Bir devletin kıyafetle meşgul olması acı bir gerçektir. Gardırop medeniyetinden kurtulup, medeniyeti gerçek manada yaşamalıyız. İnsanımızın huzuru varsa orada medeniyet vardır.
Huzurun olmadığı yerde medeniyet olamaz. Başörtülü hanımlar üniversiteye alınmıyor, mini etekli hanımlar fakültelere devam ediyor. Mini eteğe tanınan hak, başörtüsüne de tanınmalıdır. Mademki demokrasi var, öyleyse vatandaşın dediği olmalıdır. Çünkü demokrasi, halk idaresidir.
Ne Avrupalı olduk, ne Asyalı kaldık. Her işimiz yarım yamalak. Bu şekilde ülkenin kalkınması mümkün değildir? Acaba kılık kıyafetle uğraşan kaç tane ülke vardır? Neden Türkiye'de de Amerika'daki gibi kıyafet özgürlüğü tanınmıyor? Sonra, başörtüsü niye üniforma olsun? Böyle inanmış böyle yaşıyor. Rejimler, kanunlar birilerinin keyfine göre yönlendirilemez. Bu durum insan haklarına aykırıdır. "Ben başımı kapatacağım" diyen bir hanıma, "burada kapatamazsın!" demeye kimsenin hakkı yoktur. Başı açık hanıma kimse örtün demiyor. Plajlar serbest, başörtüsü yasak. Aklım almıyor. Soyunmanın sınırı yok, örtünmeye gelince yasak. Muhalefet lideri, partisinin mensuplarına çarşaf bile giydirdi. Siyaseten örtünme oluyor, dinî, imanî duygularla örtünme olmuyor.
Acaba üniversite kapısında başını açan hanım ne kadar gözyaşı döküyor? O gözyaşları nerelere gidiyor? Hani insan hakları, hani demokrasi? Başörtülü hanımı kapıda gören görevli ayağa kalkıyor, "Giremezsin, yasak!" Kimin okulundan kimi kovuyorsun!
Anlamıyorum; ilericiler aya gitmek istedi de başörtüsü ayaklarına mı takıldı? Başörtüsünün kalkınmaya mâni nesi var? Bize ilim, teknik lazım, münakaşa lazım değil. Yazıktır; bu milleti kutuplara bölmemek lazım. Caddelerde, sokaklarda mini etekli hanımla başı örtülü hanım yan yana yürüyor da size ne oluyor?
Meslek liselerinin önünü kapatanlara gelince... Bunlar Türkiye'nin kalkınmasını istemiyor. Bir devletin tarihi askerlerin kanıyla, işçilerin teriyle, alimlerin mürekkebiyle yazılır.
Bu millet, şeker fabrikaları, dokuma fabrikaları kuruldukça sevindi, devlete dua etti. Ne zaman ki Kur'an-ı Kerim okunmaz oldu, o zaman gözyaşı döktüler.
1944'te Türkçülerin lideri Nihal Atsız hapisti, büyük İslam alimi Bediüzzaman hapisti, komünistlerin lideri Nâzım Hikmet hapisti. O zaman ben anladım ki fikirsiz, gayesiz, hedefsiz, ot gibi adamlar isteniyor. O zamanlar Nihal Atsız şöyle demişti:
"Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını Paris'e, Moskova'ya satanlar,
Küfür diye bakarlar senin dualarına!"
Risale-i Nur'da Tahliller bölümünde Eşref Edip'in yazdığı bir bölüm vardır; "Konuşan Yalnız Hakikattir!".
Hadiseler, Allah'ın insanlara yazdığı mektuptur. Said Nursi (ra) 'Konuşan Yalnız Hakikattir' isimli yazısında bu hadiselerin başıboş olmadığını, İlahî planın tecellileri olduğunu söylüyor. Diyor ki; "Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti."
Nice felaket gibi görünen olayların altında saadet vardır. Her gecenin bir gündüzü, her kışın bir baharı vardır.
HEKİMOĞLU İSMAİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder