır. Öte yandan Allah’ın her şeye muktedir olduğunun dil ile ifadesi ve kalp ile tasdikidir. Kul dua ettikçe kendi güçsüzlüğünün, Allah’ın sonsuz gücünün farkına varır. Olması gereken de budur.
Dua-tevekkül beraberliği
Dua eden insanın öncelikle yapması gerekenleri yerine getirmesi, ardından tevekkül etmesi gerekir. Tevekkül, elinden gelenin azamisini yapıp, kendini aşan kısmının Allah’ın yardımına havale edilmesidir. Fakat, günümüzdeki insanların tevekkül anlayışında da ciddi yanlışlıklar vardır. Yan gelip yatarak, Allah’tan nimet ve ihsan beklemek doğru değildir. Toprağın mahsul verebilmesi için onun sürülmesi, ekilmesi, gübrelenmesi ve sulanması gerekir. Bunları yapmadan ürün beklerseniz, bu doğru bir davranış olmaz. Böyle hareket etmek tevekkül değil, miskinliktir. Miskinlik de mümine yakışmaz. Bu adetullaha (Allah’ın adeti) da muhalif bir yaklaşımdır. Her şey bir sebebe bağlıdır. Fakat nimetleri veren Allah’tır.
Tedbirsiz tevekkül olmaz. Hz. Peygamber, müminlerin elinden geleni yaptıktan sonrasını Allah’a bırakmalarını önermiştir. Bununla ilgili olarak anlatılan şu kıssa manidardır: “Bir bedevi: ‘Ya Rasûlallah! Devemi çölde bırakıp tevekkül ediyorum!’ demişti. Peygamber (sav) de cevaben : ‘Deveni bağla, ondan sonra tevekkül et!’ diyerek onu ikaz etmiştir. Konumuz tevekkül olmamasına rağmen, duanın tevekkülle yakın bir ilişkisi olmasından dolayı bu meseleye değinmeyi de gerekli gördük. Çünkü; tevekkülü kavramadan dua edilmesi ve edilen duanın netice vermemesi kulu inanç bulanıklığına sürükleyebilir.
Hz. Peygamberin duaya verdiği önem
Peygamber Efendimiz duayı hayatının her anında yaşamın en güzel meşgalesi saymıştır. Her fırsatta Allah’ına iltica etmiş, tebliğ zorluklarının ateş topuna dönüştüğü anlarda duayla serinlemiştir. Yeryüzüne O’nun kadar dua eden bir başka insan gelmemiştir. Oysa o ‘ismet’ sıfatına haizdi. Yani günah işlemezdi. Böyle olduğu halde dua ikliminden uzak durmamıştır. Ona göre “İbadetin en üstünü duadır.”… “Dua ibadetin ta kendisidir.”… “Dua, ibadetin özüdür.” O böyle yaparken biz günahkârlar nasıl olur da Allah’a yakarmaz, affını dilemez?
Resulullah her an Allah’la beraberdi. Otururken, yatarken, ayaktayken, yürürken, yolculuktayken zihni Allah’ın ululuğunu tefekkür etmekle meşguldü. Cenabı Hakk’ın isimlerini, sıfatlarını düşünür, fikrederdi. Allah’ın nimetlerini över, yüceltirdi. O, Rabbinden kendisi için güzel ahlâk ve salih amel dışında fazla bir şey istemezdi. İstekleri hep ümmetinin kurtuluşuna dairdi. Ahir zaman ümmetinin, şeytanın vesveseleriyle imansızlık bataklığına düşmemesi için Rabbine yalvarırdı. Aldığı her nefeste Rabbine şükrederdi. O bilirdi ki, dua; inen felaketlere de, inmemiş musibetlere de fayda verir. Kazayı duadan başka geri çevirecek şey yoktur. Dua her derde devadır. Allah’tan başka sığınacak kimimiz vardır?
Filistin için eller duaya
Yeryüzünde zulüm kol geziyor. Mazlumlar "ahh!" ediyor, zâlimler habire zulümlerini artırıyor. Mâsum insanlar katlediliyor. Zulmün insanlığa yansıyan görüntüsü Filistin'den aksediyor. Dünya televizyonları Filistin'deki vahşeti toplumlara duyuruyor, gösteriyor, seyrettiriyor; kısacası dünyanın neresinde olursa olsun "insan"ları olan vahşetten haberdar ediyor. Halklar tepkilerini gösteriyor, devletleri ellerine geçirenler zulümlere aldırış bile etmiyor. Hatta çoğu destek bile veriyorlar. Zâlimlerin ve zâlimlere destek veren mel'unların canları cehenneme; lânetullahi aleyhim ecmain...
Siyonist Yahudilerin Filistin'deki katliamına bedduadan gayri bir şey yapamıyoruz. Halkın elinden başka birşey gelmiyor. Bizler de elimizden geleni yapalım. Neler yapacağız? Yapacaklarımızı sıralayarak sizleri zalimlere bedduaya davet ediyorum. Duamız dünyanın her neresinde bir mazlum zulüm görüyorsa onun biran evvel kurtuluşuna; bedduamız Siyonist Yahudilerin kahr-ı perişanlığına olacaktır.
Yapacaklarımız:
1- Bu akşamdan itibaren gecenin ilk üçte ikisi geçtikten sonra yataktan kalkacağız.
2- Abdest alıp en az 2 rek'at teheccüt namazı kılacağız.
3- Yüz defa Estağfirullah çekeceğiz.
4- Kırkbir defa Fil Suresi'ni okuyacağız.
5- Çokça "YA KAHHAR" ismini okuyacağız.
6- Sonra ellerimizi açıp şöyle dua edeceğiz:
Euzübillahimineşşeytanirracîm
Bismillâhirrâhmânirrâhîm...
Elhamdülillahi Rabb'il Âlemin. Vesselât-u vesselâmu alâ seyyidina Muhammed'in ve alâ alihi ve ashabihi ecmain.
Ya ilahelalemin...
Yalnız Sana ibadet ediyor ve yalnız Senden yardım diliyoruz. İbadetlerimizi kabul, dualarımızı makbul eyle. Sana yöneliyoruz bizleri katından boş çevirme.
Ya Rabbî! Yeryüzünde zulüm en iğrenç boyutlarda icra ediliyor. Zalimler alabildiğince azdılar. Mazlumlar gözyaşlarını kan olarak akıtıyorlar. Canları bedenleri parçalanarak alınıyor. Mazlum bebekler, çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar katlediliyor. Akla hayâle gelmedik işkenceler yapılıyor.
Allah'ım! Mazlumlara yardım eyle. Onları himaye eyle... Acılarını dindiriver.
Zâlimleri islâh eyle, onları hidayete sevkediver. İslahları ve hidayetleri mukadder değilse Ya Rabbî, Sana havale ediyoruz; cümlesini kahr-u perişan eyle. Ellerindeki gücü alıver, tekniklerini işe yaramaz hâle getiriver. Başlarına musibet yağdırıver. Birbirlerine düşürüp birbirleriyle boğuşarak imhalarını gerçekleştiriver.
Ya Rabbî! Siyonist Yahudiler yıllardır yaptıkları katliamların şu günlerde dozajını artırdılar. Filistin'de Senin Müslüman kullarına alçakça zulmediyorlar. Bebeklerin, çocukların, kadınların ve mazlumların canlarını bedenlerini parça parça ederek katlediyorlar. Elimizden Sana iltica etmekten gayri bir şey gelmiyor. Gözyaşlarımız sel oluyor. Yediklerimiz içimize sinmiyor. Ebabillerini bekliyoruz. Kâbe'ni yıkmak için gelenleri helâk ettiğin gibi Siyonist Yahudileri de Ebabillerinle imha ediver. Mazlum kardeşlerimizi can dayanmaz vahşetten kurtarıver Allah'ım...
Siyonizm, dünyada kangrenlenmiş bir çıban başıdır. Etrafa zarar vermektedir. Yok ediver Allah'ım...
Bunlar Tevrat'ı, İncil'i bozdular. Kur'ân'ına akla hayale gelmedik saldırılarda bulunuyorlar. Sen Kur'ân'ını koruduğun için O'na zarar veremiyorlar. Bu hainleri ihanetleri içinde boğuver Ya Rabbî...
Allah'ım! Siyonist Yahudiler Filistin'i gasbettiler. Senin Beyt'in Mescid-i Aksâ'yı işgal ettiler. Mescid-i Aksa topraklarında fesatlarını yayıyorlar. Müslüman kullarını katlediyorlar. Topraklarına kastediyorlar. Allah'ım! Yeri zalimlerin ayaklarının altından sallayıver. Onların şerlerinden Sana sığınıyoruz... Onların helâklerini Müslümanlara biran evvel gösteriver. Bizlere, onlar üzerinden kudretinin olağanüstülüğünü göster. Onları hezimete uğrat ve Müslümanlara zaferler nasib eyle.
Allah'ım! Senin yolunda savaşan kullarını hep zaferle mükâfatlandır.
Allah'ım! Filistin'deki Müslüman kardeşlerimiz Siyonist saldırılar altında can veriyorlar, esir ediliyorlar, işkence görüyorlar, topraklarına kastediliyorlar. Onları bu zulümden koru ve kurtar. Onlara kararlılık ver. Zürriyetlerini hayırlı kimseler eyle.
Allah'ım! Dünyada devletleri ellerine geçirenler (çok azı müstesna) Siyonist İsrail'e imtiyaz payesi veriyorlar. Bu payeyi ve bunu verenleri ellerinden alıver.
Allah'ım! Daha önce Lübnan'da verdiğin gibi Gazze'de de Siyonist Yahudilere layık olduklarını veriver.
Bedr'in arslanlarına yardım için gönderdiğin melekler ordusunu, Gazze arslanlarının yardımına da gönder Allah'ım!
Siyonistleri kendi kurdukları tuzakta imha ediver.
Gazzeli Mücahidlere yardım eyle. Onları siyonizme karşı galip eyle. Onların şehidlerini Adn Cennetlerine koy... Yaralılarına âcil şifalar ver... Gazilerine sabırlar ihsan eyle... Kardeşlerimizi Siyonizmin insafsızlığına bırakma...
Allah'ım! Ebu Leheb'in ellerini kuruttuğun gibi, Siyonistlerin ellerini de soylarını da kurut. Gönder azabını zâlim Siyonistler üzerine. Tuzağına düşür cani İsrail sürüsünü. Onların hesabını çabucak görüver Allah'ım.
Hasbinallahu ve ni'mel vekil...
AMİN