Kurban Et Kendini Hattat


Çok yaşa hattat. Gözünün gördüğü her şeyin aslında göründüğünden daha görünmez oluşunu bildiğim için, aşkın cismaniyetine gördüm ve yaşadım diyemem. Bu yüzden çok yaşa. Anlatamadıklarını aherlenmiş kağıtlara mürekkep fırtınasıyla yazarken sen ayn, şın ve kaf sürdüğün kelamın nefesinde kaldı düşüncelerim. Düşlerimden çok sana yandım, seni yalnız bırakacağımı bile bile. Ağlamaktan mimli, gülmekten tutuklu gözlerimdeki buğuya isimdin.


Kalabalıklaşan aşkın en yalnızı gözlerimken geçmiş zamana yıktığın kabahatlerini suçüstü üstlendim. Eğreti yağmuru usul usul giyinirken ayaklarına dolanıyor diye, sana koşar adım başkaldıran kalbimi söktüm yerinden.
Dört elif miktarınca aklımı sigaya çektim. Şeddeyle çift söyledim adını, cezmde yüzünün sesli harflerini yuttum. Her eksilişimden sonra yanağıma ayn, şın ve kaf mühürlü noktalı virgül koydum. Öylesine yazılamazsın aherlenmiş kağıtlara derken kağıtlar arası boşlukta dizinde beni uyuttuğunu ne çabuk unuttun?
Ne kadar uyutursam o kadar unuttururum harflerimin kaderinde bıraktığım çizikleri mi diyordun yoksa?
Beni azapla sevip çoğul yaşadığın için ve dokunuşunla çırılçıplak soyuşunla özletip suyun kenarına bıraktığın için seni bağışlamıyorum. Rüzgara ifşa ettiğin saçlarımdan başlasan da boğulmalara, kendini boğmadan bağışlamıyorum seni kendime.
Çözülmek değil bütünleşmekti kapına dayanmalarım. Gece rengi uykularımla sana adandığımı bilmesede karanlık, yazdığın ve unuttuğun ve hatta unuturken yazdığın her yarayı ruhunla kapattım.





Açık kaldı yüzün; onuda güzelliğimle setrettim. Ağlar gibi bakma bana. Kirpiğimi azat et yalvarışlarım üzmesin canını. Aramıza giren ayn, şın ve kaf’ın acısıyla biraz daha çoğaldığını biliyorum ama böyle çoğalma ve böyle tutkunun çıldırmışlığıyla sevme beni; hakkıma giriyorsun.
Sen aşka verdiğin yüzünle ağartırken gecenin şafağını aklımda kalan harflerini uyuttum. Yan yana yazdığın isimlerimizin üstünden hışımla geçerken bulutlar, yağmur bu kadar utangaç değildi. Ben bu kadar alnında nur değildim.
Geçti. Işık ardına düşen gölgesini kollayarak ve suya attığım imza acısını toplayarak kalp yorgunluğumdan geçti. Bu kez gülmen gerek. Ağlamam için gülmen gerek. Bildiklerimi unutmam için, bulduklarımı yitirmem için gülmen gerek. Andığım kalp sendin ya bağışlanmanı dileme. Seni var ederken ben sesli harflerimin meleklerini yakarak bittim. Bildim, senin var olman benim yok olmamı gerektiriyormuş. Ölmek dizlerimde öldüğünde ölmekmiş. Korkma hattat, ben sana ek fillerle bağlanmadım ki çekilince kopsun kalbim. Rüzgâr koşuştururken kapımızda yaşatılan her acının kanama saatlerine denk geldim. Uzandığım halin esre ile yazılmasını değil aşkla yakılmasını diledim. Tenimde uyuyan külü öpen dudaklara bahşetmediğim nefesi kim üfleyebilir ki bana senden başka?
Tırnağından öptüğümü ellerin bilsede seni övülmüş kılan benim ışığımdı. Gözlerini heceletme dudaklarıma. Bir elin parmaklarını geçmeyen sıcaklığımı feda etme kar beyazlığına. Olmazsam olamazsın. Perde kalktı içimden.

Bilinmedik öyküleri anlatmanın kaygısı değildi yüreğindeki fırtına. Bildiklerin, buldukların ve yazdıkların arasında kaybolan güzelliğime temme olsun ayn, şın ve kaf. Bildin mi hattat, aşk aslında seninle benim var olma savaşımız. Sevmezsen ve yazmazsan bilinip bulunmayacağım. Sevmezsem ve yakmazsam bilinip bulunmayacaksın. Seni kendim için sevmediğimi kim söyleyebilir ki?


Bütün hikâyeler kahramanlar öldüğünde biter oysaki, sen dizlerimin dizlerine değişini ayn, şın ve kaf’a sebep bilerek ölümümü başlangıç sayıyorsun.
Beni bu kadar yüzün sayma hattat. Gözlerin değerse ruhumun yangınına kırılır kendini görmek için içime koyduğun aynalar. Ayıplanmış her dokunuşla kirlenirken tenimiz, alnındaki terden utanmazdı eteğim. Yaşamak senken kollarında ölmekten korkmazdım. Bir damla har yeterdi de kirpiğimi yakmaya, sen ateşi yazmayı yeğledin. Ra’nın eğikliğiyle eğilirken adım sana doymak bilmeyen kalbimi aherlenmiş kağıtlara bırakma. Eteğimde kansın, eşiğimde cansın. Gözünün gördüğü güzelliğimi görme diye yağmuru giydim sırtıma. Dizimde uyurken sen gözlerimi kaçırdım rüyandan yanma diye ama bu kez de ben yandım. Razıyım senden, razıyım kendimden. Razıyım ayn, şın ve kaf’la içimize çektiğin nefesinden.
Yeter ki beni aşkla baş başa bırakma hattat.
Gözlerinin karanlık olduğunu bilmek mi yoksa gözlerine karanlıktan bakmak mı zordu bilmiyorum. Ellerim suyu yıkarken arındıramadığım saçlarına düşen gecenin kalp kafesine sığmayan heyecanıydı. Bırak hattat, gemiler alıp götürsün biz diye adlandırılmış ama asla bizliğe yanaşmamış suretlerimizi. Bizi bize vermediğin için yüzümüz aynaların esrarında kalıyor ya, beni en çok bu incitiyor.
Kendin olamamanın acısını yaşadın mı sen? Sana gitmeye engel olan sensin lakin sana senden başka yol yokmuş, anladım.
Ayn, şın ve kaf’ı düşerken kağıtlara nokta diye başlayarak beni aşikar edilmişliğimle öldüreceğini bildiğimden, bu yazılmış ama sonrasında unutulacak hikâyenin içinde sadece seni andım. Öldüren ve ölen, yazılan ve yazan, susan ve konuşan, yanan ve yakan bendim. Olmayışına ama illaki ölüşüne dizime başını koyarak ağla. Hatırlanmana rağmen sonrasında unutuluşuna ağla.
Beni hikâyemle yüzümden dışarı koyma. Kurban et kendini hattat.
Cengizhan Konuş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder