GENCLİK VE AŞK‏

kalp.jpg
Genç olarak dünya ve ahiretle ilgili birçok arzularınız, hedefleriniz vardır. Bunları gerçekleştirme yolunda hızla çabalarken türlü türlü engellerle karşılaşırsınız.
Gençlik döneminde yoğunlaşan problemler içerisinde “cinsel duygular”la ilgili imtihan kadar zor, tehlikeli, büyük ve hayatı etkileyen bir mesele yoktur. Aslında bu imtihan hayatın büyük bir safhasını içine alır. Ancak 15-30 yaş arası kadar yoğun bir biçimde hiçbir zaman yaşanmaz.
Özellikle bu zamanda cinselliğin, hemen her aşağı arzular için istismar edilmesi, karşı konulması zor bir baskı altında bırakır gençleri. Ne yazık ki, toplumsal hayatımızın her safhası, gençlerimizin bu imtihandan başarısız çıkmaları için dizayn edilmiş gibidir.
Hayatımızın her evresinde mahremiyet kaldırılmış. Daha ilkokul çağlarında iken başlayan karma eğitim, üniversitenin sonuna kadar devam ediyor. Çarşı pazar, seyahat, eğlence, toplantı gibi insanların yoğunlukta olduğu her yerde gençler imtihan unsurlarıyla birlikte bulunuyorlar. Yetmiyor, gazete, dergi, sinema, TV gibi yazılı ve görüntülü medya organlarının şimdiye kadar görülmemiş bir taarruzu ve tahriki var.
Böyle bir ortamda bu imtihanı yok farzetmek veya kolaylıkla aşılabileceğini ummak safdillik olur. Gençlerin bu imtihanın ne derece hayatî öneme sahip olduğunu görüp çok yönlü bir donanımla mücadeleye girişmeleri gerekirken, bu çağı geride bırakan büyüklerin de gençlerin bunu başarmaları için ciddi bir yardımda bulunmaları vazgeçilmez bir zarurettir.
Kitaplarımda gençlerin sorunlarına yoğun bir şekilde eğildiğim için sayısız mektup alıyorum. Özellikle “Ömür Boyu Aşk” isimli kitabımızın yayınlanmasından sonra okuyucuyla daha sıkı diyaloglarımız oldu. Yaşadıkları sorunları anlatan ve çözüm isteyen gençlerin mektuplarını gözyaşları içinde okuyorum. Bu mektuplar, gençliğin cinsellik imtihanına eğilmekle ne kadar isabet ettiğimizi gösteriyor. Maalesef, ülkeyi ve dünyayı kurtarmaktan, “ferd”i ihmal edebiliyoruz. Afakî çabalar, enfüsî çalışmaları aksatıyor. Dışla meşguliyet, içeride tedavisi zor yaralar açabiliyor. Oysa gençlik içten içe yanıyor, sorunlar girdabında çırpınıyor.
Özellikle cinsellik konusunda, hep genel geçer kurallardan söz edip, detaya ve örneklere girmiyoruz. Sanki ayıpmış ve üslûp kaldırmıyor gibi düşünüyoruz. Oysa örnekleme ve detaylandırma olmayınca, maksat hasıl olmuyor.
Sizlere ibretli bir mektup sunacağım. Neredeyse yoruma hiç gerek yok; gerçekler tüm açıklığıyla ortada. Evet, “Dilruba” rumuzuyla yazan kardeşimizin mektubunu aktarıyorum:
“Çok değerli Cemil Ağabey! Son zamanlarda evlilik, cinsellik ve gençlik üzerine kaliteli çalışmalar yapıyorsunuz. Ben de bir genç olarak yarama parmak bastığınız için bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydum.
“Ben erkeklerle hiçbir zaman muhatap olmadım. Lisede hocalarımla bile konuşurken başımı öne eğer, edep ve saygıyla onlarla konuşurdum. Hayatımda erkek olarak sadece babam ve ağabeyim vardı. Üniversiteye geldiğimde dindar, müsbet ve İslâmî bir bölümde okuyan bir beyle tanıştım. Ciddi olarak görüşüyorduk. Bu görüşmeler sırasında ben, kendi hayamla oturmaya, kalkmaya ve konuşmaya dikkat ederdim. Bildiğim dinî ve imanî hakikatları açıklamaya çalışırdım. Sonuçta muhatabım, sadece iman hakikatlarından haberdardı, ama içli dışlı değildi. Evliliğimizi, ileride nasıl bir hayat kuracağımızı, dünya ve ahiret saadetini, kısacası her şeyi meşru daire içinde konuşmuştuk. Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının yanlış olduğunu, yapmaması gerektiğini, meşru olmayan lezzetlerin haram olduğunu, branşı gereği bunları asıl kendisinin anlatması gerektiğini ifade etmeye çalıştımsa da, nafile… Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım. İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıktı. Böylece bütün söylemler suya düştü. Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı.
“Olayın üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen ben sürekli vicdan azabı duyuyorum, her zaman, her namazda tevbe ediyorum. Ağlamadığım gün ve gece yoktur. Ben kendimi affedemediğim halde Rabbim beni nasıl affedecek, onu düşünüyorum; düşündükçe kahroluyorum. Üzüldüğüm şey, dinî ve imanî hakikatlardan haberdar olan birisi olmama rağmen nasıl oluyor da, bu tür şeyleri yapmışım? Benim gibi olan yüzlerce kız var. Size anlatamayacağım hüzün ve pişmanlıklar içerisindeyim. Bunu Cenab-ı Haktan başka kimse bilemez herhalde.
“Benim suçum, ciddi olarak evliliği düşünmemdi. Benim suçum dindar, dinî hakikatlardan haberdar bir insana güvenmekti. Suçum, Doğu kökenli olup, ailesinin beni kabul etmemesiydi. Suçum, dünya ve ahiret saadetini sağlamayı düşünmem, lüks ve şatafatlı bir hayatı istemememdi. Suç üstüne suç sayabilirsiniz…
“Bu olaydan sonra dindar bile olsa erkeklerden nefret etmeye başladım. İçimde onlara karşı kin ve düşmanlık vardı. Evliliğe kapalı kalmıştım.
“Ben artık şefkat tokatlarını yemiştim, aklım başıma gelmişti. Bu mektubu gençlere örnek olsun diye yazıyorum. Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor. İnsan geçmişine dönüp baktığında ahlar, hüzünler, senelerce unutulmayacak izler, gözyaşları ve günahların kara lekesi belleğinde kalacaktır.
“Bu musibet bana ne kadar aciz, zayıf ve çaresiz olduğumu, dünyanın gayri meşru lezzetlerinin bir yedirip bin tokat vurdurduğunu, bir an bile nefis ve şeytanla baş başa kalmanın ne büyük yaralar açtığını öğretti. Belâ ve musibetlere karşı sürekli istiğfar etmek gerektiğini, tevbe kapısının açık olduğunu, her şeyde bir hayır ve hikmet bulunduğunu, esma-i hüsnadan birinin de Tevvab olduğunu, hata işleyip nefis muhasebesi yapmakla Hz Yunus’un (a.s.), sabrederek Hz. Eyyub’un (a.s.) meyvelerine ulaştığımı gösterdi.
“Bunları hiç kimseye anlatmış değilim. Siz gençlik sorunlarıyla ilgilendiğiniz için, gençlerin ibret alması niyetiyle yazıyorum.”
Evet, acı bir tecrübe yaşamış bir kardeşimizin bu içler acısı feryadına, umarım genç kardeşlerimiz kulak verir.
Bu mektup gösteriyor ki, kız erkek arkadaşlığında, tarafları mutsuz edecek sayısız sorun ve tuzak var. Meşru ölçülerin dışına taşıldığında telâfisi zor, belki imkânsız kayıplar söz konusu olabiliyor.

Okuyucum, “Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının haram olduğunu ifade etmeye çalıştımsa da, nafile… Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım” diyor mektubunda. Acaba bugüne değin, “İki namahrem baş başa kaldıklarında üçüncüleri şeytandır” hadisini duymamış mıydı? Peygamberimizin (a.s.m.) bu uyarısı, insanların kendi fıtratlarını iyi tanımalarıyla yakından ilgili. İnsan bu şekilde yaratılmış. Onun fıtratı dün nasılsa bugün de öyle ve yarın da aynı olacak.

İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıkması, neredeyse bütün erkek kız ilişkilerinde ortaya çıkan bir sorun. Gençlerin kendi kendilerine gelin güvey olmaları, olumlu bir sonuç doğurmuyor. İlişkilerin duygularla değil, akılla yönlendirilmesi, hikmet ve muhakemenin şekillendirdiği bir stratejinin olması şart. Aşk, sadece maddeden ve duygudan ibaret görülürse, önündeki engellerle savaşmak güçleşir. Kişi sevmesini bildiği kadar, sağlıklı ve kalıcı bir mutluluğun önündeki engellerle savaşmasını ve sonuç almasını da bilmelidir.
Eğer bunlar dikkate alınmazsa, “Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı” diyen genç gibi, ah vah edilir, ama mutsuz sonuç değişmez.
Bu gencin, şu uyarısı da, pahalıya mal olan önemli bir tecrübe: “Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor.”
Bir kişi temiz, dürüst ve dindar olunca, dinî emir ve yasakların muhatabı olmaktan çıkıyor mu? Hiç kimse Peygamberimiz (a.s.m.) ve ashabı kadar temiz, dürüst ve dindar olamaz. Oysa Rabbimizin cinsellik, iffet ve edeb konusundaki emir ve yasaklarının ilk muhatabı onlar değil miydi? Allah’ın Resulüne yasak olan bir davranış, kime serbest olabilir ki?
Ağır tahrik ve baskı altında bulunan gençlerin meşruiyet dışına çıkarak kendilerini tatmin etmeleri mümkün değil. Ancak evlenmeden bu ağır imtihanı göğüsleyebilmeleri de zor.
Tabiî evlilik gibi önemli bir sünneti gerçekleştirmek istediğinizde bir dizi imtihanla karşılaşacağınızı da hesaba katacaksınız. Bu imtihanlara hazır olmak, başarıyla çıkmak için de gereken bilgi ve beceriyi edinmek şarttır.
İşte bu asırda daha bir ağırlaşan cinsellik imtihanından, evlilik kalesine sığınarak geçmek isteyen bir gencin feryadı:
“Şu garibi İzmir semalarından hatırlamazsanız gücenmem. Epey bir süredir doktora için bulunduğum İngiltere’de, aynen Türkiye’de olduğu gibi Cemil Ağabeyimin yazılarını takip ediyorum. Ama bir süredir Cemil Ağabeyim öyle kitaplar yazıyor ki, mektubuma—hoşgörüsüne sığınarak—baba Cemil Ağabeyciğim diye başlamadan edemedim.
“Özellikle artık Müslüman ailelerin bile kendilerini alamadığı ahir zaman fitnesi aileleri yakıp yıkıyor. Ben de şu gurbet ellerde evlenmenin farziyyetine inanarak, 2.5 sene önce böyle bir işe giriştim. Dinî nikâhımı yapmama rağmen, aslında çok dindar olan hatun kişinin okulunu bitirmesi konusunda ailelerin inadını aşamadım. Ya onları silip geçecektim ya da şimdi olduğu gibi gurbet elde ıztırab çekecektim.
“Maalesef ikinci şık oldu. Bir ilâhiyatçı olarak hiçbir fetva vermem, ama evlenmeye karar vermiş insanların üç aydan sonra bekletilmesinin haram olduğunu tüm dünyaya ispatlarım. Evlenmek dinimizde çok kolay olmasına rağmen, taarruzatın arttığı, zinanın her türlüsünün alenen işlenebildiği şu ahir zamanda en zor şey evlenmek olmuş. Evlenen insanların üzerinde de fitneler (maddî doyumsuzluklar, dedikodular, ihtiraslar, hayalî özlem ve beklentiler vs.) akbaba gibi dolaşmaya devam ediyor.
“Şimdi nişanlım okulunu bitirdi. Fakat ailesi başını açıp veya peruk takıp öğretmenlik yapmasını istiyor. İnsanlar artık hanımın çalışmasını hizmetin ötesinde gelir kapısı olarak görür olmuş, öncelikler unutulmuş. Daha da acısı, rızkı verenin Allah olduğu yüreklerde yer etmemiş. Sanki yüzlerce madde olmazsa ailede huzur olmaz kaidesi sokulmuş, dünyevî hayatın şamatasından, tantanasından Müslümanların da kafaları bulanmış.
“Bizim ailelerimizin maddî durumunun müsait olmaması üzerine karşılıklı dedikodular, fitneler devam ediyor. Artık iş Müslümanlıktan çıkmış, düğün âdetlerini aşamadığımız için benim de her cephede mücadele vermem gerekiyor. Bunun da özellikle gurbetten ne kadar zor ve yıpratıcı olduğunu tahmin edebilirsiniz.
“Özellikle evliliğin düzenli olarak başlamasının arası açıldıkça—bir yazınızda belirttiğiniz—dedikodular evlilik hayatı başlamadan önce daha acımasız oluyor. Hele benim gibi yıllarca beklemek zorunda kalınırsa, evlenecek insanlar yerine taraflar kendi pazarlıklarına göre gençleri yönlendirmeye çalışıyorlar. Böyle evlilikler nasıl sağlıklı sürebilir ki… Daha başta alınan bu yaralarla, alınganlık, ihmal ve ıslah edilmesi için çaba harcanmadığı için daha büyük problemlere zemin hazırlıyor.
“Hele bir de aileler, ‘Canım biz evlâdımız için yapıyoruz’ deyip evlâtlarının hiç istemediği tavır ve hareketlere girince gençler aileleri ve eşleri arasında sıkışıp kalıyor. Bu konuları işlemeye devam etmenizi takdirle karşılıyorum. Hele ‘Cinsel sorunları önemseyin’ türünden babacan bir yazının şimdiye kadar çıktığını hatırlamıyorum. Onu genişleterek devam etmelisiniz. Genç veya yaşlı tüm insanların karşılaştığı aşk şokları, cinsel taarruz altında bunalanlar, evlilik plânları yaparken ailelerin, toplumun, maddiyatın kıskacında inleyenler, evlendikten sonra da dedikodu ve fitnelere kurban olan insanların dertlerine, İslâmî öncelikleri hatırlatarak, sabır, metanet ve en önemlisi HİKMET tavsiye ederek yaklaşan yazılara devam etmenizi gönülden destekliyorum. Konuşmasını unutmuş ya da artık kuş diliyle konuşan toplumun bir şekilde konuşacak, dertleşecek insanlara ihtiyacı var. Bu konuları aklı başında dostlarla insanların konuşmasına, dedikodu değil çare üretmek üzere kafa yormalarına ihtiyaç var. İletişim konusunda dumura uğramış insanlar, çok kolayca üstesinden gelinebilecek sorunlarla hayat boyu ıztırap çekiyorlar. Herhalde bu da insanın kendi kendine zulmü olsa gerek. Umarım bu mektup elinize ulaşır, arzu ederseniz yazılarınızda kullanabilirsiniz. Allah kaleminize güç versin. Selâm ve muhabbetle. Duadan unutmayın.”
Bu ibretli mektupta olduğu gibi, hayırlı bir işe girişen gençlerin önünde bir sürü engeller var. Kimi aşabiliyor, kimi güçlükle aşıyor, ama ciddi yaralar alıyor; kimi de engellerin altında eziliyor. Yarım kalan sevdalar, sözden, nişandan öteye gidemeyen girişimler var. Kurulmadan yıkılan yuvaların hesabını kim verecek?
İbretlerinize sunduğum iki mektup gösteriyor ki, gençler cinsellik imtihanından başarıyla geçebilmek için çok ciddi bir strateji uygulamalıdır. Bu strateji, gençliğin ilk yıllarından başlayarak mutlu bir evliliğe kadar sürdürülmelidir. Elbette bundan sonra da yeni bir sorumluluk başlamaktadır.
Gençlerin cinsellik imtihanından başarıyla çıkabilmeli için izleyecekleri yöntem, özetle şu şekilde olmalıdır:
1. İmtihanın şiddetini azaltmak için tahrik edici alanlardan uzak durmak.
2. Cinselliği teşvik eden yayınlarla muhatap olmamak.
3. Bedenî isteği azaltmak için dengeli beslenmek, spor yapmak ve sürekli meşguliyet içinde bulunmak.
4. Manevî takviyeye büyük önem vermek.
5. Kısa, orta ve uzun vadede maddî ve manevî idealler taşımak.
6. Özendirici hayal, bakış, konuşma gibi eylemlerden uzak durmak.
7. Sevgi ve aşk duygusunu meşru sevgililere yöneltmek.
8. Mecazî aşk tuzağına düşmemek için kararlı olmak.
9. Tüm tedbirlere rağmen mecazî bir aşka tutulmuşsak, bunu en kısa zamanda dinî ve resmî nikâhla perçinlemek. O zamana kadar da, haramdan ve olumsuz hareketten uzak durmak.
10. Evliliği kesinlikle geciktirmemek. Tanışma, söz, nişan gibi safhaları çok kısa tutmak.
11. Evliliğin önündeki maddî ve manevî engelleri aşmanın usullerini öğrenmek ve uygulamak.
12. Evliliğin başarılı yürümesi için bilgi edinmek ve sorunlara karşı hazırlıklı olmak.
Saydığımız bu maddelerin bir kısmını gençlerin doğrudan kendileri uygulayacak. Bir kısmında ise anne baba ve yakın çevrenin büyük yardımı gerekecek.
Benim temel perspektifim şudur: Siz hiç kimsenin yardım etmeyeceğini farzederek çalışın. İşinizi kış tutun yaz çıkarsa ne âlâ. Her türlü meseleniz için öncelikle sorumlu tutmanız gereken bizzat kendinizsiniz. Siz isterseniz, nice meselenin altından başarıyla kalkarsınız.
Elbette çevrenizden yardım isteyeceksiniz. Hem de hiç komplekse kapılmadan yardım bekleyeceksiniz. Çünkü büyükler gençlere yardım etmeye mecburdur.
Ancak yardım istemek de bir maharet ister. Hem yardıma lâyık olmak, olumlu bir görüntü vermek de şarttır.
MECAZÎ AŞK TUZAĞI
Başlarına çok ciddi bir imtihan açılan gençler, mecazî aşk tuzağına düşmemek için kararlı olmalıdırlar. Mecazî aşk, hakiki olmayan aşktır. Gerçek aşk, başta Allah’a, daha sonra Onun sevmemize izin verdiği kişi ve değerlere, Onun izin verdiği ölçüde duyulan coşkun sevgidir.
Onun izni dışında gerçekleşen, çoğunlukla karşı cinse yönelen ve birçok dinî sınırın çiğnendiği aşka, “mecazî aşk” diyoruz. Başlangıçta çok cazip ve lezzetli görünen bu tuzak, sizi öylesine içinden çıkılmaz sorunlarla karşılaştırır ki, içine düştüğünüze bin pişman olursunuz. Eğer üzerinden fazla zaman geçmiş ve geri dönülmesi zor bir şekilde güçlü duygularla bağlanmışsanız, ne yapacağınızı şaşırırsınız.
Hani çocuk babasına, “Bahçede hırsız var” diye bağırmış. Babası da:
“Al getir oğlum” demiş.
“Gelmiyor.”
“Bırak gitsin öyleyse.”
Çocuk çaresiz bir şekilde:
“Gitmiyor” demiş.
İşte Allah’ın rızası olmayan bir yolda böylesine çıkmazlar vardır. Bıraksanız bir türlüdür, sürdürseniz bir türlü. “Nereden başıma belâ ettim” diye çırpınır durursunuz.
Özellikle evlenme yaşından çok önce başlayan karşı cinsler arası duygusal ilişkiler, tam bir fecaattir. Ne getirip ne götüreceği daha baştan bellidir. 15 yaşlarında bir delikanlı vardı. Birisine tutulmuş. Bir çay ısmarladım. Gençlik Rehberi’ndeki hakikatları anlatarak, mecazî aşkın zararlı olduğunu söyledim. “Önünde daha uzun yıllar var. Bunu sürdüremezsin. Bir yerde tıkanır. Üstelik sadece ahiret açısından değil, dünyada da mutlu olamazsın” dedim. Elbette burnu kaf dağındaydı. Aşkın gözü kördü ve o her şeyi görmek istediği gibi görüyor, hak veriyor gibi yapıp bildiğini okuyordu.
Aradan birkaç hafta geçti. “Hocam bir daha tövbeler olsun” diyerek yanıma geldi. “Hayrola, ne oldu?” dedim. “Benim o mesele vardı ya. Geçenlerde bir grup gençle kavga ettim. Kızın teyzesinin oğlu beni dövdü. Bana ne yahu, canımdan değerli mi?” diyerek olayı anlattı. “Sana anlattım, ama dinletemedim. Umarım aklın başına gelmiştir” dedim.
Evet, mecazî aşkın sadece küçük bir zararı bu. Baştan sona sorundur, acıdır, derttir.
Bilindiği gibi, aşk, “şiddetli sevgi” demektir.
Aşk, bir şeyi aşırı derece sevmek, ona tutulmak, onsuz yapamamak, hep onu düşünmek, onunla gülmek, onunla ağlamak, ancak onunla sevinip üzülmek, onsuz mutlu olamamak, sevdiğini her şeyin merkezine koymaktır.
Seven bir genç için her şeyden önce “sevgili” vardır. En değerli, en önemli, en vazgeçilmez odur. Her şeyi “o”nun uğruna feda eder, “o”nun için her şeye katlanabilir. Sevdiğinin bir bakışı, bir teveccühü, bir iltifatı onu belki günlerce mutlu edebileceği gibi, bir ilgisizliği, hayal kırıklığına uğratan bir davranışı da onu günlerce mahzun eder.
Oysa mecazî aşk, gençlerimizi birçok konuda aldatmaktadır.
Meselâ, seven genç, her şeyin sevgilisinden ibâret olduğunu düşünür. Sevdiği her şeyin merkezindedir. Hayat, sevgi, mutluluk, huzur onun etrafında dönmekte, diğer varlıklar sanki ona hizmet etmektedir. Sanki ondan ayrılsa dünya duracak, hayat bitecek, kıyâmet kopacaktır.
Oysa gerçek, hiç de öyle değildir. Hayatta ondan başka, hattâ ondan değerli çok güzellik, mutluluk, huzur vardır. O olmayınca hayat bitmez. Dünya dönmeye devam eder, yağmur yine yağar, kuşlar yine öter.
İşte duygularını îman ve İslâmla doyuran bir genç, her şeyden önce bu gerçeği görür. Her şeyin hakkını verir. “Sevgili”nin “her şey” olmadığı gibi, “hiçbir şey” de olmadığını bilir. Onun meşrû dâirede olmak kaydıyla kıymeti nisbetinde bir değeri olduğuna inanır.
Bu gerçekleri bilmeyen veya bildiği halde uygulamayan bir genç ise, karşı cinsten birisine âşık olur. Henüz çok gençtir. Evlenecek yaşa gelmesine 5-10 sene vardır. Henüz okulu bitmemiş, işyeri kurmamıştır. Sevdiğini doğru dürüst tanımamıştır bile. Sadece bir hevesle yola çıkmıştır.
Artık her geçen gün ayrı bir dert, ayrı bir sorundur. Sevdiğiyle arasında çıkan problemler yetmezmiş gibi, bir de ailelerin durumu vardır. Böyle bir ilişki evlilik aşamasına geldiğinde ailelerin ikisi veya birisi “Olmaz” diye dayatmaktadır. Sonuçta ya ilişki bitmekte veya sorunlar zinciri acı ve ıztırapla uzayıp gitmektedir.
Bunun için kesinlikle mecazî aşk tuzağına düşmemek için kararlı olmak gerekir. Böylece, aceleciliğin verdiği yanlışlıklardan, tecrübesizlikten kaynaklanan hatalardan kurtulursunuz. Nasıl olsa, meşru bir evlilik yapma imkânınız olacak ve sağduyuyla doğru kararı vereceksiniz. Rıza dairesinin dışına çıkıp uhrevî sorumluluklarının yanında dünyanızı da berbat etmeye değer mi?
İLÂHÎ MOTİVASYON
Şurası kesin ki, “mecazî aşk” tuzağına düşmemek için büyük bir azim ve kararlılık göstermeniz öncelikle size huzur getirir. Çünkü, hem dünyada, hem ahirette mutlu olmanın yolu, her konuda olduğu gibi, bu hususta da Rabbimizin emirlerine uymaktan geçiyor.
Ancak mecazî aşk tuzağına düşmemek çok zordur. Yoğun bir gayret, tam bir kararlılık ister. Çünkü, çok cazip ve lezzetli görünür. Âdeta “zehirli bal” gibidir. Aslında aklınız, yaptığınız işin ne büyük bir hata olduğunu bilir, ancak nefis ve duygularınız sizi aldatır.
Nitekim birkaç yıl önce bana mektup yazarak yardım isteyen genç bir okuyucum şöyle diyordu:
“Üniversite öncesi, sanırım açık olmamın da etkisiyle sürekli şekilde bir erkek arkadaşımın olmasını istiyordum. İstediğim halde birçok teklifi geri çevirdim. Şu ana kadar da, hiç kimseyle böyle bir arkadaşlık ilişkisinde bulunmadım. Fakat şimdi hâlâ arkadaş özlemi içerisindeyim.
“Aşk denilen şarabın içilmesinin yasak, tadının acı ve haram olduğunu bile bile bu iz peşindeyim. Gerçi üniversitede de birçok arkadaşlık teklifi aldım. Kabul etmedim, nefsimle mücadele ettim ve ediyorum da. Bu yolda bir korku içindeyim, gönlüme söz geçiremiyorum, ille de şarabın tadına bakacağım dercesine beni teşvik ediyor. Ama ben mücadele ediyorum. Bu mücadelede de, çok ama çok yalnızım.”
Allah’a lâyık bir kul olmak isteyen gençlerimizin hepsi de böyle bir ikilem yaşar. Neyi tercih edeceğini şaşırır.
Bunun için iyi bir motivasyon gerekir.
Bu motivasyonu sağlamanın, tam bir azim ve kararlılık içinde bulunmanın bir usulü, Rabbimizin ve Peygamberimizin (a.s.m.) gençlere yönelik bu konudaki hitaplarına kulak vermektir.
Bir kere şu hususa kesin inanmalısınız: Yüce Rabbimiz, gayri meşru şehvetini Allah yolunda terkeden gençleri çok beğeniyor, onlarla meleklerine karşı övünüyor.
Abdullah ibni Ömer’den rivâyet edilen bir hadîs-i kudsîde Rabbimiz meâlen şöyle buyurur:
“Kaza ve hükmüme inanan, Kitâbın (Kur’an’ın) hüküm ve tavsiyelerine boyun eğen, verdiğim rızıkla kanaat eden, şehevânî arzularını Benim rızâm için terkeden genç bir mü’min, katımda bir kısım meleklerimin derecesindedir.” (Deylemî)
Yine İhyâ-i Ulûmi’d-Din’de yer alan bir hadîsin anlamı şu şekildedir:
“Gerçekten Allah, meleklerine karşı ibâdet eden bir gençle iftihar ederek buyuruyor: Ey şehvetini Benim için bırakan genç! Ey gençliğini Bana bağışlayan genç! Sen benim nezdimde meleklerimin bazısı gibisin.” (cilt:2, s.432)
Rabbimizin, kendisiyle övündüğü bir genç olmayı kim istemez? Meleklerin, o hayal bile edemediğimiz yüce makamları derecesine çıkmayı hangi genç arzu etmez?
İşte bunun yolu: Gayri meşru şehveti Allah rızası için bırakmak. Bir nevi gençliğini, Allah’a bağışlamak.
Zaten gençliği bize veren O değil mi? Siz gençliğinizi Allah’a bağışlarsanız, size emanet olarak verilen gençliği sahibinin rızası dairesinde kullanırsanız, hiçbir kaybınız olmadığı gibi, bir de Cennette ebedî bir gençlik kazanıyorsunuz. Bunun için tam bir azim ve kararlılıkla, günahlara girmemek hususunda sabırlı olmanız gerekir.
Bizi bu konuda şevklendirecek, sabır ve tahammülle karşı koymaya yöneltecek bir başka değerli hadis şu şekildedir:
“Yedi kimseyi Allah-ü Teâlâ kendi gölgesinden başka gölgenin olmadığı (kıyâmet) gününde kendi gölgesinde gölgelendirecektir: Adâletli devlet reisi, Rabbine ibâdet yolunda serpilip büyüyen genç, gönlü mescidlere bağlı kimse, Allah yolunda birbirini sevip buluşan ve bu yolda ayrılan iki kimseden her biri, makam sahibi güzel bir kadın onu istediğinde, ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek (o günahı işlemeyen adam), sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek kadar (gösterişsiz) gizli sadaka veren adam, tenhada Allah’ı zikredip de gözü dolup taşan kişidir.” (Buhârî, Muhâbirîn: 4)
Bu büyük müjdeye ulaşmak için bütün gençlerin, “Rabbine ibâdet yolunda serpilip büyüyen genç” olmaya çalışması ve her taraftan hücum eden cazibedar fitnelere karşı, “Ben Allah’tan korkarım” demesi gerekir.
GÜNAHSIZ MECAZÎ AŞK İMKÂNSIZ
Geçenlerde genç bir okuyucum aradı. “Benim bir aşk ilişkim vardı. Yedi yıldır devam ediyordu. Ancak dün bitti” dedi. Karşı tarafın ailesi razı olmamış. Üzüldüm. Bunca zaman geçmiş, bari usulüne uygun bir nikâhla yuva kursalardı. Bu süre içinde yasaklanan davranışlardan kaçındıklarını ifade ederek, “el ele bile tutuşmadıklarını” söyledi.
Kendisiyle pek az konuşabildim. Ama anlattığı şu kısa hikâye bile mecazî aşkın nasıl bir engeller ve problemler yumağı olduğunu ortaya koyuyor. Mecazî aşkın en mühim risklerinden üçü, “uzun sürmesi”, “aile muhalefeti” ve “günahlara girme” problemi bu olayda da göze çarpıyor. Biz şimdilik bu problemleri tek kelimeyle geçiyoruz; ancak bunların her biri çeşitli yönleriyle ele alınacak çok geniş konular.
Bunlardan sadece “günaha girme” konusuna kısaca temas etmek istiyorum. Biliyorsunuz, aralarında nikâh bağı bulunmayan erkek ve kadının “baş başa kapalı bir mekânda kalmaları” dahil el ele tutuşmaları bile dinimizin haram kıldığı fiillerden.
Ancak bizim mecazî aşkı kesinlikle reddetmemizin sebebi, sadece “günahlara girme” riski değil. Yasaklanan fiiller hiç yapılmasa bile—ki bunu başarmak imkânsız—böyle bir ilişki kabul edilemez. Çünkü, baştan sona sorunlar yumağıdır.
Kaldı ki, böyle bir harama girilip de günahlardan yüzde yüz kaçınmak kesinlikle başarılamaz. Ancak ve ancak elden geldiğince zararları en aza indirilmeye çalışılır. Elbette bu da bir seviyedir. Her türlü yasağı çiğneyip, iffet ve namusunu mahvetmeye karşılık “el tutmayı” bile yapmamak bir yönüyle takdire şayandır. Ama ben, mecazî aşkın düşünce plânında bile olmasını, cihanı kuşatacak idealler taşıması gereken gençlerin zerrede boğulmasını kabul edemiyorum. Zaten dinen de mecazî aşka izin yok.
Askerlik yaparken ilginç bir olayla karşılaşmıştım. İki genç çok samimî bir sohbete dalmışlardı. Ara sıra etraftan duyan var mı diye bakıyorlar, sanki bir sır konuşuyormuş gibi dalıp gidiyorlardı. Çok yakınımda oldukları için konuştukları duyuluyordu aslında. Birisi diğerine sevdiği kızın ilgi yetersizliğinden yakınıyordu. Eskiden kendisini çok arayıp sorarken şimdilerde duyarsızlaştığını anlatıyordu. Tipik bir “karşılık görmeme elemi”ydi anlattıkları.
“Hayrola gençler” dedim. “Varsa bir durum, yapalım açık oturum.”
“Hocam sorma” dedi, âşık olan. “İçim içimi yiyor.”
“Derdini söyle, şarkımı dinle kardeşim” dedim. “Derdini söylemeyen dermanını bulamaz. Bana anlat, çözelim. Bilmiyor musun, ben aşk uzmanıyım.”
Diğeri hemen atıldı:
“Evet, vallahi hocam bu konuda uzmandır, anlat, sana yardımcı olsun.”
Doğrusu, benim o zaman uzmanlığım falan yoktu. Ancak insanlar arası ilişkilerdeki tecrübelerinizi, psikolojik yoğunluğu olan duygusal ilişkilere uyarlarsanız, çevrenizdeki gençlerin yaşadıklarını iyi gözlemleyip dinî kaynaklardaki “sevgi ve aşk” üzerine yapılan değerlendirmeleri de eklerseniz değme uzmanlara taş çıkartırsınız. Tabiî bunu ne kadar başarabilirdim, bilmiyorum. Ama faydalı olacağım muhakkaktı. Âşık delikanlı bana biraz uzunca bir hikâye anlattı.
İzne gittiği dönemde hediye alıp sevdiğini ziyaret ettiğini söyledi. Sevdiği yüksek okulda okuyormuş ve arkadaşlarıyla evde kalıyormuş. İlk gün otelde kalmış. Ertesi gün arkadaşları gelerek mutlaka kendilerinde kalması gerektiğini söylemişler. Delikanlı, “Gerçi ayrı bir odada kaldım. Ama aramızda nikâh yok, bir bakıma yabancıyım. Neden beni misafir ettiler?” diye soruyordu. Tabiî, “Ya bir başkasını da misafir ederlerse?..” sorusu içini kemiriyordu.
Kulaklarıma inanamadım. Nispeten sosyetik bir anlayışla yetişmiş gençti. Ancak onun fıtratı da, hâlâ ulvî güzellikleri arıyordu. Ben olayı anlatış biçiminden neredeyse bir günahtan bahsedeceğini sandığım bir sırada, o ruhunun aradığı mahremiyetin özlemini çekiyordu.
Anlatmak istediğim şu: Her gencin mecazî aşktaki yasaklardan kaçış derecesi, kendince yeterlidir ve hepsi de bir nevi dindardır. Ama objektif kriterlere vurulduğunda herkesin dindarlık seviyesi ortaya çıkar. Kaldı ki, sorun bundan ibaret de değil. Duygusal ilişkisini düşünmekten dolayı, aslî görevlerini tam yerine getiremiyorlar. Akıl, kalp ve ruh sükûnetini, duygu dengesini kaybediyorlar. Zamanları oflayıp puflamakla geçiyor.
Nitekim mecazî aşkları terennüm eden şarkı sözlerini hatırlayın. Hepsi de “acı, çile, dert, ayrılık, ıztırap, azap, gözyaşı, kader, hicran, kıskançlık, şikâyet” temalarıyla dolu. Sanki dünyanın en dertli insanları bunlar. Alâkası yok. Ama acı ve mutsuzluk; olaylara getirdiğimiz olumsuz yorum ya da olaylardan menfi etkilenme ise, gerçekten de dünyanın en dertli ve mutsuz insanları onlar.
İyi de, güzel güzel okuluna devam etmek, mesleğini geliştirmek, vakti zamanı gelince ihtiyacını meşru yoldan gidermek varken kim dedi size bu acıların altına girin diye? Uygun imkânlar ve yerinde zamanlamayla mükemmel bir evlilik yapmak mümkünken, zehirli bir balın etkisiyle yıllarca karın sancısı çekmeye benzeyen mecazî bir aşk yüzünden sürekli gözyaşı dökmeye ne gerek var?
Evet, böyle demek de yeterli değil. Zamanımızın en büyük fitnesi olan “cinsellik” bir şekilde etkisi altına alabiliyor gençleri. Kimileri ucundan kıyısından bulaşıyor, kimileri kenarında dolaşırken kendisini içinde buluyor.
Şimdi soru şu: Her şeye rağmen mecazî aşk bataklığına saplanmış gençlere uzatılacak bir can simidi yok mu? “Tamam hata ettik, kabul. Ama şimdi ne yapalım?” diyen gençlere çözüm önerilerimiz neler?
ÂŞIK GENÇLER NE YAPMALI?
Diyelim ki genç bir kardeşimiz hayatını İslâmiyete göre düzenledi. Allah’ın emirlerine uyuyor, yasaklarından kaçıyor, namazını hiç aksatmıyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz yoğun problem bunun da başında. Elinden geldiğince tuzağa düşmemeye çalışıyor. Ne var ki, bir anlık gafleti veya iyi niyeti sonucu, karşı cinsten birisine gönlünü verebiliyor.
Bu durumda olan gençler yaptıkları işin günah olduğunu da biliyor. Birçok genç beni arayıp, “Kapalı bir mekânda yalnız bulunmuyorum. Elini bile tutmuyorum. Acaba günaha girmemek için daha ne yapabilirim?” diye soruyorlar.
Evet, şimdi en önemli soru şu:
Bu durumda olan bir genç ne yapacaktır?
Burada en vazgeçilmez kural şudur:
Allah’ın ve Resulünün (a.s.m.) yasakladığı bir fiili, hiçbir düşünce meşrû kılamaz.
Bu bakımdan en kestirme yol, böyle bir sevdadan vazgeçmenizdir. Özellikle dinî bir hayat yaşamak için tam ve esaslı bir karar vermişseniz, en iyisi haram olan hallerden tamamen kaçınmaktır. Onu hatırlatacak vesile ve mekânlardan uzaklaşmak, seyahat ve benzeri bir şeyle kendinizi meşgul etmektir.
Eğer bu mümkün olmuyorsa, şu şartları uygulamalısınız:
1- Niyetiniz mutlaka hâlis olmalıdır. Hedefte nikâhla hayatınızı birleştirmek düşüncesi bulunmalıdır. Yoksa başka niyetler taşımak vebalinizi daha da arttırır.
2- Nikâha kadar hiçbir şekilde—kapalı bir mekânda yalnız kalmak dâhil—dinimizin hiçbir yasağı çiğnenmemelidir.
3- Sevilen taraf, kız olsun erkek olsun, kesinlikle Peygamberimizin (a.s.m.) tavsiye ettiği gibi, yani dindar olmalıdır. Yoksa “Zamanla dini öğrenir ve yaşar” gibi düşünceler nefsin aldatmacasından başka bir şey değildir. Aşk döneminde taraflar birbirlerini yanlış tanır ve kendisini de yanlış tanıtır. Aşkın gözü kusur ve hata görmez. Görse de iyiye yorar. Ama evlenince işin rengi değişebilir. Bunu baştan bilmek ve kararı ona göre vermek gerekir.
4- Tarafların evlenme çağı gelmiş, hiç değilse yaklaşmış olmalıdır. Yoksa evlenmeye uzun zaman kala girişilen böyle bir hareket, sayısız günahla veya ayrılıkla sonuçlanacaktır. Söz gelişi, henüz okulu bitmemiş, iş kurmamış, önünde bir dizi engel olan gençlerin bu işi selâmetle götürmesi neredeyse imkânsızdır. Üstelik kendi geleceklerini de tehlikeye atmış olurlar.
5- Gençler hayalci değil, gerçekçi olmalıdır. Atalarımız, “Güzellik ekmeğe sürülmez” diyerek, yaşamak için ev, eşya, para gibi ihtiyaçların önemine dikkat çekmişlerdir. Bu bakımdan iyi bir meslek edinmek, yuva kurunca ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir seviyede olmak îcab eder.
6- İlişkinizden, saygı duyduğunuz, büyük bir insanı haberdar ederek, onun tavsiyelerini almanız gerekir. Özellikle aileleri, saygı değer kimselerin haberdar ve ikna etmesi gerekir. Her şey usulüne uygun olmalıdır. Öyle zaman olur ki, gelenekleri takmayanlar, geleneklerin insafsız paletleri altında ezilirler.
7- Son olarak böyle bir yakınlaşmayı kısa zamanda nikâhla meşrû hâle getirmek lâzımdır. Bundan kastımız, evlenmeye yıllar varken dinî nikâh kıyıp her şeyin meşrû olduğunu sanarak serbest hareket etmek değildir. Evlenmeye uzun bir zaman varken kıyılan böyle bir nikâhın mahzurları da olabilmektedir. Nikâh kıydırıp serbest hareket eden gençler, maalesef bağlayıcı bir durum olmayınca ayrılabilmektedirler ki, bu hiçbir şekilde tasvip edilemez. Nikâhtan kasdımız, resmî olarak evlenmektir.
Bu saydıklarımızı okuyunca, “Demek ki bunlara uyarak böyle bir teşebbüs yapabiliriz” diye düşünmek yanlıştır. Bu şartlar, “içine düşülen problemden gençlerimizi mümkün olduğunca az günahla çıkarmak, olayın bundan sonraki bölümüne meşrûiyet kazandırmaya çalışmak” içindir.
Neticede hayatınızı evlilikle birleştirdikten sonra da bol bol istiğfar etmelisiniz ki, Rabbimizin affına mazhar olasınız.
cemil.t.



Genişlet 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder