Sevemez kimse beni, Senin sevdiğin kadar...


sevemez kimse seni (640x427) (2).jpg














Bir düşün…


Çok değil sadece birkaç dakika…

Şöyle sıyrıl şu günlük ve gündelik işlerden, şu gölgeler ve sahteler dünyasından.

Sonra düşün bir an…

Adam gibi düşün, ama ‘düşünen adam’ gibi değil.

İnsanca, mü’mince düşün…

Şimdi seni sevenler var ya…

Şu seni seviyorum diyenler…

Rüzgâr gibi peşinden koşturanlar var ya…

Onlar neredeydi bir zamanlar?

Bir düşün…

Onlar seni, ancak sen var olduktan, yani sen yaratıldıktan sonra bildiler ve çok sonra sevdiler. Öyle değil mi?

Seni seviyorum diyenler için; önce senin ve sonra da sevgi denen şeyin var olması gerekliydi. Öyle değil mi?

Eğer sen olmasaydın ve yaratılmasaydın kim bilecekti seni? Kim haberdar olacaktı senden?

Nasıl sevebilir, nasıl “Seni seviyorum” diyebilirdi, şimdi çevrende dönüp duran insanlar.

Seni, yani henüz olmayanı, yok olanı kim bilebilir, kim sevebilirdi ki?

Hatırlamaya çalış!

Sınırlı da olsa, hayal ve hafızanın izini sür. Seni götürebildiği yere kadar git.

Hatırlamaya çalış!

Bir yerde durman gerekir ama işte tam orada dur:

Sen yoktun, dünya da yoktu, hiçbir şey yoktu bir zamanlar. Ama her şeyi bir Bilen, seni bir Bilen vardı. O bir olan Allah’tı (cc). Ve sadece O vardı.

O en sevgili, O en şefkatli ve O en merhametli Rabbin vardı. O’ndan başka hiçbir şey yoktu.

İşte O bütün Âlemlerin Rabbi’dir. Kur’ân bize O’nu şöyle tanıtır:

“O, göklerin, yerin ve bunlar arasındaki her şeyin Rabbi’dir.” (Şuarâ Sûresi, 24)

O’nun rahmeti ve sevgisi her şeyin önündedir ve üstündedir.

Evet, seni sevenler de yoktu bir zamanlar. Ne annen, ne baban ve ne de en yakınların. Hiçbir şey yoktu. Ve sen bu uzun yolculuğun hiçbirinin farkında bile değilken, sadece Rabbin için yok, yoktu. Dilediği vakit, saat geldiğinde seni yokluktan varlığa, karanlıktan aydınlığa çıkardı.


Rabbin seni, sen yokken de biliyordu ve O’nun sonsuz ilminde hep vardın. Seni sen yokken sadece O biliyor, O seviyordu. Ve sevdiği için de seni var etti. O’nu bilmen ve O’nu tanıyıp sevmen için seni bu dünyaya gönderdi. Başkaları seni var olduğun için sevdiler. Anlayacağın onlar seni şartlı sevdiler.

Oysa Yüce Rabbin seni şartsız sevdi. Hatta seni sevmesi için var olman bile gerekmezdi. O seni yaratınca bilmedi. Yaratmadan önce de biliyordu. O sonsuz ilmiyle ve sonsuz kudretiyle seni yaratmayı diledi ve var etti. Unutma, sen O’nun, o sonsuz ilminde hep vardın…

Seni yaratmakla, kendini sana bildirdi, seni senden ve kendi varlığından haberdar etti.

Bu müthiş ânı kaçırma hayatından. Çıkarma hiç aklından. Hatırla zaman zaman.

Hatırla ki, yanlışlara düşmekten ve korkulara kapılmaktan kurtulasın.

Seni O’ndan başka hiç kimse böyle güzel sevmedi; sevemez de. Sevemezdi de, sevemeyecek de.

O’nun sevgisi hep en başta ve hep en önde…

Sevenler, “Seni seviyorum” diyenler, hepsi bir bir çekip gidecekler bir gün. Sadece O’nun sevgisi kalacak seninle…

Onun için dinleme içi boş sözleri, gerçek sevgiden nasipsizleri dinleme. Dinleme o palavra şarkıları, o bomboş lâfları. Dinleme...



“Sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar” diyenlere. Sen, “Sevemez kimse beni, Rabbimin sevdiği kadar” de…

Gerçek sevginin yolunu bil ve bul. Bulamayanlara da göster.

Ben bir aynayım. “Aynayı değil, siz aynadaki görüntünün, o tecellînin, o bir anlık cilvenin kaynağını sevin asıl,” de ve doğru adresi göster onlara… Bir ayna tut yüzlerine. Bir ışık ol karanlık bakışlara, sevgide adresi şaşırmışlara.

Rabbimin o en güzel isimlerini gör ve göster bir bir. Biteni, söneni, gideni, geçeni değil, bitmeyeni gör, batmayanı gör… Gitmeyeni, geçmeyeni ebediyen ölmeyeni, sönmeyeni bil ve bildir.

Kim sevebilir seni O’ndan başka, kim bilebilir seni O’ndan başka. Gerçek sevginin yolunu kaybedenlere, ışık parmağınla doğru adresi göster: Ve konuş: Parmağım güneşi gösterirken, parmağıma değil, güneşe bakın. Bana takılmayın.

Yanılmayın, bir zerrede, bir tecellîde boğulup aldanmayın.

Bu makamda söz senin; konuş, sözün yettiği kadar. Konuş konuşabildiğin kadar.

Melekler bile bu şahitliğine hayran kalsınlar. Ve de ki; “Sevemez kimse beni ‘Senin’ sevdiğin kadar Allah’ım!”

Sevemezler, sevseler de yalan severler. Yok öyle kimseler. Sende seni sevenler, hakikati halde seni değil kendilerini seviyorlar. Aldanma, inanma, yanma. Bir tek senin sevgindir bu dünyada gerçek olan Canım Allah’ım.

Bir tek Senin sevgin…



O sevginin bir katresi, bir zerresi bile yeter bize…

Bunu da anlamayanlara “Sözler”i aç, nurlardan şu cümleyi oku:

“…Her bir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelinin,

elbette bir zerre muhabbeti, kâinata bedel olabilir. Kâinat, O’nun bir cüz’î tecelli-i muhabbetine bedel olamaz.”



(Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 24. Söz, s.

360)




Bir babanın değeri

Untitled-1 (640x640).jpg

“Güzel Leman’ a babası oyuncak bir mutfak takımı almıştı. Pırıl pırıl parlayan bu küçük madeni kapları çok sevmişti. Ona bundan daha güzel bir hediye verilemezdi.
    Mutfak takımına kavuştuğu gün, sevincine diyecek yoktu. Onları yıkamış, kurulamış, kutusuna yerleştirmişti. Arkadaşları kendini ziyarete geldikçe mutfak takımlarını çıkarır, onlara yemek pişirir, ziyafet verirdi. Kardeşi kemal, sık sık oyunlarını bozuyorsa da Leman fazla ses çıkarmıyordu.
    Bir gün, ablası okulda iken, kardeşi onun mutfak takımlarıyla oynamak istediğini söyledi. Babası da verdi. Kemal kıskanç bir çocuktu. Niyeti oynamak değil, ablasının oyuncaklarına zarar vermekti. Nitekim oynuyormuş gibi yaparak bardaklardan birini ayağı ile ezdi
   Leman, eve gelip mutfak takımının dağılmış olduğunu görünce heyecanlandı. Onları düzeltmek isterken ezilmiş bardağı fark etti. Üzüntüden gözlerine iri yaş taneleri doldu. Annesi oyuncakları Kemal’e babasının verdiğini söyleyince sesini çıkarmadı. Acısını kalbine gömdü.
   Ertesi gün iki tabak daha aynı akıbete uğrayınca Leman dayanamadı. Ezilmiş bardağı ve tabakları alıp babasına koştu: “Babacığın, görüyor musun; Kemal oyuncaklarımı ne hale getirmiş!..” dedi ve ağlamaya başladı: babasının cevabı ne oldu biliyor musunuz: “Ne olmuş yani! Onların ben vermedim mi? Çekil git şimdi başımdan, seninle uğraşacak zamanım yok!”
  Leman, kendisi için çok değerli oyuncakların ezilmiş olmasına aldırış etmeyen bu babaya içinden kin besledi. Aradan bir hafta bile geçmemişti ki, küçük kızın pembe yanakları soldu. Eski neşesini kaybetti. O olaydan sonra, babasına sevgi ile baktığını gören olmadı...”

Kalbin Hastalığı

22368_467799155537_311415175537_10716201_6582015_n.jpg

Nefsini bırak! Ve ondan uzaklaş!.. Nisbi olarak kendine izafe ettiğin mülkten ayrıl!.. Hepsini Allah a teslim et!.. Ve kalbin kapısında bekçi ol!.. Allah ın dediklerini içeri al ve dediklerini kalbine sokma!.. Kötü istekleri kalbinden çıkardıktan sonra bir daha yaklaştırma!.. Bu şeytani arzuları kalbden çıkarmak, her halde ona uymamak ve daima muhalefet etmekle olur.

Allah ın iradesi dışında bir şey isteme!.. O ndan başka bir şey istemek boş bir temennidir. Akılsızlıktır. Sakın böyle bir hevese düşme!.. Telef olursun.. Helak olursun!.. Hakk ın merhametinden uzak kalırsın.

Sonuna kadar Allah ın emirlerini tut!.. Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!.. Sonuna kadar O nun kaderine teslim ol!.. Yarattığı şeylerden hiç birini O na ortak yapma. Şirk koşma!..

İsteğin, arzun, şehvetin, hepsi O nun yarattıklarıdır...

İsteme! Kötü arzularına kapılma! Şehvete düşkün olma!.. Ta ki müşrik olmayasın!..

Ayetten:

Şirk, yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve isteklerinde tesir görerek,uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahiret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni yaratanın sevgisini değil, bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş olursun...

Uçsuz bucaksız bir varlık bul, kendini muayyen ölçülere kaptırma. Muayyen bir çerçeve içersinde kalırsan, doğruluğunu haber verdiğin yanlış olabilir. Kalacağını haber verdiğin nesne, bakarsın ki kaybolmuş... Hak kın iradesine tabi ol ve hiçbir şeye karışma!.. Keşif ve keramet nevinden sayarak, bir şeyler söylersin, ama aksi olunca utanır, rüsvay olursun... Sana bu halde yine bir vazife düşer; halini saklamak... Ve senden başkasına bunları duyurmamak. İşte bu, tam sebat ve beka halidir. Bunların Allah tarafından, sana bir hediye olarak verildiğini bil. Bu hale şükür etmek için O?ndan yardım iste. Başkasına göstermemek için ört. Eğer bu haller gider de, yerine başka bir hal gelirse, üzülme
; onda da çeşitli bilmediğin nimetler gizlidir. İlim vardır. İrfan, marifet vardır; ayıklığını arttırır ve edep terbiye öğretir sana... Bir Ayet-i Kerime de şöyle buyurulur:

- Biz hiçbir ayeti, ondan daha iyisini veya benzerini getirmemek şartı ile değiştirmeyiz... Allah ın her şeye kadir olduğunu bilmiyormusun

Allah ın kudretini küçük görme!.. Takdir ve tedbirde, onu itham etme... Onun vaadinin doğruluğunda şüpheye düşme... Hz. Peygamberi (S.A.) kendine örnek al... O büyük insana inen ve mushaflarda yazılan, dillerde okunan bazı ayetler kaldırıldı... Bazısı değişti, yerine başka ayet geldi... Biraz önce haber verdiğinin aksini az sonra söyledi. Ama bu hal zahirde böyle oldu. Öbür yönünü, ancak, Allah?la kendi arasında bir iş olarak kabul ederiz...

İşte yukarıda anlatılan hale işaret ederek Peygamber(s.A.) efendimiz şöyle buyurur:

- Kalbimde değişik haller olur, bu yüzden her gün yetmiş defa istiğfar ederim.

Diğer rivayette  Yüz defa.

Peygamber(s.A.) efendimiz., daima hal değiştşrirdi. Bir halden diğer hale geçer ve olgunluğa doğru ilerlerdi. Gayb aleminin hazinelerine ererdi. Çeşitli manevi süslerle süslendi. İşte efendimiz böyle yükselirdi. Her yükseldikçe de evvelkinin noksanlığını anlar; mahdut bir halde kalmayı noksan sayar, istiğfar ederdi. Kendisi yaptığı gibi ashabına da istiğfar telkin ederdi. Çünkü istiğfar ve tövbe halinde bulunmak kulun vazifesidir. İnsana en çok yakışan şey, istiğfar ve tövbe etmektir. Bütün kötülükleri, bir daha yapmamak şartı ile bırakmak babası Adem?den (a.s.), Hz. Rasulallah?a O ndan da bizlere veraset yolu ile geldi... Ki Adam aleyhisselam ın her yanını zulmet kaplamıştı; işte o zaman istiğfar etti, sonra karanlık açıldı, her yanı nur kapladı; kurtuldu. Çünkü o bir zamanlar ahdi unuttu. Dar-ı Selam da daimi kalacağını, Rahman ve Mennan olan Allah, kendisini Cennetten çıkarmayacağını sandı... Melekler kendisini daima selamlar, öğmelerle geleceğini tahmin etti. Böylece nefsine uydu ve her şeyi unuttu... İş değişti. O güzel süslerden soyundu, saltanat gitti. Derecesi düştü... O nurlu alem, aniden karanlığa gömüldü. Önceki safiyet bozuldu.

Böylece her şey elinden alındıktan sonra işin nereden geldiğini anladı. İçinde bulunduğu büyük safiyeti düşündü... İtiraf yolunu tuttu. Unuttuğunu, hata işlediğini itiraf etti. Kendi kendine istiğfar telkin etti.

Bu tövbe ve itirafa karşı kendisine hidayet yolları göründü. Nasıl işler yapacağı bildirildi. Ve o, o tövbedeki gizli marifet nurları ve bundan evvel kendisine keşfolunmayan iyilikleri öğretildi. Ve neticede şuna kani oldu...

Her şey değişti... İstek şimdi başka oldu. Hal başka hal oldu. Büyük bir saltanat geldi. İlk önce dünyada bir velayet-i Kübra; sonrası da ahirette... Dünya kendine ve evladına yer oldu. Ahiret ise ebedi bir yuva... Ve sonsuz bir sığınak..

Ey mümiz! Senin için Hz. Adem ve Hazret-i Muhammed de dostluk ve muhammed için iyi adetler var... Herhalde hatanı bil, tevbe et...

selam ve dua ile...
papillonmenudroitepetit8bg.gifpapillonmenupetit2ek.gif

SÖZ UÇAR, DUA KALIR...

söz uçar dua kalır. 
copy (481x640).jpg
Nice sözler söylenir ama unutulur bir zaman sonra...
Kalpten gelmeyen sözlerin ömrü bir nefesliktir.
Bir nefes sonra kaybolup giderler ama kalbin sözü unutulmaz.
Kalp sözünü hiç unutmaz.
Kalbin sözü hedefine ulaşmadan yere düşmez.
Kalbin sözü kalpten bir ruhla doğar ve ulaştığı yere hayat verir.


Kalbin sözü hiç ölmez.
Hatta kalp söze ihtiyaç bile duymaz, kalbin sözü sevgidir.
İşte bu yüzden;

SÖZ UÇAR,SEVGİ KALIR.

Bazı sözler vardır kalbe iner. Kalbi diriltir o sözler.
Semalardan kalbe gelir, ruh beslerler.
O sözden her bir harf bir meleğin omuzlarında iner.
Ve insanın ayaklarını dünyadan keserler.
O sözler ki taşa değse,taş parça parça olur,göz göz olur ağlar,
yürek olup toza döner,semaya uçar.
O sözler ki semanın kalbinden gelir.
Bu yüzden:

SÖZ UÇAR,VAHİY KALIR.

Sözler vardır dünyadan öte, kalpten içeri...

Sözler vardır yerden gelen ama semaya emanet edilen...

Cennetin duvarları o sözlerle örülür.
Gözyaşları o sözlere eşlik ederler.
O yaşlar toplanır, Cennetin ırmakları oluverirler.
Bu yüzden o sözler dudaklardan çıkar çıkmaz meleklerin kanatlarında semalara yükselir,
Rabbin kapısına serilir. Onun cevabı özlenir.
Özlenesi sözlere hasret ve hayretle beklenen cevap iliştirilir.
Dua edenin kalbine iletilir. İşte bu yüzden:

SÖZ UÇAR, DUA KALIR...

Korkma Allah bizimle beraberdir..

korkma allah bizimle 
(640x640).jpg

Aziz dost !
Zorluklar karşısında ümitsizliğe kapılma,
çünkü her şeyin bir sırası vardır.
Açlıktan sonra tokluk, uykusuzluktan sonra uyku,
hastalıktan sonra sağlık vardır!..

Elbette ki;
Sefere çıkan, bir gün dönecek, uzakta olan gelecek, kaybolan bulunacak.
Ve karanlık, bir gün aydınlıkla son bulacaktır...

Çünkü; Her yokuşun bir inişi, her zorluğun bir çözümü vardır!..

Aziz dost !..
Müjdeler olsun; geceyi kovalayan bir gündüz var, karanlığı kovalayan..
Dağların, tepelerin üzerinde, derelerin, vadilerin arasında, beliren bir ışık var !..

Müjdeler olsun; Sıkıntıdan sonra gelen, onu unutturan,
Belki yarından daha yakın olan, bir ferahlık var !..

Çünkü; Her yokuşun bir inişi, her zorluğun bir çözümü vardır!..

Uçsuz bucaksız çölü, ve engin denizleri görürsen, bilki;
Onun ötesinde, kıyısında, yeşil vâhalar... şırıl şırıl akan sular vardır!..

Sürekli çekilen bir ipi görürsen, bil ki;
Bir gün gelecek, o ip kopacaktır !..

Çünkü; her göz yaşından sonra bir gülümseme,
her korkudan sonra bir güven,
ve her ürkeklikten sonra bir durulma vardır !..

Aziz dost !..
Tarihin derinliklerine dön ve unutma;
ateş bile, Hz. İbrahim’i yakmamış…
Çünkü ilâhî kudret, ona bir serinleme penceresi açmıştı!..
Ateş onu yakacağı yerde, onu serinletmişti!..
Deniz bile, Hz. Mûsâ’yı ve beraberindekileri boğmamış…
Çünkü ilâhî güç, onları yalnız bırakmamıştı !..

Yılan bile, azılı düşmanlar bile,
Sevgili Rasule ve mağara arkadaşına zarar vermemiş…

Çünkü; “korkma Allah bizimle beraberdir” inancı,
Onların tek güvencesi olmuştu !..

İnsan vardır; zamanın kölesi olmuş..
Sıkıntıdan, uğursuzluktan başka bir şey göremez olmuş…
Çünkü o, yalnız odanın duvarlarına, ya da evin kapısına bakmıştır…

Oysa; duvarların ötesine bakıverse... Surların dışını düşünebilse...
Görebilse... “Gün doğmadan neler doğar”ı kavrayabilse;
zindan bile onun için bahar olur.

Çünkü o zaman bilir ki;
her yokuşun bir inişi, her zorluğun bir çözümü vardır!..

Şu halde aziz dost !..
Sıkıntıların arasında, karanlıkların içinde, kendi kendini hapsetme !..
İçinde bulunduğun zor ortama, kendi kendini mahkum etme !..
Günler geçicidir, zaman değişkendir.Geceler hep gündüzlere gebedir.
Gelecek ise gizlidir. Onu bilen ve yöneten yüce Allah vardır!..
Ola ki yakında O, Mutlu bir ortam yaratacaktır.

Çünkü inanmalısın ki;
her yokuşun bir inişi, ve her zorluğun bir çözümü vardır !

selam ve dua ıle..

Tek ümidim O ALLAH (c.c)


Biliyorum, ölüp gideceğim bu dünyadan
nerede, nasıl, ne zaman kim bilir?

Beni sorana: "o öldü” diyecekler, arkamdan kimler ağlar bilmiyorum, cenazemde kimler bulunur,

Kabre kimler koyar sonra beni kimler hatırlar…

Beni hatırlayanlar da kalmayacak; kimi unutur kimsi ölür

Gider benim gibi.

Öyle zaman gelecek ki dünyaya hiç gelmemişim,

Hiç yaşamamışım gibi olacak.

Ben kabirdeyken dünya yine dönecek, güneş yine parlayacak,

Gecelerde yine yıldızlar olacak dört mevsim geçecek ben görmeyeceğim

Canımın yaprakları birer birer dökülecekte ağlayamayacağım bile,

Neslimden gelenler olacak çoğalacağım ama sevinemeyeceğim,

Nasıl gömüldümse öyle gömüleceksin unutma.

Hele o tatlı can çıkarken

Açlıktan mı öldüm desem susuzluktan mı bilmem

Ey insanlar ben de bir zamanlar sizin gibiydim.

Dünya pınarından su içtim, yağmurunda ıslandım, yollarında yürüdüm.

Sanki dünyaya hiç gelmemiş gibi herkes beni unuttu.

Kimse hatırlamayacak BİR’İ hariç o beni unutmayacak nerde olursam olayım

Beni bilecek acıyacak bana merhamet edecek tek dostum o kalacak

Ne ana rahminde, ne bebekken, ne de başka zamanlarda beni unutmayacak

Tek tesellim o olacak,

Tek ümidim O ALLAH (c.c)

Baba ve Oğul Arasındaki İletişim Nasıl Olmalı?


Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar
susacaktım.

           Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı.

           Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun
gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla
oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi.
           Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik
babamla.
           Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da
bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa
patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün
gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın
babanla?'diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
           Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol
alırdım.
           Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ
ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir
odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte
otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret
edemezdim.
          Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır,
televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun
izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile
kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda
hapsim yeniden başlardı.
          Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa
susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak
başladım işe.
          Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna
işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey
sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama
göndermiyordu.
          'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara
anlatıyordu annem halimi.
          Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'
diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.
          Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı
beceremiyordum.
          Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.' dedi bir
gün.
          Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da
elimden alırsa ben ne yapacaktım?
          Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun
zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam
oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim.
          Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi.

          Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim.
          O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da
arkadaşın.'dedi.
          Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu
küçükkız da annem.' dedim.
          Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi.
          Heyecanla başladım anlatmaya.
          Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp
küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe
teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz
benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi
duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde,

          'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de
bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha
ne istiyorlar' diye.
          Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.  Duyduklarına
inanamıyorlardı.
          Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar
konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.


          Farkında' Olmalı İnsan...Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın
Farkında Olmalı.


 Kaynak: Anonim

günün sözü