BAĞRINDA CENNET SAKLIDIR ANALARIMIZIN



?ui=2&view=att&th=124fd2318b1933e0&attid=0.1&disp=attd&realattid=ii_124fd2318b1933e0&zw



İnsanlar içinde kendimize en yakın veya bizim için en değerli, en kutsal, en muazzez varlığın kim olabileceğini bir an düşündüğümüzde, yüreklerimizde yerleşik olan en güzel ve en sıcak duygularımızın birden bire kıyama durmakta olduğunu fark ederiz. Bu düşünce dünyasının ortasındayken daha, ruhumuzun derinliklerinde bir yanardağ gibi fokurdayıp duran hislerimizin tek bir kişiye odaklandığını ve dilimizin kutsal bir kelimeyi telaffuz eder gibi kendiliğinden “Ana” diye fısıldadığını duyarız. Ana ile temizlik, ana ile sıcaklık, ana ile fedakârlık, ana ile şefkat, ana ile sevgi, ana ile kutsallık kavramları ne kadar da uyum içinde ve nasıl da birbirlerini tamamlamaktadırlar… Belki de “Ana” kelimesi kadar insanda güzel duygular çağrıştıran, insanın yüzüne sürur, gözlerine ışık, kalbine sevinç veren başka bir kelime yoktur lügatlerde…
Ne değişen ve gelişen zamanın getirdiği yenilikler öneminden bir şeyler çalabildi anaların, ne de materyalist felsefe ya da ideolojik akımlar yıkabildi bir çocuğun yüreğindeki yerini anasının… “Ana” her renkte, her ırkta, her dinde başlara taçtır, gözlere ilaçtır, dertlere devadır, çünkü her ana kutsal bir emanet gibi Havva anamızın şefkat dolu kucağından devraldığı cennet kokusunu yavrularına sunmakta ve belki de bilmeden yavrularının yüreklerine cennet özlemini zerk etmektedir.
Ana bir dert ortağıdır, ana bir sığınaktır, ana bir korunaktır, ana gam ve sıkıntı gideren bir huzur kaynağıdır her zaman yavruları için… En geçkin yaşına gelen birisi dahi bütün dert, keder, kahır ve sıkıntılarını paylaşmak istediği bir dert ortağına ihtiyaç duyduğunda, eğer hayatta ise, anasından başka birisini tasavvur edebilir mi? Sıkıntılar içinde bocalayıp dururken rahatlamanın çaresini sıcak ana kucağında aramayan herhangi bir evlat var mıdır acaba yeryüzünde? Maddi güç ve kuvvet sahibi olsalar bile, hangi erkek veya kız evlat, ihtiyaç duyduğunda korunma içgüdüsünü anasının koruyucu bağrına sığınarak gidermemiştir?
Analar, çocuklarının sırlarını paylaşan bir sırdaş, üzüntü ve kederlerine ortak olup azalmasını sağlayan bir dost, yolunu kaybetmek üzere olanlar için bir kılavuzdur daima… Bu yüzdendir ki, Bağdat gibi diyar bulunabilir her zaman, ama asla “Ana gibi yar olmaz” insan yaşamında… Milyonlarca tecrübenin bıraktığı sağlam bilgiyle; anaların gözyaşlarının ne denli içten, ne denli kalpten, ne denli gönülden, ne denli sıcak olduğunu yüreklerinde algılayanlar; “Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar” demişlerse, bunun ifade ettiği anlamı hayatımızın her anında yaşamalı ve sahip olduğumuz bu muazzez varlığa hak ettiği üstün değeri bir kez daha iade etmeliyiz.
Ana ile çocuğun, iki ayrı bedende tek bir ruh üzerinden yaşadığını iddia etmenin yanlış olduğunu söyleyebilir miyiz acaba? Ana ile çocuğu arasındaki bağlara bakıldığında, bunun bir iddiadan çok, ispata ihtiyaç bırakmayan bir gerçeklik olduğunu görebiliriz belki… Çoğu zaman çocuk bilmez bunu, ancak o bilmese de, her saniye bu gerçekle sürdürmektedir yaşamını, sinesi gam ve kederlerle şerha şerha yarılan çilekeş ana... Bu gerçektir ki, ruh ortaklığı yaptığı yavrusunun bir şekilde ıstırap çekmesi, bir kor düşürmekte ana ciğerine ve bu yüzdendir ki, gece uykusu küskün durur hep anaların yaş dolu gözlerine… Bu yüzdendir ki, çocuğun yaşadığı her sıkıntı, yeni bir dert yüklemektedir anaların yüreğine… Anaların sevgi ve şefkat yuvası sinelerinde iniltilerin hiç eksik olmaması da bu yüzdendir işte… Bu yüzdendir ki, çocuklarının en sevinçli anlarını yaşarken bile, aynı zamanda yuvadan uçan kuşlar misali, yavrusunun ayrılık vaktinin geldiğini hissederek firak elemini ruhunun derinliklerinde saklamakta ve bu ıstırabını, yaşmağının ucuyla sildiği gözyaşlarında açığa çıkarmaktadır, çoğu kez bilmeden… Belki de bu gözyaşlarında, çekip gidecek olan evladının canından bir can, ruhundan bir parça alıp gitmesine dayanamadığı için, canının geri kalanını ve ruhunun tamamını vermek istemektedir, farkında olmadan…
İşte böyledir analarımız… Cennet kokulu, dua avuçlu, nur yüzlü ak–pak analarımız… Sevgisi riyasız, şefkati karşılıksız, tebessümü yapmacıksız analarımız… Ruhunu evladı uğruna bir an bile tereddüt etmeden verecek kadar fedakâr, Allah’a verdiği sözün gereği için her şeyi ellerinin tersiyle itecek kadar vefakâr, canından çok sevdiği yavrusunu Allah yoluna kurban verecek kadar imanın doruklarında gezinen analarımız… Namazlarında huzu’ ve huşu içinde daldaki yapraklar gibi titreyen, herkes uykuda iken kapandıkları secdelerinde gözyaşlarına boğulan, kalplerinin derinliklerindeki iniltilerle süsleyip pak giryeleriyle yıkadıktan sonra Arş–ı A’la’ya gönderdikleri duaların sahibi analarımız… Gâh bir mezar başında şehid evladıyla konuşan, gâh eviyle zindan arasında mekik dokuyup evladını zindan karanlıklarında yalnız bırakmayan, gâh çocuklarının peşinde diyar diyar gezip gurbet garipliklerinde dert ortağı olan, ama hep sabırlı, hep kararlı, İslam’dan yana hep tavizsiz, vakur ve muttaki analarımız… Sağlam karakterli, namus timsali, iffet abidesi, evlerinin direği, çocuklarının mürebbisi, İslamî ailenin mimarı mü’mine analarımız…
Cennetin ayakları altında değersizleştiği analarımızın bastığı toprağa şifa niyetine yüz sürmek, Allah’ın rızasını arayan her evlat için bir başlangıç olmalıdır belki de… İyilik yapma hususunda anaların herkesten daha öncelikli olduğu ve Allah’a isyanı istemediği sürece ebeveynlerin, ama öncelikle anaların rızalarının aranması gerektiği, Peygamberi bir emir değil midir aynı zamanda?.. Anasının kalbini bilerek ya da bilmeyerek kıran, bir başkasının rızasını anasının rızasına tercih eden ve bir şekilde ananın gönül defterine asi olarak yazılan bir evlat, kendisini Allah’a adadığını hangi ameliyle iddia edebilir ve buna kimi inandırabilir ki?
Analarımızı ihmal ederek Allah’ın rızası için gece–gündüz çalışmamız bir katkı sağlamayacaktır belki de o zor gündeki kurtuluşumuz için… “Ebeveyninden her ikisinin veya sadece birinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyenin burnu sürtülsün” şeklindeki Peygamber bedduasını duyan bir Müslüman’ın ebeveynini, ama özelde de annesini razı etmeden yapacağı amellerin bereketsiz olduğunu, dünyevi ve uhrevi işlerinde sonu gelmez engel ve aksiliklerle karşılaştığını kısacık ömründe kaç kez tecrübe etmiştir acaba? Acaba anasının duasını almadan işinin rast gittiğini iddia eden birisi var mıdır gerçekten?
Eli öpülesi, ayaklarına yüzler sürülesi analarımız, ayaklarının altına aldıkları cenneti ta evlerimizin içine kadar getirmişken, kem sözlerle annesini üzen birisi, hangi yüzle cennet iddiasında bulunabilir ki? Oysa cennet, dışarıdan önce evlerimizde bulunan analarımızın ayakları dibinden, dua dolu avuçlarından, nurlu yüzlerinden, iffet ve takva örtülerinden salmaktadır kokusunu üzerimize… Analarımızı razı etmeden İslam için ve Allah rızası uğruna çalıştığımızı, bununla cehennemden kurtulup cenneti arzuladığımızı iddia etmenin temelsiz bir iddia olduğunu gelin şu hadisten tekrar öğrenelim:
Cahime Radıyallahu Anh Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a gelerek;
“Ey Allah’ın Resulü, ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” deyince Resulullah Aleyhisselatu Vesselam;
“Annen var mı?” diye sordu. Cahime “Evet” deyince, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam;
“Öyleyse ondan ayrılma, zira cennet onun ayağının altındadır” buyurdu.
Cennet ayağının altında ise analarımızın ve analarımızı bir şekilde razı edemiyorsak, vay halimize o halde bizim… İflah olmaz bu tavrımızı, uzaklık–yakınlık gibi mesafe farklarını gözetmeden, bir an önce analarımızın ayaklarına kapanıp af dileyerek temizlemeden, dışarıdaki hizmet ve hayır amellerine dönmemek daha evladır belki de… Anasına gerekli hizmeti yapmayan, insanlara hizmet götüremez; anasını hakkıyla sevmeyen, insanları gerektiği kadar sevemez; anasını razı edemeyen, Allah’ı da razı edemez çünkü… Gelin bu yazıdan sonra bir kez daha analarımızın nurlu ellerine sarılıp yaptığımız çocukluklardan, yaramazlıklardan, kem sözlerden, kalp kırıcı hareketlerimizden dolayı bizi affetmesini dileyelim. Onlardan helallik alıp ardımızda dua eder bir halde bıraktıktan sonra tekrar İslamî hizmetlerimize kaldığımız yerden daha bir aşk ve şevkle devam edebiliriz artık. Böyle yaptığımızda, işlerimizin eskisinden daha bereketli sonuçlar doğurduğunu ve duaların manevi koruması altında bütün tehlikelere karşı güven içinde olduğumuzu göreceğiz İnşaallah.
“Ona yeterince hizmet etmedim” pişmanlığını yaşamadan önce, henüz hayatta iken analarımıza gerekli saygı, sevgi, hizmet, gönül hoşluğu gösterip rıza ve dualarına nail olmamız dua, dilek ve temennisiyle…

Naşit Tutar
--------------------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder