Kurban Et Kendini Hattat


Çok yaşa hattat. Gözünün gördüğü her şeyin aslında göründüğünden daha görünmez oluşunu bildiğim için, aşkın cismaniyetine gördüm ve yaşadım diyemem. Bu yüzden çok yaşa. Anlatamadıklarını aherlenmiş kağıtlara mürekkep fırtınasıyla yazarken sen ayn, şın ve kaf sürdüğün kelamın nefesinde kaldı düşüncelerim. Düşlerimden çok sana yandım, seni yalnız bırakacağımı bile bile. Ağlamaktan mimli, gülmekten tutuklu gözlerimdeki buğuya isimdin.


Kalabalıklaşan aşkın en yalnızı gözlerimken geçmiş zamana yıktığın kabahatlerini suçüstü üstlendim. Eğreti yağmuru usul usul giyinirken ayaklarına dolanıyor diye, sana koşar adım başkaldıran kalbimi söktüm yerinden.
Dört elif miktarınca aklımı sigaya çektim. Şeddeyle çift söyledim adını, cezmde yüzünün sesli harflerini yuttum. Her eksilişimden sonra yanağıma ayn, şın ve kaf mühürlü noktalı virgül koydum. Öylesine yazılamazsın aherlenmiş kağıtlara derken kağıtlar arası boşlukta dizinde beni uyuttuğunu ne çabuk unuttun?
Ne kadar uyutursam o kadar unuttururum harflerimin kaderinde bıraktığım çizikleri mi diyordun yoksa?
Beni azapla sevip çoğul yaşadığın için ve dokunuşunla çırılçıplak soyuşunla özletip suyun kenarına bıraktığın için seni bağışlamıyorum. Rüzgara ifşa ettiğin saçlarımdan başlasan da boğulmalara, kendini boğmadan bağışlamıyorum seni kendime.
Çözülmek değil bütünleşmekti kapına dayanmalarım. Gece rengi uykularımla sana adandığımı bilmesede karanlık, yazdığın ve unuttuğun ve hatta unuturken yazdığın her yarayı ruhunla kapattım.





Açık kaldı yüzün; onuda güzelliğimle setrettim. Ağlar gibi bakma bana. Kirpiğimi azat et yalvarışlarım üzmesin canını. Aramıza giren ayn, şın ve kaf’ın acısıyla biraz daha çoğaldığını biliyorum ama böyle çoğalma ve böyle tutkunun çıldırmışlığıyla sevme beni; hakkıma giriyorsun.
Sen aşka verdiğin yüzünle ağartırken gecenin şafağını aklımda kalan harflerini uyuttum. Yan yana yazdığın isimlerimizin üstünden hışımla geçerken bulutlar, yağmur bu kadar utangaç değildi. Ben bu kadar alnında nur değildim.
Geçti. Işık ardına düşen gölgesini kollayarak ve suya attığım imza acısını toplayarak kalp yorgunluğumdan geçti. Bu kez gülmen gerek. Ağlamam için gülmen gerek. Bildiklerimi unutmam için, bulduklarımı yitirmem için gülmen gerek. Andığım kalp sendin ya bağışlanmanı dileme. Seni var ederken ben sesli harflerimin meleklerini yakarak bittim. Bildim, senin var olman benim yok olmamı gerektiriyormuş. Ölmek dizlerimde öldüğünde ölmekmiş. Korkma hattat, ben sana ek fillerle bağlanmadım ki çekilince kopsun kalbim. Rüzgâr koşuştururken kapımızda yaşatılan her acının kanama saatlerine denk geldim. Uzandığım halin esre ile yazılmasını değil aşkla yakılmasını diledim. Tenimde uyuyan külü öpen dudaklara bahşetmediğim nefesi kim üfleyebilir ki bana senden başka?
Tırnağından öptüğümü ellerin bilsede seni övülmüş kılan benim ışığımdı. Gözlerini heceletme dudaklarıma. Bir elin parmaklarını geçmeyen sıcaklığımı feda etme kar beyazlığına. Olmazsam olamazsın. Perde kalktı içimden.

Bilinmedik öyküleri anlatmanın kaygısı değildi yüreğindeki fırtına. Bildiklerin, buldukların ve yazdıkların arasında kaybolan güzelliğime temme olsun ayn, şın ve kaf. Bildin mi hattat, aşk aslında seninle benim var olma savaşımız. Sevmezsen ve yazmazsan bilinip bulunmayacağım. Sevmezsem ve yakmazsam bilinip bulunmayacaksın. Seni kendim için sevmediğimi kim söyleyebilir ki?


Bütün hikâyeler kahramanlar öldüğünde biter oysaki, sen dizlerimin dizlerine değişini ayn, şın ve kaf’a sebep bilerek ölümümü başlangıç sayıyorsun.
Beni bu kadar yüzün sayma hattat. Gözlerin değerse ruhumun yangınına kırılır kendini görmek için içime koyduğun aynalar. Ayıplanmış her dokunuşla kirlenirken tenimiz, alnındaki terden utanmazdı eteğim. Yaşamak senken kollarında ölmekten korkmazdım. Bir damla har yeterdi de kirpiğimi yakmaya, sen ateşi yazmayı yeğledin. Ra’nın eğikliğiyle eğilirken adım sana doymak bilmeyen kalbimi aherlenmiş kağıtlara bırakma. Eteğimde kansın, eşiğimde cansın. Gözünün gördüğü güzelliğimi görme diye yağmuru giydim sırtıma. Dizimde uyurken sen gözlerimi kaçırdım rüyandan yanma diye ama bu kez de ben yandım. Razıyım senden, razıyım kendimden. Razıyım ayn, şın ve kaf’la içimize çektiğin nefesinden.
Yeter ki beni aşkla baş başa bırakma hattat.
Gözlerinin karanlık olduğunu bilmek mi yoksa gözlerine karanlıktan bakmak mı zordu bilmiyorum. Ellerim suyu yıkarken arındıramadığım saçlarına düşen gecenin kalp kafesine sığmayan heyecanıydı. Bırak hattat, gemiler alıp götürsün biz diye adlandırılmış ama asla bizliğe yanaşmamış suretlerimizi. Bizi bize vermediğin için yüzümüz aynaların esrarında kalıyor ya, beni en çok bu incitiyor.
Kendin olamamanın acısını yaşadın mı sen? Sana gitmeye engel olan sensin lakin sana senden başka yol yokmuş, anladım.
Ayn, şın ve kaf’ı düşerken kağıtlara nokta diye başlayarak beni aşikar edilmişliğimle öldüreceğini bildiğimden, bu yazılmış ama sonrasında unutulacak hikâyenin içinde sadece seni andım. Öldüren ve ölen, yazılan ve yazan, susan ve konuşan, yanan ve yakan bendim. Olmayışına ama illaki ölüşüne dizime başını koyarak ağla. Hatırlanmana rağmen sonrasında unutuluşuna ağla.
Beni hikâyemle yüzümden dışarı koyma. Kurban et kendini hattat.
Cengizhan Konuş

BİR FİNCAN MUHABBET





Dost-akraba ziyaretlerinde, onlara olan sevgi ve muhabbetin göstergesi olarak sunulan bir fincan kahvenin ne kadar büyük bir anlam taşıdığını biliyoruz.
Hatta atalarımızın veciz ifadesiyle “bir fincan kahveye kırk yıllık bir hatır” bile biçeriz. Ancak burada kastedilen kahveden ziyade yapılan ziyaret ve bu esnada gerçekleşen muhabbettir sanırım.
Bundan dolayı;
“Gönül ne kahve ister ne de kahvehane/Gönül muhabbet ister kahve bahane.”

ifadeleri de halkımızın dilinde ve gönlünde derin izler bırakmış olmalı ki hala söylenmeye devam edegelmektedir.
Günümüzde, hazırlanması bir dakika bile sürmeyen, “nescafe”lerin içildiği ortamlarda yapılan muhabbetler de “geyik muhabbeti”nden öteye gidememekte maalesef.
Tiryakisinin bir fincan kahve içmek için sabahın erken saatinde atıştırdığı bir-kaç lokma “kahve altı” yiyeceklerde “kahvaltı”ya dönüşünce “sabah kahvelerinin” adı kaldı sadece…
Geçmişte bir fincan kahveye kırk yıl hatır biçen insanımız, kırk akçenin hesabını yapar hale geldiğinden beri ne hatır kaldı ne de kahve.
O eskimeyen dostluklarda olmadığı için muhabbet “kuş” adı olarak yer etti hafızalarımızda.
Kırk yıl hatırı olan kahve, meşe kömürü yakılan mangalların ısıttığı, kalaylı bakır cezvelerde pişerdi…
Kırk yıl hatırı olan kahveyi “ağalar beyler içerler”di Karacaoğlan’ın ifadesiyle…
Kırk yıl hatırı olan “kahve Yemenden gelir”di…
Kırk yıl hatırı olan “kahveyi kaynatırlar”dı, türkülere ilham kaynağı olurdu…
Dost ellerin hazırladığı bir fincan kahveye ve,
Şaire;
“Gittin amma kodun hasretle canı bile,
İstemem sensiz olan, sohbeti yaranı bile.”

dedirten dostluk ve muhabbet anlayışına ne kadar da hasretiz değil mi?
“Kahvenizi nasıl alırdınız efendim…..”
Selam ve Dua ile…





BEN BÖYLE OLMAMALIYDIM..

ben böyle olmamalıydım.jpg
Ben böyle olmamaliydim
Ismini duyunca boynum düsmeliydi omzuma.
Içime bir ates düsmeliydi
Ayaklarimin feri kesilmeliydi.
Kendimden geçmeliydim sonra...
Adini sayiklamaliydim adimi unuttugumda
Ama bunu kimse duymamaliydi
Seni mahsere kadar saklamaliydim.
Ben böyle olmamaliydim
ben böyle olmamalıydım..jpg
Nisan aksamlarini islatirken yagmur
Bahar sarkilarini söylerken karanliga
Çalan her kapiya `sensin` diye kosmaliydim.
Ayak sesleri gelmeliydi uzaktan
Ben hep sana yormaliydim.
Gece yildizlarini serpince göge
Seni görmek için uyumaliydim.
Sarkilar kime söylenirse söylensin
Sana diye dinlemeliydim.
Türküler dolmaliydi odama
Ben bir selvi boylu yârdan ayrildim deyince bir ses
Selvi boylu yâr sen olmaliydin
Kömür gözlüm atesine düseli
Senin için söylenmis söz olmaliydi.
Bir mey yokluguna aglamaliydi delice
Bir keman incecik çiglik olmaliydi
Ama bunu kimse bilmemeliydi
Seni mahsere kadar saklamaliydim.
Böyle olmamaliydim
ben böyle olmamalıydım...jpg
Kelimeler taifi tasiyinca kulaklarima
Daha yüzüme çarpmadan taif rüzgari
Taslarin izi çikmaliydi yüzümde.
Uhud anilirken dislerime sizi düsmeliydi.
Haremde bir ikindi vakti
Kem gözler çevrilince sana
Ve vefasiz eller uzaninca yakana
Içim daralmali nefesim kesilmeliydi.
Sen ötelere hazirlanirken
Öteler senin için süslenirken
Son kez baktigin pencerede hayal edip seni
Perdenin son kez kapanmasi gibi
Kapanmaliydi gözlerim.
Sonra içime dogru gerilip
Seni bize lutfedenin ismini haykirip
'ALLAH (c.c.) ' deyip
Düsmeliydim yere.
Ama bunu kimse bilmemeliydi.
Seni mahsere kadar saklamaliydim.
Ve mahser günü...
Uzaktan seni seyretsem.
Sana yakin olmak için can atsam.
Beni engelleseler
'sen kim yakinlik kim? ' deseler.
Ben aglamaktan konusamasam.
Gözlerini çevirsen bana.
'benim cennetim bana bakan gözlerindir.'
Ve tebessüm etsen.
Ama bunu kimse görmese
Seni ebede kadar saklasam.


Ey Yâr Vuslatım Ömrüm Kadar...

ey yar ...jpg
Bugün yine hüzün düştü yüreğimin derinliklerine, yine sevda yamaçlarında dolanıyorum kendinden geçmişçesine.. Bağırıyorum avazım çıktığı kadar ama kimse sesimi duymuyor, çırpınıyorum ama bir türlü duyuramıyorum feryadımı…

İçimde zelzeleler kopuyor, yüreğim paramparça sanki her bir azamı bölüyorlar satırla… Günahlarımın verdiği ağırlıktan tir tir titriyorum, acizlik içerisinde kıvranıyorum durmadan, yatağımın içerisinde iki büklüm ağlıyorum SENİN yokluğunun verdiği sancıdan,yanaklarımdan iki damla yaş süzülüyor usulca..İki damla kan akıyor yüreğimin derinliklerine..
Adını sayıklıyorum içten sessizce ve SENSİZCE…

Hayatımın her bir karesi eksilerle dolu ve kapatmaya çalışıyorum ömrüm boyu! Ağzım yalan ve küfür kokuyor, ellerim boşlukta, ayaklarım sabit ve prangalı, beynim SENSİZLİĞİN mektebinde mıhlanıp kaldı, gözlerim yokluğundan körleşti, yüreğim yosun tuttu ve keçeleşti!..

Ey Yâr Ben ne Mekke’yim hüznüne ortak ne Medine’yim Sevdana tutsak, ne Ebubekir’im ’’Benden sonra bir peygamber daha gelse o sen olurdun dediğin’’, ne Ömer’im ‘’istemez misin dünya onların ahiret bizim olsun’’deyip onu adaletiyle övdüğün, ne Osman’ım ‘’Bir kızım daha olsa yine sana verirdim’’ deyip hayâsından hayâ ettiğin, ne Ali’yim ‘’ilmin kapısı’’deyip en çok sevdiğin kızını verdiğin, ne reyhanlarım dediğin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’im, ne Bilal-i Habeşi’yim ‘’Cennette adımlarını benden önde görüyorum’’deyip ezan okumasıyla sükûn bulduğun, ne başını okşadığın Enes Bin Malik’im, ne Taif’im seninle ağlayan ve ne de Zeyd’im sana yoldaş olan..

Ama çok şükür ki ben;

Ne Ebu Cehil’im kapımı 25 kez suratına kapatan, ne Ebu Leheb’im sana elleri kuruyasıca diyen, ne As Bin Vail’im İslam düşmanı olan, ne Ka’b Bin Eşref’im sana Ebter diyen, ne Ümmü Cemil’im yoluna dikenler döşeyen, ne Taif de yüzüne çarpan taşım, ne Uhut da dişini kıran okum, ne Ubey Bin Halef’im ‘’Senin Rabbin mi bu kurumuş kemikleri diriltecek’’deyip seni alaya alan, ne sana mecnun, şair, büyücü, sihirbaz diyen yahudiyim ve ne de mescit kuşu iken senin duanla zengin olup sonra islamı unutan Salebeyim!..

Ey Yâr sahi ben kimim? Neyim? Ben senden 14 asır ötede yüreğini SENİNLE avutan ama SENSİZ teselli bulamayan, en çok da yüreğini Gül’ün dikenine asmak isteyen Bülbül’üm!..

Ben Kerem gibi Aslıma ermek, Ferhat gibi aşkından dağları delmek ve elimin tersiyle itip tüm dünyalıkları ‘’çekil aradan Leyla ben Mevlamı buldum’’demek isteyen bir Mecnunum!

Aşkından Mecnuna dönmek,pervane gibi ışığında durmak,Elif gibi her daim okunmasam da hep seninle olmak ve kardeşlerim dediğin o zümreye dahil olmak için çırpınan bir zavallıyım!..

Artık hayatın ritmi zorlaştı, tik taklar yavaşladı, son demlerimde SENİ bekliyorum, yoksa bana kırgın mısın EFENDİM?
Ne olur gel ve Gül Çehrenle aydınlat çehremi..
SEN Gel ki hicranım dinsin!
EY SEVGİLİ gönül kapılarımı sonuna kadar açtım SENİ bekliyorum!

Ama SEN gelmezsen ben SANA geldim, ellerimde sevda ikliminden derdiğim güllerle, kalbimdeki en hoyrat sevgiyle, artık gülmeye bile mecalimin kalmadığı çehremle, SENİN firakından paramparça olmuş yüreğimle, sırtımda günah yüklü heybemle kapına geldim EN SEVGİLİ bağışlanma ümidiyle çarpıyor kalbim!..

Sallâllahû Aleyhi Ve Sellem...

nsan damla damla olmalı...



İnsan yağmur gibi olmalı, herkesi ıslatabilmeli..

Rahmeti kuşanıp herkese her şeye merhamet etmeli..

İnsan sözünü yağmur gibi yumuşakça indirmeli kulaklara;

kırıp dökmemeli, damla damla söylemeli, ince ince sevmeli...

Şefkatli olup kimseyi küçümsememeli, hor görmemeli, kimsenin dalını kırmamalı..

İnsan yağmur gibi, bir görünmeli bir saklanmalı...

Öyle ince olmalı ki, ihtiyaç duyan onu dizi dibinde bulmalı,

ihtiyaç bittiğinde hiç şikayetsiz ortalıktan kaybolmalı..

(Dünyada ve Ahirette verilen nimetlerin en faziletlileri:...)





Hz. Ebu Hüreyre Radiyallahu Anh'tan rivayetle Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vessellem buyurdular ki:

"Kula dünyada verilen nimetlerin en faziletlilerindendir afiyet; ahiretle ilgili verilen nimetlerin de en faziletlisidir mağfiret."

(Hakim)

Resulullah.org

GÜLİSTAN





İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise,
yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır.

Bediüzzaman


SALAVAT

tesbihat.jpg

Allâh ve melekleri Peygamber'e çokça salât ederler. Ey mü'minler! Siz de O'na çokça salât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin." (el-Ahzâb, 56)

Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in şânını yücelten âyet-i kerîmelerden biri de budur. Hem Allâh'ın, hem de meleklerin Rasûlullâh Efendimiz'e salavât getirmeleri, onun Allâh katındaki değerini ortaya koymaktadır.

Allâh'ın, Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e salavât getirmesi, "ona merhamet etmesidir.

* * *

Abdullâh bin Amr -radıyallâhu anh-'dan gelen bir rivâyette Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Kim bana bir defa salât ü selâm getirirse, bu sebeple Allâh Teâlâ da ona on misli merhamet eder." (Müslim)

Hadîsin bazı rivâyetlerinde, Hazret-i Peygamber'e salavat getiren kimseye, Cenâb-ı Hakk'ın on defa merhamet edeceği müjdesine ilâveten, o kimsenin on günahının bağışlanacağı, manevî derecesinin on derece daha yükseltileceği de haber verilmektedir. (Nesâî)

Ashâb-ı Kirâm'dan Ebû Talhâ el-Ensârî'nin anlattığına göre, birgün Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- mütebessim bir çehreyle Ashâb-ı Kirâm'ın yanına geldi ve Cebrâil -aleyhisselâm-'ın kendisine şu müjdeyi getirdiğini haber verdi:

"-Muhammed! Ümmetinden biri sana bir salât getirdiğinde benim onun günahlarının bağışlanması için on defa istiğfar etmem, o kimsenin sana bir selâm getirmesi hâlinde de benim ona on selâm vermem seni sevindirmez mi?" (Nesâî)

Görüldüğü gibi Hazret-i Peygamber'e salât ü selâm getirmek, Allâh'ın rahmetini ve rızâsını kazanmaya vesîledir. Bu sebeple her fırsatta Rasûl-i Ekrem Efendimiz'e salât ü selâm getirmelidir.

İbn Mes'ûd'dan gelen bir rivâyette de Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlar:

"Kıyâmet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât ü selâm getirenleridir."

Bir başka hadîs-i şerifte ise, Evs b. Evs -radıyallâhu anh-'dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

"-Günlerin en fazîletlisi Cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokça salât ü selâm getiriniz; zîrâ sizin salât ü selâmlarınız bana sunulur." buyurunca, Ashâb-ı Kirâm:

"-Yâ Rasûlullâh! Vefât ettiğin ve senden hiçbir eser kalmadığı zaman salât ü selâmlarımız sana nasıl sunulur?" diye sordular. Bunun üzerine Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

"-Allâh Teâlâ, peygamberlerin bedenlerini çürütmeyi toprağa haram kıldı." buyurdu. (Ebû Dâvud)

Hadisten de anlaşıldığı gibi Peygamber Efendimiz'e gönderilen salavâtlar ona takdim edilir. O da bu selâmları alır.

Bu bulunmaz fırsatı kaçırmamak için ona her fırsatta salavât getirmeye gayret etmelidir. Ayrıca hadîste Cuma gününün fazîletinden de söz edilmiştir. Bu sebeple Rasûl-i Ekrem'e Cuma günü daha çok salât ü selâm göndermeli ve böylece Cenâb-ı Hakk'ın rızâsını kazanmaya çalışmalıdır.

Rasûlullâh'a salât ü selâm getirmek sûretiyle kazanacağı mânevî ecre önem vermemiş, kendini elde edeceği büyük bir sevaptan mahrum bırakmış kimseler hakkında Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

"Asıl cimri, yanında adım anıldığı hâlde bana salâvât getirmeyen kimsedir." buyurmuştur.

* * *



* * *

Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- salavât-ı şerîfe'nin fazîletini bildirdiği gibi kendisine nasıl salavât getirileceğini de haber vermiştir.

Nitekim Ahzâb Sûresinin 56. âyeti nâzil olunca, sahâbe Peygamber'e başvurarak nasıl salât getirileceğini öğrenmek istediler ve bunu Efendimiz'e sordular. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, kendisine bu suâl sorulduğu zaman sükût buyurdu. Ya âdeti üzere o konuda vahiy gelmesini bekledi veya bu suâle en uygun cevâbı verebilmek için düşünme ihtiyacı hissetti. Sükûtun uzaması, Rasûlullâh'ı yorup üzdüklerini zanneden sahâbileri endişeye sevketti ve:

"-Keşke bu suâl sorulmasaydı, Rasûlullâh Efendimiz de üzülmeseydi." diye aralarında konuştular. Çok geçmeden Rasûlullâh şu salavâtı tavsiye buyurdu.

"Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ salleyte alâ âl-i ibrahim ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ bârekte alâ âl-i İbrahim, inneke hamîdun mecîd". (Allâh'ım! İbrahim'in âline rahmet ettiğin gibi Muhammed'e ve âline de rahmet et. Allâh'ım! İbrahim'in âline hayır ve bereket lutfettiğin gibi Muhammed'e ve âline de hayır ve bereket ihsân et. Şüphesiz Sen övülmeye lâyık ve yücesin.)

Demek ki, Efendimiz'e salavât getirirken Cenâb-ı Hakk'a şöyle duâ etmiş oluyoruz:

"Yâ Rabbi! Rasûl-i Ekrem'in nâmını, şânını hem dünya, hem de âhirette yüce kıl. Onun getirdiği İslâm dinini bütün cihâna yay ve bu dini dünya varoldukça yaşat. Ona âhirette ümmetine şefâat etme hakkı ver ve kendisine sayısız sevap ihsan eyle!"

Salât ü selâm böylesine derin manalar ihtivâ ettiğine ve faydası hem bize, hem de bütün müslümanlara ulaştığına göre, salavât-ı şerîfe getirme husûsunda cimrilik etmemeliyiz.

Bir gün Ubey b. Ka'b -radıyallâhu anh- Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e sordu:

"- Yâ Rasûlallâh! Ben sana çok salavât-ı şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?".

"- Dilediğin kadar yap." buyurdu.

"- Duâlarımın dörtte birini salavât-ı şerîfeye ayırsam uygun olur mu?" diye sordum.

"- Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur." buyurdu.

"- Öyleyse duâmın yarısını salavât-ı şerîfeye ayırayım." dedim.

"- Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur." buyurdu.

Ben yine:

"- Şu hâlde üçte ikisi yeter mi?" diye sordum.

"- İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için iyi olur." buyurdu.

"- Öyleyse duâya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât-ı şerîfe getirsem nasıl olur?" deyince:

"- O takdirde Allâh bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar." buyurdu." (Tirmizî, Kıyâmet, 23)

* * *

Velhâsıl âyet ve hadîs-i şeriflerde bildirildiği üzere salavât-ı şerîfe getirmenin pek çok faydaları vardır. Bunları kısaca özetleyecek olursak:

1- Salavât, Ahzâb Sûresi 56. âyette belirtildiği üzere Cenâb-ı Hakk'ın buyruğuna itâattir.

2- Salavât, günahların affedilmesine vesîledir.

3- Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e yakın olmanın en güzel ve en kolay yolu ona salavât getirmektir.

4- Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, kendisine salât okuyana mukâbelede bulunur.

5- Her salât getirenin ismi, Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e arz edilir.

6- Salât ü selâm okuyan kimse, Allâh ve Rasûlü'nün muhabbetini diğer muhabbetlere tercih etmiş olduğu için, O'nun ahlâkıyla ahlaklanmada seviye alır, kötü ahlaktan kurtulur, fazîlete erer.

7- Rasûl-i Ekrem'in kendisine olan muhabbeti arttığı gibi, onun da Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e olan muhabbeti devam eder ve katlanarak artar.

8- Allâh Teâlâ'nın Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile bize ihsan ettiği lutuflar, sayıya gelmeyecek kadar fazla olmasına rağmen, salât ve selâm ile Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in üzerimizdeki hakkını çok az da olsa ödemeye çalışmış oluruz.

9- Allâh Teâlâ'nın rahmetinin üzerimize inmesine vesîledir.

10- Salavât unutulan sözün hatırlanmasına sebep olur.

11- Salavât duâların kabûlüne vesîledir.

12- Yine salavât kıyâmetin o zor gününde arşın gölgesinde gölgelenmeye vesîledir ki, hadîs-i şerif'te şöyle buyurulur:

"Kıyamet gününde üç kişi Allâh'ın arşının gölgesinde gölgelenir:

1- Üzüntülü kişinin sıkıntısını teselli eden kişi.

2- Benim sünnetimi ihyâ eden kimse.

3- Benim üzerime çok çok salavât getiren kimse."

Rabbim cümlemizi salavâtın özüne ulaşıp, Peygamber ahlâkıyla ahlaklanmayı, O'nun 23 yıllık nübüvvet hayatından lâyıkı vechile hisseler almayı ihsan eylesin!.. (Âmin)





zina..

4318_1146148780467_1429972709_398044_6218257_n.jpg


Yüce Allah (C.C.) söyle buyurur:
"Kurtulusa eren müminler, edep yerlerini (fuhustan ve diger haramlardan) korurlar."
(Mü'minûn Sûresi. 5)

Yine ulu Allah (C.C.) buyuruyor:
"Fuhsun açigina da, gizlisine de yanasmayiniz." (En'âm Süresi. 151)
Burada «açik fuhus» zina, «gizli - sakli; fuhus» deyimi ile de öpüsme, elleme ve bakisma kasdediliyor olmalidir.
Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.)
«— Eller de, ayaklar da, gözler de zina islerler.»
Nitekim ulu Allah (C.C), söyle buyuruyor:
"Mü'min erkeklere de ki; gözlerini (haramdan) saklasinlar ve irzrini korusunlar, bu kendileri hesabina en temiz yoldur. Hiç süphesiz, Allah yaptiklarini iç yüzü iie bilendir.
Mü'min kadinlara da de ki, (onlar da) gözlerini (haramdan) sakinsinlar irzlarini korusunlar. Kendiliginden belirenin disinda ziynetlerini açiga vurmasinlar. Baslarini gögüslerini kapayacak sekilde örtsünler. Güzelliklerini kocalarindan, babalarindan, kayin babalarindan, ogullarindan veya kocalarinin ogullarindan, erkek kardeslerinden, kardeslerinin ogullarindan, kiz kardeslerinin ogullarindan, yengelerinin ogullarindan, cariyelerinden, erkeklikten kesilmis hizmetçilerden, kadinlarin edeb yerlerinin herüz farkinda olmayan küçük çocuklardan baskasina göstermesinler. Sakli güzelliklerini ortaya çikaracak sekilde sesli adimlar atarak yürümesinler.
Ey mü'minter hepiniz Allah'a tevbe ediniz ki, kurtulusa eresiniz." (Nûr Sûresi. 30-31)
Görülüyor ki ulu Allah (C.C.) gerek erkeklere ve gerekse kadinlara harama bakmakdan sakinmayi ve irzi, haramdan korumayi emretmistir. Ulu Allah (C.C.) çesitli âyetler ile zinayi haram kilmistir.
Yüce Allah (C.C.) söyle buyuruyor:
"Onu (zinayi) isleyen agir azaba çarpilir." (Furkan Sûresi. 68)
Peygamber´imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:
"Aman zinadan sakininiz, çünki onun, üçü dünyâda ve üçü Âhirette olmak üzere alti âfeti vardir. Dünyadakiler sunlardir:
1 — Geçim darligina yol açar,
2 — Ömrü kisaltir,
3 — Sahibini kara yüzlü eder,
Âhîrettekiler de sunlardir:
1 — Allâh-i Teâlâ'nin gazabina sebep olur,
2 — Agir hesaplasmaya gerekçe olur,
3 — Cehenneme girmeye yol açar."
Rivayete göre Hz. Mûsâ (A.S.) Allah (C.C)'a:
"Yâ Rabbi! Zina edene ne ceza verirsin?" diye sorar.
Allah Teâlâ: «Yâ Mûsâ, ona yüce bir dagin üzerine atilsa dagi küle çevirebilecek olan atesten bir zirh giydiririm» diye buyurur.
Yine bildirildigine göre, kötü yola düsmüs olan bir kadin seytan katinda bin tane günahkâr erkekten deha sevimlidir.
«Mesabih» adli esere göre Peygamber´imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:
"Kul zina islerken imâni kalbinden çikarak gölge gibi basinin üzerinde asili kalir, ancak zina isi bitince kulun imâni yine geri dörer."
Kitabil iknâda rivayet olunduguna göre Peygamber´imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:
"Allah (C.C) katinda bir erkemin nikâhlisi olmayan bir kadinin rahmine akittigi bir damla meniden daha büyük günah yoktur."
Erkek erkege yapilan cinsî münâsebet ise, zinadan da daha egir bir günahtir. Nitekim Enes Bin Mâlik'den rivayet olunan bir hadisde Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
"Erkek - erkege cinsî münâsebette bulunan kimse Cennetin kokusunu bile duyamaz, oysa ki, Cennetin kokusu bes yüz senelik uzakliktan duyulabilir."
Hikâye ederler ki Abdullah Ibni Ömer (R.A.) bir gün evinin kapisi önünde oturuyorken parlak yüzlü ve yckisikii bir delikanli görür, hemen içeri kaçip kapiy: üzerine kitler, bir müddet sonra disardakilere «O fitne geçip gitti mi?» diye sorar, ona «gitti» diye cevap verirler, bunun üzerine disari cikar.
Orada bulunanlar ona «Sana ne oldu, yoksa bu husûsda Peygamber' (S.A.V)imizden bir sey mi duydun?» diye sorarlar. O da «Evet, duydum. Böylelerine bakmak, onlar ile konusmak ve yine onlar ile birarada oturmak haramdir» diye cevap verir.
Kadi imam {ranimehuilah} buyurur ki, «Bir seyhin söyle dedigini duymustum: «Hor kadinin yaninda bir, her parlak oglanin yaninda ise on sekiz tane seytan vardir.»
Yine söylendigine göre, bir parlak oglani sehvetle öpen kimseyi, Allah Teâlâ, bes yüz senelik cehennem azabina çarptirir.
Evli bir kadini sehvet ile öpen kimse, yetmis bakire ile zina etmis gibidir.
Bir bakire ile zina eden kimse de yetmis bin dul ile zina etmis gibidir.
Kelbî, «Revnak-üt Tefsir» adli eserde der ki: «ilk erkek erkege cinsî münâsebeti Lût kavmine ögreten Iblis idi, on'ara parlak yüzlü bir oglan kiliginda görünerek erkekleri kendisi ile cinsî münâsebette bulunmaya çagirdi. Bu kiskirtma üzerine bazi erkekler onun üzerinden geçti. Böylece erkek erkege cinsî münâsebet, aralannda pis bir aliskanlik haline geldi, her yabanci erkek ile ayni isi yapmaya koyuldular.
Bunun üzerine ulu Allah (C.C.) onlari bu çirkin aliskanliktan vazgeçmeye ve putlara tapmaktan cayarak Allah (C.C.)'a ibadet etmeye davet etmek üzere onlara Hz. Lût'u (A.S.) peygamber olarak gönderdi.
Hz. Lût onlari, bu isten menetti. Kendilerini Allah (C.C.)'a ibadete çagirdi. Yaptiklari kötü ise israrla devam ettikleri takdirde baslarina Allah (C.C.)'dan azab inecegini bildirdi ise de bunlar duyduklari sözleri hafife alarak ona: «Eger dogru söylüyorsan, bize Allah (C.C.)'in azabini getir» dediler.
Baska bir care kalmadigini gören Hz. Lût Allah (C.C.)'a dua ederek kendisini bu sapiklara karsi mahcup etmemesini diledi ve Allah (C.C.)'a «Ey Rabbim, bu bozguncular karsisinda beni muzaffer kil» diye yalvardi.
Bunun üzerine ulu Allah (C.C.) göge, o sopiklarin üzerine tas yagdirmasini emretti, her tasin üzerinde kimin üzerine düsecegi yâzîli idi, iste Âyet-i Kerimede yagan taslardan bahsedilirken «Rabb'inin katinda nisanli» deyiminin kullanilmasi, bu gerçegin delilidir. Yani taslarin her biri üzerinde Allah (C.C.)'in ezel hükmünde birer damga, birer nisan vardi.

Söylendigine göre Hz. Lût'ün (A.S.) kavminden olan bir tüccar, o sirada Mekke'de, Harem-i Serif'de alim - satim ile ugrasiyordu. Bu sirada gökten inen bir tas tam ona Harem-i Serifte çarpmak üzere iken araya giren melekler tasa «Geldigin yere dön. adam su anda Allah (C.C.)'in himayesinde bulunuyor» dediler. Bunun üzerine geri cikan tas, Harem-i Serifin disinda kirk gün yerle gök arasindaki boslukta asili kaldi ve edam alis - verisini bitirip Harem'den çikar cikmaz üzerine düsüp onu yok etti.
Hz.Lût (A.S) kavminin âfete ugramak üzere oldugunu ögrenince karisi ile kendisine inanan kimseleri toplayarak sehirden cikmaya koyuldu, ardindan gelenlere arkaya dönüp bakmamalarini tenbih etti. Bundan yalniz kansi müstesna idi. Bu kadin sehrin âfete ugrayacagini duyunca «vah kavmim» diye dönüp geriye bakti, bu sirada basina inen bir tas onu cansiz yere serdi.
Mücâhid (rahimehullah) der ki; «O gün sebahleyin Cebrail (A.S.) bu sapiklarin beldesine indi, beldenin yerle irtibatini keserek araya kanadini soktu, kanadi üzerinde beldeyi ve üzerinde yasayanlari havalandirdi, gök yüzüne kaldirarak öyne ki gök halki beldedeki horozlarin ötüsünü ve köpek havlamalarini duyabildiler. Sonra da bu beldeyi alt üst ederek yere birakti, ilk düsen evlerin damlari oldu, arkasindan her sey yerle bir oldu.
Onlarin basina gelen hic bir kavmin basina gelmemistir. Allah (C.C.) önce onlarin gözlerini kör etti, sonra da yurtlarini alt üst etti. Burada en büyügü Sodom olmak üzere bes sehir vardi. Kur'an-i Kerim'in «Berae» sûresinde bahis mevzuu edilen mütefikât âfete ugramis yerler bunlardir. Buralarda o zaman dört milyon insanin yasadigi söylenir.

HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSANLARA

5740_1032757077725_1789371360_72605_3531566_n.jpg

Hayatın bu çernobil misali savurup yaktığı insanlığa ..
Ziyan zebil edilmiş,insanlığı afaroz eden ruhlara ..
Özünü sözünü on da bun da ,fuhuşta yalan da unutanlara .
Anayı bacıyı ağıza alıpta yalanlara savuranlara,bencilliği kendine yüklem edinmişlere ..
2837_1144468858470_1429972709_393724_5643325_n.jpg
Hani insanlık hani duygular...
Nefesler de ,etler de kendini alabora eden beden savaşçıları..
Şeytan’ın savaşçıları..
Ağzı salyalı nefis kulları..
ruhumun efendisi benim deyipte ruhunu heba edenlere tüküresim geliyor..
5333_1211646617872_1429972709_622216_4561116_n.jpg 
Sazmisali,toprak misali,yayla misali estiripte maddiyatın kullarına ..
Atasını bilmeyen ecdatsızlara,kanı bozuk kansızlara ,tüküresim geliyor..
Hani bir dilenci kız çocuğuna bakıpta, peşine küfredercesine kovalayanlara ..
Haksızlık karşısında ketum olupta yalaka tipli kılıklara,kendine yer edinmek için ağzına kilit vuranlara ..
6213_1194514189572_1429972709_567091_7638059_n.jpg
Rejime susanlara,boynu kopsa amirine amin diyenlere,sersefil bağnazlara..
Haksızca susanlara..
Kendisinin efendisi olamayan kadınlara..
Ki ne sultanlar geldi geçti bu diyarlar dan..
Pasif ve pusat kadınlara tüküresim geliyor..
5333_1211646697874_1429972709_622218_1209968_n.jpg
Etten kemikten yaradıldığını unutan insancıklara,komşusu aç iken karanını doyuranlara ...
Dostluğu pusat sananlara,er meydanlarını unutanlara ..
sıksan gözünden bir damla yaş akmayan acımasızlara,haysiyetini unutmuş namussuzlara tüküresim geliyor..
?ui=2&view=att&th=12404b014757343a&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_12404b014757343a&zw
İçindeki isyanı untmuşlara,lal olmuş yalanlara ..
Can dan canı koparanlara,sevdayı silbaştan yapanlara ..
Heleyan olmuş can lara sevda lara kör kalanlara ..
Kul olmuş kullara..
5333_1211646497869_1429972709_622214_3795622_n.jpg
Tek doğup ,tek öleceğini unutanlara,hüküm giydiren insanlığa ..
Kendini bilmez birkaç çapulcuya madara olan İNSANLIĞA ...
Yalanları elleriyle boğamayan İNSANLIĞA tüküresim geliyor.
 HEYHAT !!! Nerede insanlık ?nerede vijdanlar ?nerede Atalar, ecdatlar ?
Adı mutluluk özgürlük diye kondu ,bu kahpe aldatmacanın..
Bu sahte mapusun..
5333_1211646577871_1429972709_622215_3771064_n.jpg
Gençliğe atılan kazıklar,kapatılan yollar adı Özgürlük oldu bu yalan dolanın..
VATAN’A nispet !
Ecdada nispet !
Bayrağa nispet !
yok edilme fermanıydı sözüm ona özgürlük !
Gecelerin dili olsa, konuşsa gençliğe, atılan kazığı anlatsa!!!
Bu hayasızlığa kul olanlara TÜÜÜÜH diyesim geliyor...


GÜLİSTAN

Kâmil insanlar aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki,
kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberrî edip,
Allah'a acz ile sığınmışlar.
Aczi ve havfı kendilerine şefaatçi yapmışlar.
Bediüzzaman


Havfullah: Allah Korkusu
Havl: Güç, kuvvet
Teberri: Uzaklaşma, kaçınma


(Allah'a cc. en sevimli insan...)





Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem buyurdular ki:

"Allah'a tevbekar gençten daha sevimli hiçbir insan yoktur."

(Camiussagir)

Resulullah.org

HER GÜNE BİR AYET


Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır. Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.
Vakıa suresi  1-7


Şevval Ayı

719.Slaytyerim.com._(1).jpg

Ramazan-ı Şerif'ten sonraki şevval ayında oruç tutmak öteden beri sevimli bir adet olarak gelmiştir.

Bir ay boyunca oruca alışmış olan insanlar, şevval ayında da altı gün oruç tutmaya büyük bir ilgi göstermiş, hatta teravih gibi sıcak bir ilgiyle şevval ayı orucunu sürdüre gelmişlerdir... Elbette bu sıcak ilgi sebepsiz değildir. Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri, şevval ayı orucunun bir sene oruç tutmuş gibi sevaba vesile olacağını duyurmuş, bu yüzden de bir ay Ramazan orucu tutanlar, şevvalde altı gün oruç tutmakla bütün seneyi oruçlu geçirmiş olma sevabını kaçırmak istememişlerdir. Bu konudaki hadisi ve yorumunu şöyle ifade edebiliriz:
"Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!."

Demek ki, bir aylık Ramazan orucundan sonra şevvâlde de altı gün oruç tutarak orucunu otuz altıya çıkaran kimse, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevap almaktadır.

Âlimlerimiz, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi sevap almanın izahını şöyle yapmaktalar:

Ramazan boyunca oruç tutan insan her orucuna on sevap almışsa yekûnu üç yüz eder. Şevvâl ayında tuttuğu altı orucuna da onardan altmış sevap alınca, eder üç yüz altmış. Yani bir sene.. Dolayısıyla hadîsin işaret ettiği sırra nâil olur. Bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi mânevî kazanç elde edebilir..

Aslında bu gibi mânevî konularda esas olan, o işi ihlasla yapmak, büyük bir gönül arzusu ile talip olmak mühimdir. Bâzen öyle oruçlar olur ki, tutanın gönlünde beslediği derin ve sâfî ihlas yüzünden 360 gün değil, belki 360 senelik nâfile oruç sevabını alabilir.. İhlas ile kim ne isterse Rabbimiz onu verebilir. Bu bir niyet ve yorum meselesidir.

Tıpkı yolun kenarına uzaklardan bir taşı yuvarlayarak güç bela getirip yerleştiren adamla, bu taşı oradan aynı güçlükle uzaklaştıran bir başka adamın niyeti ve yorumu gibi.

Biri düşünmüş ki:

- Bu çölün ortasında yaşlı bir adam yolda giderken bineğine binmek istese, üzerine çıkıp da hayvana binebileceği yüksek bir yer yoktur. Öyle ise şu taşı yuvarlayıp yolun kenarına getireyim de, yolda gitmekte olan yaşlı ve çocuklar hayvanlarına binmek istediklerinde taşın üstüne çıkıp bineklerinin üzerine kolayca atlasınlar, sevabı da bana olsun. Adamın bu hâlis niyetine bakan Rabbimiz ondan razı olmuş, istediği sevabı ihsan eylemiş.

Böyle güzel niyetle getirilen taşı oradan öfke ile yuvarlayıp uzaklaştıran adam ise şöyle düşünmüş:

- Bu taşı buraya getiren kimse ne kadar da yanlış bir iş yapmış. Hiç düşünmemiş ki, gözleri görmeyenler, karanlıkta fark edemeyenler taşa takılıp yere düşerler. Şu taşı buradan uzaklaştırayım da kimse takılıp yere düşmesin, sevabı da bana olsun. ..

İşte bu adam da taşı buradan uzaklaştırdığından dolayı Allah rızasını kazanmış, ümit ettiği sevaba nail olmuş.. Her ikisinde de niyet hâlis, yorum makul...

Biz de sâfi bir niyetle altı gün orucumuzu tutarsak, belki Rabbimiz bu niyetimize, bu bağlılığımıza bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevaplar ihsan edebilir, hatâlarımızı affedebilir.. Rabbimizin hudutsuz rahmetine kimse sınır çizemez. Kimse kendi cimriliğini O' na da şâmil kılamaz.

Bu orucun arka arkaya olması şart değildir. Şevvâl ayı içinde olması yeterlidir.

Bir de Ramazan içinde tutulamayan oruçlar varsa, önce o borç olanı tutmak da makul ve meşru olur. Bir an önce borçtan kurtulmayı düşünmek elbette çok yerindedir. Ancak borcu sonra da tutabilirim diye de düşünebilir.. Bu bir tercih meselesidir. Her ikisi de caizdir.

Bir diğer husus da, şevval ayında iki bayram arası nikah yapılmaz iddiası vardır ki, artık bu batıl iddia etkisini kaybetmektedir. Çünkü Aişe validemizin nikahı şevvalde olmuş, yani iki bayram arasında yapılmış, ne uğursuzluk, ne de bir başka dinî yasak söz konusu olmuştur. Bu yanlış yorum şuradan da beslenmiş olabilir. Şayet bayram cuma gününe rastlarsa, bayram namazı ile cuma namazı arası iki bayram namazı arasıdır. Böylesine dar bir vakte nikahı sıkıştırmayın, iki bayram namazının dışında yapın nikahınızı, tavsiyesini, Ramazan ve Kurban Bayramı arası gibi geniş zamana yayanlar, böyle bir yanlış anlamaya sebep olmuşlardır, diye de düşünülebilir.



Bir Menkîbe

Süfyanı Sevri anlatıyor:
- Ben Mekke-i Mükerreme'de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Harem-i şerife gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selam verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki:

-Ben öldüğüm vakittekendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gece beni terk etmeyip kabrimde gecele. Mükireyn suali anında bana Tevhid'i telkin et!, dedi.

Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim. Bana emrettiğinin aynını yaptım: Kabrinde geceledim. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken :

-Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.

O zaman:

-Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum

Bana cevap olarak:- Ramazan-ı Şerifin orucunu tutup Şevval'den altı gün daha eklemem sebebiyle, dedi.

O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim. Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kere gördüm. Bildim ki bu Rahmanîdir; şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve "Ya Rabbi! Beni Ramazanın orucuna ve Şevval'den altı gün orucuna muvaffak kıl" diye dua ettim. Allahü Teala Hazretleri beni de muvaffak kıldı.
      (ALINTIDIR)