KÜL


Ellerimden üşüdü toprak gözlerimde dondu tenha. Zaman, biraz kil kaldı dilimde, mürekkep oldu, doldu kabına. İçim ayaza dururken yüreğimde çatırdayan volkana kahır düştü.
Göm beni kuytuluğun aksine. Dilime yavaş kesilsin, çığlık tutuşsun. Sus kalırsam vur dilime, ellerim yangın karsın, dilim iklim. Günaha katılırken gece, hayrına sevap düşsün yağmur. Ben iklimin karasıyım, yüreğin narkozlaşan durgusunda bir bumerang 
Ateşim olur bir dağ başında cıngıllı türküler. Gözlerim arar oldu, sen gelmesen… Yüreğim bulanır, aklının çıtırtısında hangi kuş uyuyabilir tepemde. Benim hanem; meskeni olmayan bir dünyanın, gümrah akacak olanın, sözü bitmiş olanın…
Çirkinliği ortada dursun dünyanın. İçime aşılarken sefaleti dilimi yuttum, çığlığım ayazda buz kesti. Nefesimi kondurduğum bir gecekonduda başıma darağacını çarpanda oydu. Şimdi hangi mahpusa cevaptır lügatim, ayazın sokağında kimindir hüzün kasveti.
Benim, göğün kafeslenen halinde gözlerini dağlara çarpan. Benim dilinin mateminde sus kalıp yangın sebebiyle bulanan. Benim etten ve kemikten, yılların hesabını zincirlerle ödeyen. Benim esaretin gamzesine bir bir gömülen ve dağlara yaslanan, başını bir İbrahim gibi. Yusuf’un düşünü hayra yoracak da benim, benim. Yüreğim.
Külümde ateş pahası mutluluk…
Kime çalsam kırmızıyı dantelâlar ördürüyor hüznüme. Yeşilin asilliği mi doğuyor geceyi yoksa maviye hasret bir yangın mı saklı haznemde. Beni bölün, koyuldum düşün yangınına bir perde gerildi önüme. Beni bulun, kaybolurken firuzenin yasında aklımı ipe çağırdım. Beni gömün, gidişlerin kimsesizliğinde çaresiz kalan bir umuda.
Beyaz bir seslenişle doğuyor sözlerim, gücümün ardında yorgunluk… Hüznüme yapışan katran lekeli geceler peşime dolanmışken yoğruldum. Bir şair ne demek ister ki ‘’ellerinden belli olur bir kadın’’ demekle. Kimin elinde kaldı yasım. Kimin yasında kaldı elim. Benim elim, elim bir şarkıda fütursuz bir sese kurban gitti. 
Doğradım sayfaları, ellerime mürekkep bulaştı. Kül yağdı, buluttan gül yüzüne. Bulut aktı üstüne. Beni İstanbul gibi çağır, düşlerine adadığın kırmızı bültenlerle. Arat sokaklarda bir bir yetimlerin gözlerinde. Kime düşmüşse adım alnından öp.
 Gülümse, başımı yasladığım dağlar kül gibi sindirir seni içime.
Seni yangın sonrası içime çektiğim kül gibi anımsıyorum. Gözlerine gül değdiği sabahların uykusuz bulanıklığıyla…
Biliyorum dilendiğim her gün bir dirhem ateş gibi bağrına saplanır. Ben hayat dilencisi, gözlerini gecenin karasında boyayan ve gözüne değirmemişliğini anımsayan bir dilenci… Sustuğum kadar konuşmuşluğum ol.
Ezelim kadar ahirim ol.
Demet demet kül yağar doludan hüzne. Doğudan çekerim seni, kürek mahkûmları gibi ağırdan.
Ağrımışsa kalbin yüreğimi yasla bağrına. Bir hüzün ilmiği daha at bakışlarına.
Ve beni sustur, dinlesin sesini onca talanım. Yağma olan kalbim. Beni sustur, kül yağarsa saçlarına.
Kül yağarsa saçlarına uyandırmadan ölümü gül acıya, hüzne, yokluğa.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder