NERDE KALIN EY NEBİ!

?ui=2&view=att&th=12485391fb294ad7&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_12485391fb294ad7&zw
Seccaden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!
Mescit mü’min, minber mü’min...
Taşardı kubbelerden Tekbîr,
Dolardı kubbelere “âmin!”
Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı
Kapına gelenler, 

yâ Muhammed-Uzaktan, yakından-

Mü’min döndüler kapından!



Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,

İki dünyada aziz ümmet;

Muhammed ümmetiydi.



Konsun –yine- pervazlara güvercinler,

“Hû hû”lara karışsın âminler...

Mübarek akşamdır;

Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!



Şimdi seni ananlar,

Anıyor ağlar gibi...

Ey yetimler yetimi,

Ey garipler garibi;

Düşkünlerin kanadıydın,

Yoksulların sahibi...

Nerde kaldın ey Resûl,

Nerde kaldın ey Nebi?



Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,

Çağlar ne çağlardı:

Daha dünyaya gelmeden

Mü’minlerin vardı...

Ve bir gün, ki gaflet

Çöller kadardı,

Halîme’nin kucağında

Abdullah’ın yetimi

Âmine’nin emaneti ağlardı.

Hatice’nin goncası,

Aişe’nin gülüydün.

Ümmetinin gözbebeği

Göklerin resûlüydün...



Elçi geldin, elçiler gönderdin...

Ruhunu Allah’a,

Elini ümmetine verdin.

Beşiğin, yurdun, yuvan

Mekke’de bunalırsan

Medine’ye göçerdin.

Biz bu dünyadan nereye 

Göçelim, yâ Muhammed?



Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet

Altın devrini yaşıyor...

Diller, sayfalar, satırlar

“Ebu Leheb öldü” diyorlar.

Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed

Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!



Neler duydu şu dünyada

Mevlidine hayran kulaklarımız;

Ne adlar ezberledi, ey Nebî,

Adına alışkın dudaklarımız!

Artık, yolunu bilmiyor;

Artık, yolunu unuttu

Ayaklarımız!

Kâbe’ne siyahlar

Yakışmamıştır, yâ Muhammed

Bugünkü kadar!



Hased gururla savaşta;

Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...

Onu da yaralarlar kanadından,

Gelse bir şefkat meleği...

İyiliğin türbesine

Türbedâr oldu iyi.



Vicdanlar sakat

Çıkmadan yarına,

İyilikler getir, güzellikler getir

Âdem oğullarına!



Şu gördüğün duvarlar ki

Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...

Fethedemedik, yâ Muhammed,

Senelerdir.



Ne doğruluk, ne doğru;

Ne iyilik, ne iyi...

Bahçende en güzel dal,

Unuttu yemiş vermeyi...

Günahın kursağında

Haramların peteği!



Bayram yaptı yapanlar;

Semâve’yi boşaltıp

Sâve’yi dolduranlar...

Atını hendeklerden -bir atlayışta-

Aşırdı aşıranlar...

Ağlasın Yesrib,

Ağlasın Selman’lar!



Gözleri perdeleyen toprak,

Yüzlere serptiğin topraktı...

Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,

Yabanların gözünde kalacaktı!



Konsun -yine- pervazlara güvercinler,

“Hû hû”lara karışsın âminler...

Mübarek akşamdır;

Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!



Ne oldu, ey bulut,

Gölgelediğin başlar?

Hatırında mı, ey yol,

Bir aziz yolcuyla

Aşarak dağlar, taşlar,

Kafile kafile, kervan kervan

Şimale giden yoldaşlar!



Uçsuz bucaksız çöllerde,

Yine, izler gelenlerin,

Yollar gideceklerindir.



Şu tekbir getiren mağara,

Örümceklerin değil;

Peygamberlerindir, meleklerindir...

Örümcek ne havada,

Ne suda, ne yerdeydi;

Hakkı göremeyen

Gözlerdeydi!



Şu kuytu cinlerin mi;

Perilerin yurdu mu?

Şu yuva -ki, bilinmez-

Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?

Kuşlarını, bir sabah,

Medine’ye uçurdu mu?



Ey Abvâ’da yatan ölü,

Bahçende açtı dünyanın

En güzel gülü;

Hâtıran, uyusun çöllerin

Ilık kumlarıyla örtülü!



Dinleyene, hâlâ,

Çöller ses verir;

“Yaleyl!” susar,

Uğultular gelir.

Mersiye okur Uhud,

Kaside söyler Bedir.

Sen de bir hac günü,

Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir;

Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü

Destan yap, ey şehir!



Ebû Bekir’de nûr, Osman’da nûrlar...

Kureyş uluları, karşılarında

Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;

Ali’nin önünde kapılar açılır,

Ali’nin önünde eğilir surlar,

Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de

Hakk’ın yiğitleri, şehîd olurlar...

Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı,

Yerde kalmazdı ruh... kanatlıydı.



Konsun –yine- pervazlara güvercinler

“Hû hû”lara karışsın âminler.

Mübarek akşamdır;

Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!



Vicdanlar, sakat çıkmadan,

Yâ Muhammed, yarına;

İyiliklerle gel, güzelliklerle gel

Âdem oğullarına!



Yüreklerden taşsın

Yine, imanlar!

Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;

Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!

Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın

Kayışzâde Osman’lar

Na’tını Galip yazsın,

Mevlid’ini Süleyman’lar!

Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle

Geri gelsin Sinan’lar!

Çarpılsın, hakikat niyetine

Cenaze namazı kıldıranlar!



Gel, ey Muhammed, bahardır...

Dudaklar ardında saklı

Âminlerimiz vardır...

Hacdan döner gibi gel;

Mi’râc’dan iner gibi gel;

Bekliyoruz yıllardır!



Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;

Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...

Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
ARİF NİHAT ASYA.NAAT

Hiç yorum yok: