O yazıcı üç çeşit yazı yazdı;
Birini o okudu başkaları değil,
Birini o da okudu başkaları da,
Birini o da okumadı başkaları da
Şems-i Tebrizi’ninBirini o okudu başkaları değil,
Birini o da okudu başkaları da,
Birini o da okumadı başkaları da
Yazanın dahi tekrar okuyamaya cesaret edemediği, yüzleşmenin en doğru vaktini beklediği için yazamadığı veya kendinden başka kimsenin okumasına müsade etmediği yazıları, ifşa ettiği yazılarından daha fazladır
Bazen kelimeler, kesik kesik İstanbul’un sahile vuran dalgaları gibi vurur içimizin kıyılarına, bazen de bir kuyudan çekilen urgan gibi birbirine düğümlü cümleler halinede takılır boğazımıza
Yazdıkça, içimizin kuyularında nçektikçe cümleleri gırtlağımıza birşeyler sürtünür Yazmak da acı çekmenin başka bir şeklidir ama yazı yazabilen için, içinde Birikmiş kelimeleri kağıda dökememek daha ömürlük bir yoldaş ilan edilir olduðundan çeresiz kalem Yakıcı olabilir
Genelde her kelimeyle ayrı bir duygusal, zihinsel bağımız vardır ve en hırçınlarının bile başını okşayarak, koluna girerek mürekkebe bulanmalarına ikna ederiz severiz hepsini, beklemediğimiz ağızlardan çıkan dikenli olanlarını bile; sınırlı harfelerden sonsuzu zorlama istidadını, imkanını yaratanın HATRINA severiz Bazen kelimelerden bir buket derer, yüzlerde tebessümler dokuruz
Bazı vakitler anne şefkatinde bir el gibi salıveririz de Kağıdın üzerine yazımızı okuyabilen bir yetimin, bir mahsun yüreğin içini okşamasına niyet ederiz Kimi zaman da masaya vurulan bir yumruk gibi kağıda konduruveririz, itirazlarımızı, hazmedemediklerimizi, sessiz birer eylem heyecanıyla beklenmedik bir anda Lokman hekim gibi kelimeleri ruh değirmeninden geçirip aşıklar için merhamvari yazılar Hazırlayanlar da vardır
Bazen kurak, susuzluktan kırılan ülkelerde bir kuyu açmak gibi yüreklere sondaj vurur cümleler Bazen de kendi serabımızda kayboluruz terazisi sadece kar, zarar ekseninden dışarı çıkamayanlar kalem ehlinin bu iğneyle kuyu Kazma azmini bir çeşit delilik addederler Fakat yine de söz yerini bulduğunda, taş gediğine koyulduğunda asla verdikleri deli raporunu kabul etmezler
Büyük bir iştiyakla düşünce suçu kavramının gereğini hayata geçirme konusunda birbirleriyle yarış ederler Bu güçlülerin üstünlüğünün ahkam kestiği dünya denen beldede Sigi çemberlere hapsolmuş dert sahbi insanoglunun çemberinde gül oyadır kelimelerle dans etmek Acının verdiği sancıyla herkesin dans etme iç güdüsünün dışa vurumu da farklıdır
Bazen öyle acı çekeriz ki kalem kağıda dokunmadan evvel kelimeleri o hınçla duvardan duvara vururuz Öyle ki Kağıdın üzerine uzandıklarında Okunacak halleri kalmamıştır, muhatabının karşısına çıkarmadan evvel dinlenmeye bırakırız Bir müddet içimizin kara deliklerinde özümüzün mayasıyla mayalanmaları için zamandan yana sabrederiz
Her zaman aynı akıcılıkta “özümüzden gürlemez” cümleler Her daim beceri ve çeviklikle giydiremeyiz kelimeleri tahayyül Ettiğimiz fikirlerimize
Sözün özü ya biçilen cümelenin gölgesinde asimile olur veyahut kursağımıza düğümlenenleri kaleme alıncaya kadar hararetini, tesirini Yitirir
Zira tesirini yitirmeyen, başka hiçbir kelamın gölgesinde kalmayan tek kelam vardır Özümüzü, kelamamızı görünen veya görünmeyen şekliyle ne denli o ilahi kelamla yoğurusak elimizdeki kalem de o denli Kavi ilerler kağıt üzerinde
“Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir
O Rab ki kalemle yazmayı öğretti
Insana bilmediği şeyleri öğretti “
Alak suresi/1/2/3
“Nun Kaleme ve (kalem tutanların)
yazdıklarına andolsun “
Kalem Suresi / 1
Ve kalemi yaratan, kalemle yazmayı öğretene şükürler olsun! Rabbim kendi yazılarımızı bile “özümüzün gürlemesine” vesile kılsın Ve muhatabının dimağında en hayırlı tesirleri halketsin
Selam ve dua ile …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder